7 Ekim’de “Aksa Tufanı” operasyonuyla başlayan ve günümüze dek devam eden süreç, işgalin ve direnişin boyutlarını görebildiğimiz bir dönemi gözler önüne serdi. Buradan hareketle direnişin ve işgalin geçmişine ışık tutmak, bölgedeki süreklilik ve değişimleri görmek açısından faydalı olacaktır. Bu çalışmada, yerleşik bir işgalin başlangıcı sayılabilecek dönem olan Birinci Dünya Savaşı döneminden günümüze işgalin ve direnişin varlığını tarihsel bir serencamda ele alacağız.
Aliyah (göç) doğrultusunda gelen Yahudilerin, İngilizlerin de desteği ile Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce Tel Aviv-Hayfa kıyıları gibi yerlerde Filistinlilerden fiziken ayrışarak yeni bir düzen kurma girişimleri, Yahudilerin gelecek planlarına dair önemli mesajlar vermekteydi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un “Dear Lord Rotschild” kelimeleri ile başlayan ve tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen metin, Filistin’de işgalin kolonyal bir düzen kazanacağını ilan ediyordu. Ancak topraklara Yahudilerin yerleşmesi bugünkü boyutları ile olmasa bile politikalar kapsamında Balfour’dan daha önce başlamıştı.
Balfour Deklarasyonu’nun yıl dönümünde Filistinliler Yafa’da deklarasyona karşı protesto ve gösteriler gerçekleştirdi. Protesto, etki olarak küçük çaplı olsa da Filistinlilerin kolektif olarak Siyonistlere karşı çıkışını temsil etmesi açısından önemliydi.
Yafa’da çıkan olayların ardından birkaç sene sonra “Nebi Musa Olayları” ilk defa karşılıklı çatışmaları da içinde barındırdı. Filistinlilerin yüzyıllardır devam eden geleneği haline gelen Nebi Musa Makamı’na Kudüs/Eski Şehir’den yola çıkılarak başlayan yürüyüş, manda idaresinin gerekli güvenlik önlemini almaması ve Yahudilerin kışkırtmasıyla bölgede gerilim yeniden yükseldi.
Bu tarihler aynı zamanda Filistinlilerin işgale kolektif bir tepki ortaya koymak amacıyla kendi kurumlarını inşa etmeye başladığı dönemler olmuştur. Eşrafların öncülüğünde kurulan organizasyonlar hızla Filistin’in diğer bölgelerine yayılmış ve halkın Siyonizm’e karşı ortak faaliyetler yürütmesi amaçlanmıştır.
1929 yılında “Burak Duvarı Ayaklanmaları” olarak adlandırılan süreç, artık iki toplumun hem fiziken hem de düşünce olarak birbirlerinden tamamen ayrılmasıyla sonuçlandı. Siyonistlerin Mescid-i Aksa’nın içini de barındıracak şekilde bölgede yapısal değişiklikler yapması, Hacı Emin el-Hüseyni öncülüğünde Filistinliler tarafından tepki ile karşılandı. Bu tepki, sadece kısıtlı bir bölgede sınırlı kalmadı ve daha geniş bir kesime ulaşarak Müslüman aleminde karşılık buldu. Filistinlilerin ortaya koyduğu irade, kısa zaman sonra el-Halil şehrine sıçradı ve burada kitlesel bir ayaklanma meydana geldi. el-Halil’deki ayaklanmanın ardından Yahudiler bölgeden ayrılırken manda idaresinin sert uygulamaları, çok sayıda Filistinlinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bununla beraber 3 Filistin genci, Burak Duvarı Olayları kapsamında İngilizler tarafından tutuklanmış ve Akka Hapishanesi’nde tüm halkın gözleri önünde idam edilmiştir. Tarihe “Kızıl Salı” olarak geçen bu hadise, Filistin hafızasında derin yaralar bırakmıştır. Burak Duvarı Olayları’nın ardından Filistinliler, Yahudiler ile her türlü ticari bağı kestiği gibi, ortak yaşam alanları da birbirinden tamamen ayrılmaya başlamıştır. Filistinliler için o zamana değin ayrı görülen Siyonistler ve Yahudiler, bir bütün olarak görülmeye başlanmıştır. Bununla beraber manda idaresinin Filistinlilere yönelik sert ve yanlı tutumu, Filistinliler için tepkilerin bundan sonra Siyonistler ile beraber manda yetkililerine de gösterilmesiyle sonuçlanmıştır. Sadece Filistinliler değil, Siyonistler de 1929’u bir dönüm noktası olarak görmüş ve bu tarihten itibaren şiddeti politikalarının merkezine yerleştirmişlerdir.
