Aile günümüzde daha çok panik tepkiler eşliğinde ele alınıp konuşuluyor. Bugün, giderek daha da hızlanan bir şekilde kavramın en başta mefhum düzeyinde olmak üzere hem kurumsallığı hem de gerçekliği açısından ciddi kayıplarla karşı karşıya olduğuna inananların sayısı bir hayli fazla. Aileyi iyi ve güzel olan her şeyin kaynağı olarak görenler için bugün sarsıcı gelişmelerle başa çıkmak kolay değil.
Günümüzde aile çoklukla hep bir gerileme ve çözülme bağlamında ele alınıyor. Onun iyi ve doğru bir model payesiyle mutlak korunması gerektiğine yönelik içgüdüsel ve düşünsel yönelimler aileye yönelik en basit bir aşınmayı bile kabul etmekte zorlanıyor. İnsan yetiştirme düzeninin belki de en köklü ögeleri arasında yer alan aile için olası her bir tehdit, her bir gevşeklik sonuçta toplumun geleceğine yönelik kaygıları harekete geçiriyor, bir alarm vurgusu havasında ortaya çıkan tartışmalar beraberinde “ne yapmalı” sorusunu da gündeme getiriyor.
Aile nereden öğrenilir? Ya da idealize edilmiş bir aile düzeni için bir modellemeye ihtiyaç var mıdır? Bugün daha çok eldeki mevcut kitaplardan öğrenilerek hayata geçirildiği düşünülen yaygın kanaat birkaç on yıl öncesine kadar belki de ancak yaşanarak, gözlenerek ve taklit edilerek elde edilen bir şeydi.
Kabul etmek gerekir ki kadim bir geleneğin ayrılmaz bir parçası olarak günümüze kadar ulaşan aile yüzyıllar içinde hem coğrafi hem de kültürel farklılaşmalar eşliğinde sürekli bir şekilde değişime maruz kalmış olsa da bugün birkaç asır öncesinin tecrübeleriyle asla kıyaslanamayacak yeni ve güçlü saldırılara karşılık vermek durumundadır ve buna bağlı olarak hiç de hafife alınmaması gereken derin bir eksen kaymasıyla da karşı karşıyadır.
Bu değişimin özünde dünyanın gidişatıyla ilgili bir tercihin etkili olduğu bir gerçek olmakla birlikte özellikle son 1-2 yüzyıl içinde yaşadığımız dinî ve entelektüel kargaşanın da bizi farklı noktalara savurduğunu teslim etmek gerekir. Batılılaşma, modernleşme ve bütün bu süreçlere kendi gerçeklik dünyasını dahil etmekte geciken bir tasavvurun ortaya çıkardığı resim tabii ki pek de tuhaf bir şema oluşturmakta gecikmeyecekti. Medeniyet dairesinde yaşanan kaos ve çalkantılar, bitmez tükenmez rota arayışları ve bizi kendi içimizde tutarlı bir şekilde sarmalayacak bir aidiyet ve bütünlük kaygısının kaybolması mevcut durumu açıklamakta kuşkusuz atlanılmaması gereken ana noktalara işaret etmektedir. Hemen her alanda olduğu gibi aile konusunda da karşı karşıya geldiğimiz fiilî durum, kurucu değerlerle gerçekçi bir temas kurmakta zorlanan modern bir havsalanın öne çıkmakta gösterdiği sınır tanımaz heves ve heyecanın giderek toplum nezdinde daha fazla kabul görmeye başlamasıdır.
Aile hızla değişiyor, dünün onu ayakta tutan direklerinin çoğu bugün maalesef hatırlanamaz bir durumda. Şeklen de ruhen de devamlılık gösteren çok az öge var. Yine de bütün bunlara rağmen aile hâlâ hakikatin mayalandığı en müstahkem yapılar arasında yer alıyor. Bu nedenle kıymetini bilmek üzerine yapılan sayısız çağrılar hiç de boşuna değil. Yerleşik paradigmanın verili müfredat üzerinden okul aracılığıyla tek tek her bir vatandaşa nüfuz etmeyi başardığı bir evrende aile hâlâ sıkı bir filtre olarak önemini korumaya devam ediyor. Fıtratın korunup geliştirilmesinde, temel birtakım değerlerin aktarılmasında ailenin yeri küçümsenemez bir noktada ağırlığını korumaya devam ediyor ve bunun farkına varanlar toplumu içine çeken bu meşum girdaba kapılmamak için var güçleriyle direnmeye devam ediyor.
