Merak bilgiyi elde etmenin en önemli yollarındandır. İnsan ancak merak ederek bazı şeylerin taliplisi olur; bunun için “merak ilmin hocasıdır” derler. Özellikle çocukluk devresinde merak daha üst düzeydedir. Çocuk hayatın içerisine dahil olmaya başladığında, varlığı tanıma gayreti ile, her şeyi merak etmekte ve beklide en fazla büyüklerine; “ şu ne?, bunun adı ne?, bu niye böyle?, neden?, niçin? vb.” soruları sormakta, hatta bazı çocuklarda bu merak daha üst seviyelerde olduğu için soruları ile, adeta büyüklerini bezdirmektedirler.
Çocukta varolan bu dış dünyayı tanıma merakı, fiziksel ve aklî olarak ergenliğe doğru gittikçe, çok müspet bir noktaya varacak, hatta kişinin hem dünyasını, hem ahiretini mamur edecektir. Ama ne yazık ki; merak gibi güzel bir haslet fiziksel olarak büyürken, aklî olarak küçülen nicelerinin elinde bir zahmete dönüşmekte ve olması gereken yerin çok ötesinde, hep dış dünya ile sınırlı kalıp bir türlü sahibine fayda sağlayacak boyuta vardırılamamaktadır.
Aklî ergenliğe erenler bir müddet sonra dış dünyaya olan meraklarının belli bir bölümünü içe doğru kıvırarak, kendilerini tanıma, eksik ve zaaflarını tespit etme gayretine gireceklerdir. Böyle bir netice özeleştiri gibi önemli bir noktaya sahibini vardıracak ve insan eksikliklerini tespit ve tamir etme yolunda çaba içerisinde olmaya başlayacaktır.
Yazının başlığında kullandığım Maide Sûresinin 105. ayetinin başındaki cümlede, Rabbimiz bu noktaya dikkat çekmekte; “onu, bunu bırakın siz kendi nefislerinize bakın” demektedir. Fiziksel olarak büyümelerine rağmen aklî olarak bir türlü büyüyemeyen büyük çocukların gündemi hep; o, şu, bu’dur. Bu büyük çocuklar hiçbir zaman meraklarını kendilerinin üzerine çevirmez, kendilerinin ve yaptıkları davranışlarının savcıları yani sorgulayıcıları olmaz, hep avukatları olarak suçun boyutuna aldırmadan kendilerini savunur, karşıdakini ise itham ederler. Böyle yaptıkça da o hep haklı, karşıdaki ise hep haksızdır. O hep en doğru, karşıdaki ise yanlıştır. O hep en dürüst, en sağlam, en Müslüman, karşıdaki ise hep yalancı, hep sahtekar ve hep İslamın koymuş olduğu sınırları zorlayandır.
Böyle bir mantığın sahipleri ile neyi konuşabilir, nasıl anlaşabilir ve nerede buluşabilirsiniz? Bakışlarını bir gün olsun kendi öz benliklerine çevirmeyenler suçu ve suçluyu hep dışarıda arayanlar bir müddet sonra kendilerinin bulunmaz hint kumaşı olduklarını hissetmeye başlayacaklardır. Artık bu tarz insanlar enelerinin kurbanı olmuş, çok ciddi bir tedavi ile ancak iyileşebilecekleri bir hastalığa duçar olmuşlardır. İşte bundan dolayı aklî ergenlik çok önemlidir ve her iman sahibi bu yolda gayret içerisinde olmalıdır.
Aklî ergenliğe doğru yürüme gayretinde olanlar; özeleştiriyi her an kullanacak ve modern davranış bilimlerinin empati dediği, kendisini başkası, başkasını kendi yerine koyma müessesesini işletecek, ortaya çıkan her sorunda; “acaba ben onun yerinde olsaydım ne yapardım?” yada “ acaba o benim yerimde ve konumumda olsaydı ne yapardı?” sorularını sorup, nefsini sorgulayacaktır.
Aklî ergenliğe doru yürüme gayretinde olanlar; asla kimsenin kusurlarını araştırma gibi bir gayret içerisinde olmayacaklardır. “Bu dünyada bir Müslüman kardeşinin kusurunu/ ayıbını örtenin Allah’ta öte dünyada onun kusur ve ayıbını örter” nebevî müjde gereği, kardeşlerinin dedektifi değil, koruması gibi davranacaktır. Hüsn-ü zan gibi raşid bir insanın olmazsa olmaz özelliğini her an kullanacak, her işin altında başka bir iş arayacağına, gördüğü nice olumsuz tabloyu bile; “ben yanlış anlamış olabilirim, o aslında onu kastetmemiş” gibi olumlu yönden tevil ederek anlamaya çalışacaktır.
Aklî ergenliğe doğru yürüme gayretinde olanlar; tüm gayret ve enerjilerini kendi kusurlarını giderme noktasında harcayacaklardır. Başkası boğazına kadar günah bataklığına batsa, kendisi ise sadece o günahların birkaç damlasına bulaşsa, kendi damlasını başkasının gölünden ve denizinden daha çok görecek; bu anlamda ben ben diyerek inleyecektir.
Aklî ergenliğe doğru yürüme gayretinde olanlar; her zaman Kur’an bana hitap ediyor diyecek, tatlısını kendine alıp, acısını başkalarının üzerine biçmeyecektir. Sahabî gibi, güzellikleri kardeşlerine, eleştirileri ise kendi üzerine alacaktır.
Nasıl mı? Sabit b. Kays gibi…
Muhammed Emin YILDIRIM