Siyonistlerin artan şiddetine karşılık Filistinliler de 1930’lu yıllarda ilk defa küçük ama örgütlü bir silahlı direniş içinde yer almıştır. Abdülkadir Hüseyni ve İzzeddin Kassam gibi isimlerin öncülüğünü yaptıkları gruplar, içinde oldukları bölgelerde Siyonist çetelere karşı mücadele etmişlerdir.
1936 yılında Arap Yüksek Komitesi’nin sivil itaatsizlik ve genel grev çağrısı tarihe “Arap İsyanı” olarak geçen süreci Filistin’de başlatmıştır. Filistinliler yaşadıkları bölgelerde manda idaresine ve Siyonistlere karşı büyük bir tepki ortaya koymuştur. Filistin topraklarında ilk intifada olarak da adlandırılabilecek bu süreçte Filistinliler kitlesel bir tepki ortaya koymuştur. Filistinlilerin tehdit ve baskı altında hayatlarına devam ediyor olması, bununla beraber Yahudi göçlerinin de oldukça artması, genel grev sürecinin temel sebebi olmuştur. Manda idaresi, tepkiler neticesinde büyüyen olayların bölgedeki varlığını olumsuz etkileyeceğini düşünerek komisyon oluşturmuş ve olayları araştırmasını istemiştir. Olayları araştıran komisyon, bölgedeki krizin çözümünün iki toplumun da egemen devlet kurmasından geçtiğini ifade etmiştir.
İngilizler 1939 yılında “White Paper” isimli belgeyi yayınlamıştır. Bu belge, iki topluma da 10 sene içinde devlet vaadinde bulunduğu gibi bölgedeki krizin çözümünü aşamalı olarak BM’ye devretmiştir. Bu belge, Yahudi göçü ve toprak alımını kısıtladığı gerekçesiyle Siyonistler tarafından büyük bir öfke ile karşılanmıştır. Bu öfke 1939-1948 yılları arasında Yahudiler ile İngilizler arasında bölgede gerilimin zaman zaman artmasına sebep olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı ve ardındaki yıllar Filistin meselesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Plan Dalet kapsamında Yahudi çetelerin Filistinlilerin evlerine ve topraklarına saldırması neticesinde yüzbinlerce Filistinli topraklarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Almanya’da yaşananlar, Yahudilerin Filistin topraklarına göçü ile sonuçlanmıştır. On binin üzerinde Filistinlinin hayatını kaybettiği bu dönem, “Nekbe” yani felaket olarak adlandırılmıştır. 1947 Kasım ayında BM’de yapılan oylamanın ardından 1948 yılında İsrail’in kurulmasını da içeren bu süreç, 75 yıldır unutulmayan acıları ardında bıraktığı gibi, Filistin meselesinin temel problemlerini de ortaya çıkarmıştır. Filistinlilerin başka topraklarda yaşaması, mültecilik ve geri dönüşü, Kudüs’ün batısının işgal edilmesi Kudüs’ün statüsünü, yeni göçler ise yerleşimler gibi hâlâ çözümü bekleyen konuları beraberinde getirmiştir.