Sekülerleşme fiilî bir durum. Hem modernleşmeye hem de sekülerleşmeye yönelik ihtirazi kampanyalardan etkileyici bir sonuç alınamadığı açık. Yeni durumlarda ailenin nasıl korunup güncelleneceği konusunda piyasaya düşmüş popüler literatürün yeterli ölçüde bir çerçeve ürettiğini söylemek çok güç. Doğrusu ideal formlar üzerine hiç de yabana atılmayacak çalışmalar da yok değil. Örneğin Asr-ı Saâdet’te aile nasıldı, belli başlı rol modellerinin ortaya koyduğu aile yapıları nasıldı? Bunları öğrenmek için biraz emek kâfi. Ancak önemli olan sürdürülebilirlik düzeyi. Bugün Asr-ı Saâdet’te kendine gerçek bir karşılık bulmuş müstesna hayatları devam ettirebilmenin yolu nasıl yeniden canlandırılabilir? Hz. Peygamber (sas) ve ashâbını takip ederek bugün yeni bir aile modeli inşa etme yönünde hatırı sayılır bir edebiyattan söz etmek pekâlâ mümkün. Ancak bu eşleştirmelerin ne ölçüde gerçekçi ve ne ölçüde sürdürülebilirlik taşıdığı da yeni kuşaklar sözkonusu olduğunda sürekli bir tartışma konusu. Eksen kayması ciddi bir dert ve öneri bolluğu da giderek yorucu bir gerilim yaratıyor. Olayın hem dinî ve kültürel hem de psikolojik ve pedagojik boyutu var.
Açık konuşmak gerekirse şekle yönelik ilgilerde görece bir artış var ancak orada o vakitte olan her neyse onda içkin olan ruh neydi sorusu bugün eskisi kadar rağbet görmüyor. Şekil şartlarını tamamlama yönündeki gayret dikkat çekici olsa da olaya ağırlığını veren gerçek ruha nüfuz etme konusunda pek de kayda değer bir coşku gözlenmiyor. İşin metodolojiyle, usulle ve kuşkusuz niyetle yakından bir ilgisi var.
80’lerin başlarında içinde büyüdüğüm mahalle bana artık daha açık seçik bir şekilde görünmeye başladığında etrafımızdaki ailelerde üzerinde en çok durulan şeyin mahremiyet olduğundan emindim. Her durumda mahremiyet. Aile bu bağlamda belki de en rahat hissedilebilir bir zırh havasındaydı ve tek tek her birimizi koruyup kollayan tek koruma alanıydı. Namus, iffet, hicab ve saygı gibi ancak aile içi öğretim kanallarıyla içselleştirilerek öğrenilebilecek değerlerin çoğu bugün üzerinde durulmaya değmeyecek gereksiz bir hassasiyet alanı olarak kodlanıyor. Doğrusu aile hayatının belli başlı sınırlarını kavramak, olası tecavüzlere karşı korunaklı duvarlar üretmek, merhamet temelli bir sıcaklığı ev ortamında mütemadiyen bölüşmek için oturup bir kitaba yoğunlaşmaya gerek de yoktu. Kitap olsa olsa bir hatırlatıcı olabilirdi ve aile üyeleri de böylece bu yolla eksiklerini tamamlayabilir, yanlışlarını giderebilir, her şeyden önce de doğru bir şekilde yaşamayı önceleyen bir kararlılıkla istikâmet içinde yola devam edebilirlerdi.
Benim yaşadığım muhitlerde 80’lere yaklaşırken ortalama her aile için ihtiyaç duyulan konular arasında bir tür ilmihâl bilgisi de sayılabilecek şekilde yuvanın nasıl tanzim edilmesi gerektiğine dair arayışlar öne çıkıyordu. Çocukları koruma içgüdüsü baskındı. Dikkat edilmesi gereken hemen her durumda şirretliğin üzerine yazıldığı Şeytan ve hilelerinden uzak durmaktı. Ailenin düşmanı açıktı, nefs ve şeytandı; o hâlde her durumda bir teyakkuz gerekliydi. İşin şakası yoktu. Sahâbe hayatından anekdotlar, Peygamber Efendimiz’in hane-i saâdetlerinden tablolar sık hatırlanan şeyler arasındaydı. Din sadece camideki vaizlerin ağzında dolaşan bir mevzuyla sınırlı değildi, aksine onu her yerde görmek, solumak ve hissetmek mümkündü. Tamam sekülerleşme hadsiz bir şekilde ilerliyor, laikleşme baskısı sınırsız bir limitte seyretmeye devam ediyordu ama yine de din her yerdeydi ve bir tahkim aracı olarak bir sığınma melcei olarak kolayca ulaşılabilir bir yerdeydi, sahici ve gerçekti. Değerli olduğunda herkes hemfikirdi, ona duyulan ihtiyaç her fırsatta dile getirilirdi.
Dindar ailelerin başucu kitapları arasında yer alan temel kitaplar içerisinde hemen her zaman hatırlanması gereken Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif mecmularını bir tarafa bırakacak olursak sıklıkla başvurulan kaynak metinler arasında zikredilebilecek kaynak sayısı bir hayli azdı. Modern ve seküler aile edebiyatının yönlendirmelerine karşı dikkatli olan dindar ve muhafazakâr aileler için geleneği süreklilik içinde devam ettirecek atıflara duyulan ihtiyaç hiç de basite alınamayacak kadar önemli ve değerliydi.
