İkra; İslam medeniyetinin temel taşları, alamet-i farikaları ve ilk kıvılcımlarından biridir. O, hayatı ve ölümü anlamlı kılan, akıllara yaratılış gayesini fısıldayan, insana Rabbini esma ve sıfatlarıyla tanıtan ilahi bir armağandır.
O, Kur’an’ın ilk sözü, ilk emri, kalpleri nuruyla aydınlattığı ilk ışığı, nebiler sultanının çıktığı mana yolculuğundaki ilk basamaklardan biridir. Hz. Âişe anlatıyor:
“Allah Resûlü’nün (sas) vahiy süreci, sadık rüyalar ile başladı. Gördüğü rüya gün içinde mutlaka gerçekleşir, sabah aydınlığı gibi aynen ortaya çıkardı.
Sonra yalnızlık sevdirildi. Hz. Peygamber’in bu dönemde en çok sevdiği şey, insanlardan uzaklaşıp yalnız kalmak oldu. O günlerde sık sık Hirâ Mağarası’na gider, orada günlerce kalır, (tefekkür ve tezekkürle) Rabb’ine ibadet ederdi. Yiyeceği bitinceye kadar orada dururdu. Yiyeceği bittiğinde mağaradan çıkıp Hz. Hatice’nin yanına giderdi. Bir miktar yiyecek aldıktan sonra yeniden Hirâ’ya geri dönerdi. Bu süreç vahiy gelinceye kadar böylece devam etti.”[1]
Vahiyden iki yıl önce başlayan bu süreçte sık sık Hirâ mağarasına giden Allah Resûlü (sas), burada tabiatı, hayatı, sosyal olayları tefekkür ederek okur, Rabbini esma ve sıfatlarıyla tanımaya çalışırdı. Okuma süreç ikra emriyle derinlik kazandı, diğer ayetlerin nüzulü ile Hz. Peygamber vefat edinceye kadar kesintisiz olarak devam etti.
Neyi Oku?
İkra emriyle insandan istenen ilk şey, elbette indirilen ve indirilecek olan Kur’ân ayetlerini okumalarıydı. İkinci ikra ile inen ayetleri, tekrar tekrar okuması işaret ediliyordu. Bu, onu doğru anlayıp, derinliğine kavramak, Kur’an bilinci ile inşa olmak içindi. Lakin “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1) buyuran Rabbimiz, okunması gereken şey açıkça bildirmedi. Müphem bırakarak vahiyden başka şeylerin de okunması gerektiğine işaret eder. Devam eden ayetlerde bunların neler olduğuna ışık tutar.
Ellezî halaka /yaratan kelimeleriyle yaratıcılık sıfatına dikkat çeken Allah, insandan Kur’ân gibi kişiye nice pencerelere açan, ona Rabbinin esma ve sıfatlarını öğrenmesine vesile olan kainat kitabını okumasını ister. Kimi zaman başını semaya doğru kaldırıp göklere bakmasını, güneş, ay, yıldızlar ve gezegenleri okumasını, hareket ve işlevlerini düşünmesini ister. Sonra bakışlarını yere, yerin altında ve üstünde bulunan canlı ve cansız varlıklara çevirmesini diler. Onlara ibret nazarıyla bakmasını, toprağa düşen küçücük bir tohumdan, birbirinden leziz meyve veren devasa ağaçları seyre dalmasını, nasıl yaratıldığını tefekkür ederek okumasını emreder.
Kainat kitabını okudukça hayretten dona kalan insan, ondaki mükemmellik, güzellik, ihtişam ve düzeni hayranlık içinde okur. Her birinin ince bir hesapla yaratılmışı, aralarındaki uyumu, koruma altına alınışlarını, ihtiyaçlarının karşılanmasını ve daha pek çok özelliklerini şaşkınlık içinde okur. Bunu yaparken bir yandan emrine amade kılınan yer ve göklerdeki varlıkları tanır.[2] Onlardan nasıl istifade edeceğini öğrenir.[3] Bir taraftan onları okuyarak Allah’ın hâlik, rahmân, rahîm, mâlik, kadir, bari, musavvir gibi esma ve sıfatlarını öğrenir.
Hemen ardından “İnsanı alaktan yarattı.” (Alak, 96/1) buyuran Allah, ona kendi yaratılışını okumasını işaret eder. Bir damla suyu, evrelerden geçirerek her bir organı birbirinden eşsiz güzellikte ve mükemmellikte yaratılan insanın nasıl vücut bulduğunu düşünüp okumasını ister. Ondan beş duyu ve hisler yardımıyla bilgi toplayıp üreten bir akla, varlıkları ve olayları algılayan bir beyine, bilgiyi koruyup saklayan bir zihne, zıt duyguları harmanlayan bir kalbe, birbirleriyle saat gibi uyum içinde çalışan bir düzene sahip olan vücuduna ibretle bakmasını, onları incelemesini ve okumasını ister!