Arap devletleri, bölgede işgalin bir devlet olarak tezahür etmesine karşı çıkmak maksadıyla “Arap Birliği”in hayata geçirmişlerdir. 7 devletin içinde yer aldığı bu mekanizma, toplantılar ile bir araya gelerek İsrail’e karşı mücadele etmenin yollarını arasa da birlikte yer alan devletlerin geçmişe dayalı çatışmaları, henüz bağımsızlığını kazanmalarından dolayı güçlü bir irade ortaya koyamamaları, birliğin içerisinde Siyonistlere herkesin aynı amaçla bakmaması gibi sebepler birliğin etkin bir güç olmasının önüne geçmiştir.
Nekbe ile işgal defterinde yeni bir sayfa aralanmıştır. Arap devletlerinin de müdahalesi ve yenilgisi ile sonuçlanan bu süreç, direniş içinde yeni başlangıçları içermiştir. Farklı topraklara göç etmek zorunda kalan Filistinliler, bu tarihten itibaren kendi topraklarının dışında ulusal bir mücadele yürütmek zorunda kalmıştır. Fedaiyyun hareketi başlangıçta gayri nizami bir direniş ile İsrail’e yönelik operasyonlar gerçekleştirirken, çok kısa bir zaman sonra İsrail’e karşı örgütlü bir mücadele hayata geçirilmiştir. Başlangıçta Mısır’da başlayan örgütlü hareketlilik, farklı topraklara da yayılmıştır.
Bu tarihlerde işgal altındaki Filistin topraklarında yaşayanlar, askeri vesayet ve işgal politikaları neticesinde örgütlü bir direniş hareketi kuramamış ancak toplumun içindeki sanatçı ve edebiyatçılar başta olmak üzere bazı zümreler işgale karşı varlık mücadelesinin sembolleri olmuştur.
1950’li yıllar İsrail’in işgal altındaki topraklardaki güvenlik politikaları ve Orta Doğu’daki gelişmelerin gölgesinde geçmiştir. 50’li yılların sonunda Yaser Arafat öncülüğünde “el-Fetih” hareketi kurulmuştur. el-Fetih ilerleyen yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü içinde de lider hareketlerden biri olmuş ve geçmişten bugüne Filistin siyasetinin merkezinde yer almıştır. Birkaç sene sonra Cemal Abdülnasır’ın öncülüğünde Kahire’de Filistin Kurtuluş Örgütü kurulmuş ve İsrail işgaline karşı çatı bir kurum olması hedeflenmiştir.
6 Gün Savaşları, İslam dünyası ve bölgedeki diğer devletler için büyük bir şok ve hayal kırıklığı olmuştur. Yıllardır farklı devletlerin desteği ve kontrolünde direnişini devam ettiren hareketler, artık mücadeleyi kendi stratejileri ile devam ettirmek gerektiğini düşünerek, bağımsız eylemlerle yeni bir başlangıç yapmışlardır. Birkaç gün içerisinde topraklarını üç katına çıkaran İsrail’e karşı oluşan tablonun sebebi bazı hareketler tarafından milliyetçilikten uzaklaşmak diyerek yorumlanırken, dini motivasyondan eksik bir ilerleyişin sebep olduğunu düşünenler de azımsanmayacak kadar çok olmuştur. Sebepler, hareketlerin benimseyeceği yeni yol haritasını da oluşturmuştur. Bunun ilk örneğini 1968 yılında FKÖ tarafından gerçekleştirilen “Kerame Direnişi” örneğinde görebiliyoruz. FKÖ, Ürdün sınırları içerisinde bulunan Kerame’de kendi inisiyatifiyle İsrail’e karşı başarı elde etmiştir. Artık varlıklarını kabul ettiren ve ulusal liderliğin muhatabı konumuna gelen Yaser Arafat ve arkadaşları, ilerleyişini birkaç sene sonra BM kürsüsünden tüm dünyaya seslenerek devam ettirecektir.