Bu bağlamda pratiklik daha fazla önem kazanmış olmalıdır. Bu çerçevede hemen akla gelenler arasında özellikle Kutbüddin İzniki’nin İskilipli Atıf çevirisiyle yayımlanan Mürşidi Müteehhilin’i hatırlamak gerekir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın her derde deva Marifetnamesi’nde kullanışlılığı tartışılmayan pek çok şey vardı. İzniki’nin kitabı asla basite alınamayacak bir kaynak eser hükmündeydi. Kitap bugün ilgilenenler için biraz bağlam biraz da paradigma değişikliği nedeniyle isterse pek çok eğlenceli şeye tanıklık edebilirdi. Oysa bugünün bakış açısının muzip bir şekilde üzerinde odaklandığı başlıklar birkaç kuşak öncesinde dikkat çeken imalar barındırmazdı. Milletin aile yapısının kurucu temalarını illa da bu kitaplarla tanışıp öğrenmesi gerekmezdi. Gazali’nin hem İhya’sı hem de Kimyayı Saadet’i, biraz daha derin okumalar yapanların rahatlıkla ulaşabileceği başta Mesnevi olmak üzere belli başlı tasavvufi eserler insana ciddi bir yol göstericilik yapabilecek kırattaydı. Kaldı ki bilginin kitaptan sokağa, mahalleden eve taşan güçlü bir akışı her daim vardı. İzniki’nin kitabı “Evlilere Rehber” başlığıyla okuyucuya takdim edilmişti. Aslında o günlerin şartları dikkate alındığında Zihni Efendi’nin Nimet-i İslam’ı ya da Ömer Nasuhi Bilmen’in İslam İlmihali de bize aile yapısı konusunda sınırları net olarak belirlenmiş bir çerçeve ortaya koymakta oldukça yeterli sayılabilecek birer kaynak mesabesindeydi.
Sonradan pek çok polemiğe konu olsa da Osman Karabulut’un İslam’da Evlilik ve Mahremiyetleri ve Asım Uysal’la eşinin birlikte kaleme aldıkları Kadın İlmihali de bu konuda hissedilen açığı gidermede dindar muhafazakâr aileler için zamanla ciddi anlamda bir referans değeri kazanacak ancak artık ilerleyen zamanlarda mevzu derinleştikçe bunları başka diğer çalışmalar takip edecekti. Artık aile konusu gittikçe çeşitlenen yeni başlıklarıyla içinden çıkılması güç alanlara sarkacaktı.
Hayat kontrolden çıkabilecek bir hıza henüz sahip olmuş sayılmazdı. İlmihâlle hayat arasındaki eşzamanlılık bozulmaya başladığında da kopuşlar bir bir başlayacak ve artık bir aile kitabından çok detaylandırılmış lokal konularda yoğunlaşmaya daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanacaktı. Örneğin Ali Rıza Demircan’ın her çevreden insanı şaşırtan kitabı İslam’da Cinsellik, zamanla muteber bir başvuru kaynağı olarak hemen her hanede kabul görecekti. Başlangıçta Haydar Dümen’in kült kitabıyla aynı hizada hatırlanan bu çalışma giderek ihtiyaç duyulan kaynak statüsüne erişerek “acizane birer düğün hediyesi” kıvamına ulaşmakta zorlanmayacaktı.
Feminizm tartışmalarının sınırları zorlayan gücü, Müslüman ailelerde özellikle genç kızların ev içi rollerden hızla uzaklaşarak eğitimli sınıfların arasına katılmalarına paralel olarak bundan böyle “İslam’da kadın” konulu metinlerin önünü açacak, yanı sıra “hangi İslam” soruları da sıradaki yerini almaya başlayacaktır. Kadın konusunda gerek İran gerekse Ortadoğu’dan mülhem düşünce ve katalogların Türkiye’nin geleneksel ve kültürel dağarcığıyla buluşup harmanlanması ise ileride içinden çıkılması güç yeni birtakım tartışmaların önünü açacaktır. İslam’da Kadın başlığı etrafında Hz. Hatice’den başlayarak sırasıyla Hz. Aişe, Hz. Fatma ve Kerbela faciası etrafında sık hatırlanan Hz. Zeynep üzerinden yeni ve dinamik Müslüman kadın rollerinin üretimine hız verilecektir. Artık tasavvur edilen yaşantılanmaktan çok bilgilenmeyi önceleyen bir atıf düzeyiyle sınırlı olacaktır. Bu vesileyle bugün “İslam’da Kadın” başlığı altında üretilmiş modern dinî edebiyatın hem kitap hem de dergi düzeyinde ele alınan boyutları üzerine müstakil bir çalışma yapılsa bu bağlamdaki değişimin yönü hakkında pek çok şaşırtıcı bilgiye de erişilmiş olacaktır.
Aile konusu artık belli bir usul, metodoloji ya da tarihsel gerçekliğin izini sürmekten çok mevcut hareketliliğin bir parçası olarak en çok da tüketilebilir bilgi formatıyla ele alınmaktadır. Bugün artık hepimiz ideal modellerden bizatihi haberdarız. Ne var ki gerçeklik aynasında yüzleşmek için daha başka sorularla yüzleşmek ve kendimizi daha bir gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Dr. Necdet Subaşı
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2019/12 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com