“Hayır! İnsan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azar.” (Alak, 96/6-7) ayetleri ve devamında anlatılan olayla insana hayatı, sosyal olayları, insanlar arasındaki ilişkileri ve iletişimi okumasını işaret eder. İnsandan olaylara hikmetle bakmasını, yaşananlardan ders çıkarmasını, ezeni, ezileni, zalimi mazlumu, haklıyı haksızı, yapılan yanlışları ve doğruları görmesini ister.
Sonra insana içine doğru bir yolculuk yapmasını emreder. Ondan duygu ve düşüncelerini, aklını ve bilinç altını okumasını ister. Onları nelerle doldurduğuna, kimin emrine ve kimin kontrolüne verdiğine bakmasını bildirir. Rabbinin mi, egemenlerin mi? Şeytanın mı şeytanlaşmış insanların mı? Sünnetin mi, insanları aldatan bin bir surat hainlerin mi? Akıl ve bilginin mi, heva ve heveslerin mi?
Sonra ondan bütün kalbinle Allah’a yönelmesini, esma ve sıfatlarını, onların insandaki tecellilerini ve üzerindeki sayısız nimeti düşünerek okumasını ister. Marifetullah yolunda ilerlemesini, muhabbet pınarından içmesini, havf ve haşyetten payına düşeni almasını diler.
“Samimi müminler ancak, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnızca Rab’lerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfâl, 8/2) ayetinin sırrına mazhar olmasını işaret eder.
Ondan okumayı asla ihmal etmemesini, hayata, kainata, insana, olaylara, aklına, kalbine ve yaşantına dönüp tekrar tekrar bakmasını emreder. Bunu öylesine, iş olsun diye, bilinçsizce değil, ibret nazarıyla bakıp ders alarak yapmasını, okumayı kendine şiar edinmesini emreder.
“De ki; Hiç körle basiret sahibi bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?” (Enâm, 6/50)
“Hiç körle basiret sahibi, karanlıkla aydınlık bir olur mu?” (Rad, 13/16, Fâtır, 20/19)
Niçin Oku!
İster Kur’an, ister kainat kitabı, ister sosyal, siyasal veya tarihi olay olsun, her türlü okumada en önemli sebep ondan ibret almak, ders çıkarıp o doğrultuda hareket etmektir. Nahl sûresinde çeşitli misaller üzerinden, insandan kainatı okumasını isteyen Allah, okumanın ayetlerin sonunda “Şüphesiz bunda akıl eden toplum için ders alınacak işaretler vardır.” (Nahl 16/12) buyurur. Bir sonraki ayette tezekkür eden toplum için ders alınacak işaretler vardır, buyurur.
Ayetlerde okumanın hedefini bildiren Allah, okunan şeyin üzerinde tefekkür edilmesini, akıl edilip yeni sonuçlar elde edilmesini, tezekkür ile tekrar tekrar hatırlayarak, unutulmaması gerektiğini bildirir.
Nahl sûresinin 17. Ayetinde ise okuma sebeplerinden birinin, Allah’ı esma ve sıfatlarıyla tanıyıp küfür bataklığına düşmekten kurtulmak olarak bildirir:
“Yaratan kimse, yaratmayan kimse gibi olur mu? Hala tezekkür etmiyor musunuz?” (Nahl 16/17)
Bir başka ayette ise: “Kulları arasında Allah’tan ancak alimler korkar.” (Fâtır, 28) buyurarak, okumanın gayesini takvaya ulaşmak olarak açıklar.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Süresi, 39/9) buyurarak ilme teşvik eden Allah; “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu ciltler kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cuma, 62/5) buyurarak, okumaktan maksadın bilginin gereğini yapmak olduğunu bildirir. Hayata geçirilmeyen bilginin değerini kaybedeceğini açıklar.
Nasıl Oku!
İnsanın neyi ve niçin yaptığı kadar nasıl yaptığı da önemlidir. Güzel bir işi, samimi niyetle yapan kişi, yanlış usullerle yaptığında kaş yapayım derken göz çıkarabilir. Usulsüz vusul olmaz diyen büyükler, usulüne uygun yapılmayan işlerin kişiyi hedefe ulaştırmayacağını söylerler. Doğru yoldan yürümeyen bambaşka yerlere ulaşır. Cennete gideceğini umarken kendini cehennemin içinde bulabilir. “Yaratan Rabbin adıyla oku!” buyuran Allah, okumanın nasıl olması gerektiğini açıklar. Ameller kim adına yapılırsa o kadar değer kazanacağını, adına yapılan kişinin rengini alacağına işaret eder.