Bu tarihler aynı zamanda Müslüman Kardeşler Hareketi’nin temsilcilerinin Filistin toprakları içinde müesseseler inşa ederek, toplumun din ekseninde dönüşümünü amaçladığı yıllar olmuştur. Toplumunu sosyal ihtiyaçlarını önceleyerek hareket eden bu kişilerin çalışmaları neticesinde Gazze’deki kurumlarda yetişen kadrolar, ilerleyen yıllarda İslâmi Direniş Hareketi’nin de öncü kuşağı olmuştur. Din merkezli ilerleyen bu kadroların 70’li yılların başında harekete geçmesinde bölgedeki değişimlerin etkisi yadsınamaz derecede fazladır. 6 Gün Savaşları’nda batısı işgal edilen Kudüs’ün doğusunun da işgal edilmesi, Mescid-i Aksa’yı da içeren mukaddes bölgede Siyonist varlığı ortaya çıkarmıştır. Mukaddes mekanların işgali, yaklaşımları da etkilemiştir. Bununla beraber 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı ve petrol krizi dini hareketlere katılımı ve mücadeleyi toplum nazarında etkilemiştir. İsrail’in yenilmez algısının kırıldığı Yom Kippur Savaşı, uygulanan boykot ile küresel bir farkındalığa dönüşen petrol krizi, hareket için önemli değişimler olmuştur.
Filistin direnişi gelişmeye ve örgütlenmeye devam ederken, İsrail işgal altındaki topraklarda baskı ve genişleme politikalarına devam etmiştir. Yerleşimleri hızlandıran İsrail, 1976 yılında Celile’de Filistinlileri zorla topraklarından çıkarmıştır. Bugün “Filistin Toprak Günü” olarak hatırladığımız bu dönemde, işgal altında yaşayan Filistinliler İsrail’in toprak gasbına karşı genel greve ve protestolara yönelmiştir. Bununla beraber İsrail siyasetinde de önemli bir değişim yaşanmıştır. 1977 yılında yapılan seçimlerde Likud Partisi’nin iktidara gelmesi, sol partilerin 30 yıllık hâkim siyasetine son vermiştir. Likud’un o dönem başında bulunan isim olan Menahem Begin, İsrail kurulmadan önce silahlı çetelerin başında olan ve pek çok terör saldırısının altında imzası olan biri olarak, radikal politikaları siyasette de uygulamaya devam etmiştir. Likud’un politikaları, işgal altındaki direnişin daha da geniş ve etkili bir harekete dönüşmesinde belirleyici gelişmelerden biri olmuştur. 1979 yılındaki İran Devrimi de İslami harekete motivasyon sağlamıştır.
Filistin direnişi işgal altındaki Filistin topraklarının dışında ise içinde yer aldıkları ülkenin iç siyasetine göre şekillenen bir çizgide ilerleyiş sağlamıştır. 1967 Savaşı’nın ardından Mısır ile bağlantılarını minimize eden FKÖ, kendisine yeni karargâh olarak Ürdün’ü seçmiş ancak orada da kalıcılık sağlayamamış ve 1971’de Kara Eylül olayları ile beraber Ürdün’den ayrılmıştır. Daha sonra Suriye ile de bağlarını kuvvetlendiren FKÖ, Hafız Esad’ın uygulamaları neticesinde Lübnan’a geçiş yapmıştır. 1975 yılında Lübnan İç Savaşı, FKÖ’nün ve burada yaşayan Filistinlilerin şartlarını daha da zorlaştırmıştır. Nitekim birkaç sene sonra Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edilmesinden en çok zarar gören kitlelerden biri yine Filistinliler olmuştur.
İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi ve Lübnan’ın işgali direnişte yeni bir sayfa açmıştır. İsrail’in büyük katliamlar gerçekleştirdiği Lübnan, FKÖ için artık karargâh değildi. FKÖ, kendisine yeni merkez olarak Tunus’u seçmişti. FKÖ ile İsrail arasındaki mücadele farklı cephelere yayılırken, İsrail’in işgal altındaki topraklardaki askeri uygulamaları Filistinliler için hayatı yaşanamaz hale getiriyordu. FKÖ’nün fiziki uzaklığı ve İsrail’in baskı politikaları, Filistin toprakları içindeki hareketleri zamanla daha ön plana çıkarmış ve halk nezdindeki itibarını arttırmıştır.
