Anadolu’nun bu bereketli toprakları nice büyük kültür hazinelerinin oluşmasına mekan olmuştur. En sıkıntılı dönemlerini yaşadığı son iki asır da bile bu bereket devam etmiş, bazen araya fasılalar girse de hiçbir zaman duraksamamıştır. İşte bu büyük hazinelerden bir tanesi de hiç şüphesiz Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin telif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatıdır. Bazı bölümler tekrar olsa da altı bin sayfalık bu değerli hazine hem halkımızın, hem ilim erbabının çokça istifade ettikleri bir Kur’an tefsiridir. Bu kıymetli eser üzerine çok şeyler söylendi, yazıldı, uluslararası sempozyumlar ve programlar tertip edilerek eserin muhtevası çok farklı açılardan ele alındı. Bu yazımızda yapılan tespitleri burada tekrar etmek yerine, önemli gördüğümüz üç noktaya dikkat çekmek istiyoruz.
1- Risale-i Nur ve Dil; Bediüzzaman’ın akıl ve yüreği hep İslam ümmeti için çalışmıştır. O, bir ümmet aşığıdır. Hayallerini süsleyen Medresetü’z Zehra projesinde bile o, ümmetin birliğine kafa yormuştur. Onun eserlerinde de bu ızdırabı görürüz. Risalelerde kullandığı kelimeler çoğunlukla Osmanlıca olmasına rağmen; Kur’an dili Arapça, İslam edebiyatının dili Farsça ve ana dili Kürtçe’yi de kullanmıştır. O, böyle zengin bir lügat kullanarak ümmetin fertlerinin birbirlerinden kopmaması için gayret göstermiştir. Şu an bize bu eserlerin dili biraz ağır gelse de unutmayalım ki, 1925-1930’larda köylerdeki okuma-yazması çok iyi olmayan insanlar bile bu eserlerin dilini anlayabiliyordu. Cumhuriyet dönemi ile başlayan süreçte Türk Dil Kurumu’nun öncülüğünde geçmişe ait ne varsa kapı dışı ilan edildiğinde bundan en büyük zararı ne yazık ki dilimiz gördü. Öyle ki; şu an 60-70 sene önce yazılmış kitapları bile tam anlamı ile ne okuyabiliyor nede anlayabiliyoruz. Bu manada Risalelerin yapmış olduğu en büyük hizmet, bizler ile köklerimiz arasında koparılmak istenen bağların devamiyetini sağlamak olmuştur. Eğer risaleler olmasaydı, biz şu an geçmişe dair bir çok kavram, kelime ve nitelendirmeyi unutmuş olabilirdik. Ama Allah’a binlerce kez şükürler olsun ki, her şeye rağmen halen bu topraklarda geçmişini anlamaya çalışan, pek de azımsanmayacak kadar büyük bir kitle mevcuttur. Bu kitlenin oluşumunda ise kimsenin inkar edemeyeceği bir boyutta risalelerin büyük bir emeği vardır.
2- Risale-i Nur ve Cemaat; Risalelerin bu topraklara ikinci önemli katkısı Müslümanlara kazandırmış olduğu cemaat ruhudur. Başka hiçbir eserde bulamayacağınız bir tat ve lezzetle, özellikle gruplar halinde beraber okumalarda bulacağınız büyük bir zevk ile bireyselleşme yerine, insanları cemaatleşme ruhuna kavuşturmuştur. Risalelerin kendine has üslubu ile evlerde, dershanelerde, işyerlerinde gruplar halinde okunması ve saatlerce üzerinde çalışılmasına rağmen asla insana bir bıkkınlık vermemesi, anlaşılmayan yerlerin ehil birinin izahları ile açıklığa kavuşması insanları birbirlerine kaynaştırmakta, bireyden cemaate doğru köprüler oluşturulmaktadır.
3- Risale-i Nur ve Kardeşlik; Bu başlığın bir diğer adı Risale-i Nur ve Ümmet de olabilirdi. Çünkü risalelerin özelde bu toprakların insanına, genelde ise tüm İslam coğrafyalarına kazandırttığı en önemli bilinçlerden bir tanesi de Müslümanların birbirlerinin kardeşi olduğu gerçeğidir. Bu ifade her ne kadar bilinse de özellikle Osmanlı’nın yıkılışı, hilafetin ilgası ve İslam dünyasın da gelişen ulusçuluk hastalığı ümmetin bireylerini birbirlerine düşman etmiştir. Eğer bu ülkede bir kavmin dili tamamen yasaklanmış, köylerin, beldelerin isimleri değiştirilmiş ve her türlü baskı, şiddet ve ırkçılık ile kavimler birbirlerine düşman edilmeye çalışılmış ama yinede istenilen başarı sağlanamamış ise bunda risalelerin kardeşlik mesajlarının çok önemli ve etkili olduğu muhakkaktır. Risaleler ümmetin tüm bireyleri arasında Peygamber’in Medine’sinde oluşturduğu bir muhacir-ensar kardeşliği oluşturmaya gayret etmiş, bunda da ciddi başarılar sağlamıştır. Üstad’ın bu meseleye ne kadar önem verdiğini şu sözden anlayabiliriz: “ Azametli bahtsız bir kıtanın,şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi: İTTİHAD-I İSLAMDIR.”
Bu önemlerden dolayı bu yüce miras istifade edebilmemiz için ellerimiz altında durmaktadır. Bize düşen bir ömür fedakarlık ve samimiyetle kaleme alınan bu hazineden yararlanmaktır. Unutmayalım ki; geleceği inşa etmek isteyenler,geçmişten gereğince istifade edebilmelidirler.
Muhammed Emin YILDIRIM