Putlara rab ismini veren müşrikler, bir iş yaptıkları zaman “Bismi’l-Lât! Bismi’l-Uzzâ” diyerek onların adıyla ve onların adına iş yaparlardı. Ayette “yaratan” kelimesini kullanan Allah, birçok gerçeğe aynı andan işaret etti.
1- Yaratıcı olduğunu hatırlatarak, niçin Allah’ın adını anmak, Onun adına hareket etmek gerektiğini bildirdi.
2- Müşriklere Lât ve Uzzâ adıyla veya onların adına iş yapılmayacağını, sebebini yaratıcı olmamaları ile açıkladı.
3- Müşriklerin şahsında tüm insanlığa, yaratmayan hiçbir şey adına veya adıyla iş yapılamayacağını ilan etti.
4- Yaratmayan ilah olamaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. O halde Allah’tan başka ilah yoktur, mantık silsilesine işaret etti.
5- Müfessirler, tevhidin doğrudan değil de bu şekilde üstü kapalı olarak ifade etmesinin sebebini, daha başlangıçta müşriklerin tepkisini çekip, vahyi reddetmelerine neden olmamak adına yapıldığını kaydederler.[4] Rabbimiz bununla aynı zamanda insanlara hedefe usulüne uygun hareketlerle, tedricen ulaşılacağını öğretir.
Tabiatı, hayatı, tarihi ve olayları okuma putlar adıyla ve onların adına olmayacağı gibi dünyayı yönetmeye ve insanları kendine kul etmeye kalkışan egemenler adına da olmaz.
Şeytan adına da şeytanlaşmış bin bir surata bürünen insanlar adına da okunmaz.
Heva ve heves, tutkular, takıntılar, kariyer veya gelecek endişen için de okunmaz.
Yalnızca kainatı yoktan var eden, her zerresine malik ve hakim olan, her zerresini idare ve ıslah eden Rab adına ve onun adıyla okunur.
Onun izniyle, izin verdiği sınırlar içinde! Gösterdiği yolda çizgiden sapmadan okunur. Ondan yardım isteyerek, onun izniyle, isminin bereketini umarak ve rızasını kazanmak için okunur.
Her şeyin onun adıyla başladığı, onun adıyla devam ettiği, onun kontrolünde gerçekleştiği ve sonunda ona döndürüleceği bilinciyle okunur. Hak ve hakikate ulaşmak, hayra vesile olmak, iyiye, güzele, dünya ve ahiret saadetine ulaşmak için okunur.
Allah’ı yok sayarak nefisler veya egemenler adına okuyanlar, ilimlerini insanlığı idare ve islah etmek için değil, onların felaketi için kullanırlar. Haddini bilmez, kendilerini ilah yerine koymaya kalkışır, insanların elindekileri alarak köleleştirmek isterler. Hedeflerine ulaşmak için hiçbir ölçü tanımaz, zulmün hiçbir çeşidini yapmaktan çekinmez, masum bebelerin başlarından aşağı bomba yağdırmaktan, nesilleri yok etmekten, ülkeleri yerle bir etmekten kaçınmazlar.
4. ayette “İnsana kalemle öğretti.” buyuran Allah, öğrenmenin bir plan, program dahilinde, doğru yerde, doğru zamanda, doğru alet ve edevatla yapılması gerektiğini işaret eder.
3. ayette “Oku Rabbin kerem sahibidir.” buyurarak kerem sahibi olduğunu hatırlatır.[5] Okurken ümit var olmasını, hedefini olabildiğince yüksek tutarak, yese düşmeden gayretle okumasını işaret eder.
5. ayette “İnsana bilmediklerini öğretir.” buyurarak, gayretle okuyanın tıkandığı yerde önünü açacağını, öğrenmek için vesileleri kılacağını, bilmedikleri ilhamla bildireceğini bildirir.
Okumaya başlarken şeytandan kendisine sığınılmasını emreden Allah (Nahl, 16/98), okuma yoluna şeytanlaşmış insanlarla, onların kontrolünde girilmemesini, etki alanlarından uzak durulmasını işaret eder.
Abdullah Kara
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Aralık 2018/8 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Buhârî, “Bedü’l-Vahy”, 3; Müslim, “İman”, 252; Tirmizî, 3632.
[2] Lokmân, 31/20.
[3] Nahl sûresine bkz.
[4] İbn Atiyye, Muharrer, V, 501; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, VIII, 478; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, X, 472.
[5] Ekrem; nihayetsiz, karşılıksız, garazsız, korkusuz, endişesiz, sebepli veya sebepsiz, mutad veya gayrı mutad, nimet veren, lütuf ve ihsanda bulunmaktır. Tahmâz, Tefsiru’l-Mevzûî, VIII, 532.