1987 yılında İsrail’in Gazze’de Filistinlileri kamyonla öldürmesi neticesinde “1. İntifada” patlak vermiş, ayaklanma kısa süre içinde tüm Filistin’e yayılmıştır. 1. İntifada ile beraber direniş, Filistin meselesinin merkezine yerleşmiştir. 1. İntifada’nın en önemli sonuçlarından biri hiç şüphesiz İslami Direniş Hareketi Hamas’ın kurulması olmuştur. 1960’lı yılların sonundan itibaren İslami hareketin Filistin içindeki çalışmalarının bir sonucu olarak görülmesi gereken Hamas, 1. İntifada günlerinde oldukça aktif olmuş ve İsrail’in ilk hedefleri arasında yer almıştır. Direnişi usûl olarak benimseyen Hamas, intifada günlerinde halk tarafından daha fazla sahiplenilmiştir.
1.İntifada’nın devam yıllarında İsrail ile FKÖ arasında barış görüşmeleri gerçekleştirilmiş ve Oslo Anlaşmaları imzalanmıştır. Bu süreç, FKÖ’nün Filistin topraklarına gelmesini sağlamış ve akabinde Filistin Otoritesi kurulmuştur. Batı Şeria’yı üç bölgeye ayıran Oslo Anlaşması, İsrail tarafından verilen sözlerin yerine getirilmemesi itibariyle işgalin daha da derinleştiği bir sürecin başlangıcı olmuştur. Anlaşmanın imzalayıcılarından biri olan İzak Rabin’in bir Yahudi tarafından öldürülmüş, ardından gelen isimler Filistinlilere yönelik politikaları daha da sertleştirmiştir.
Baskı ve askeri politikalar devam ederken, direniş de ön plana çıkmaya devam etmiştir. 1990’lı yılların ortalarından itibaren gerçekleştirilen eylemler; diasporada diplomatik temasların Filistin topraklarında ise direnişin merkezde olduğu bir Filistin gerçekliği ortaya çıkarmıştır.
2000 yılında Aksa İntifadası olarak da anılan İkinci İntifada, Filistin-İsrail meselesinde dengeleri değiştirmiştir. Silahlı direnişin daha ön planda olduğu bu süreç, direniş gruplarının daha organize hareket etmelerini sağlamıştır. Bu süreçte özellikle Batı Şeria’daki işgal daha yerleşik bir hale getirmiştir. Şehirlerin arasına inşa edilen utanç duvarı, kontrol noktalarının sayısının artması, askeri uygulamaların artması, Mescid-i Aksa ve Kudüs’te hak ihlallerinin artması, İkinci İntifada dönemindeki uygulamalardan yalnızca bazılarıdır.
İkinci İntifada’nın ardından Orta Doğu’daki gelişmeler işgalin boyutunu ve direnişi etkilemiştir. Özellikle Arap Baharı süreci, başlangıcı itibariyle Filistin meselesi için olumlu bir manzara ortaya koysa da devamındaki gelişmeler Filistin direnişi adına zorluklar ortaya çıkarmıştır.
Arap Baharı’nın ardından geçen zaman diliminde İsrail’in işgal politikalarında bir değişiklik olmaması ve halkın üzerinde mevcut baskısını daha da arttırması, zaman zaman krizler ortaya çıkarmıştır. Son dönemde özellikle 2021 ve 2023, işgal ve direnişin boyutlarını görebileceğimiz örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2021 yılında Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıların ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları günlerce sürmüştür. 2021 yılı, direnişin operasyonel kabiliyetinin yıllar içerisinde geçirdiği değişimi görmek açısından önemli bir süreçtir. 2023 yılında ise 7 Ekim’de başlayan ve mevcut durumda devam eden kriz, işgal gerçekliğini tüm dünyaya yeniden göstermiştir. Yaklaşık on beş bin Filistinlinin hayatını kaybettiği bu süreçteki yıkım ve yerinden etme, Filistinliler adına ikinci bir Nekbe’yi ortaya çıkarmıştır.
Ahmet Faruk Asa
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2024/29 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com