Hicri 11.yıl Alemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kendi ifadesi ile Refik-i A’la’ya doğru yolculuğa çıktığı tarihtir. Efendimiz’in (s.a.s.) vefatı öncesi son on üç günü bizler için çok önemlidir ve derinlemesine tahlil edilmelidir. Çünkü Allah Resulü bu zaman zarfında sürekli ashabına hassasiyetlerini, neye ne kadar önem verdiğini,ümmetine neleri nasıl tavsiye ettiğini bildirmiştir. Efendimiz’in (a.s.) bu günlerde en fazla üzerinde durduğu husus neydi diye araştıracak olursak, bunun namaz olduğunu görürüz. İsterseniz kısa bir yolculuğa çıkalım ve Allah Resulü’nün o günlerini hızlı bir biçimde gözlerimizde canlandıralım.
Bir gece vakti kalkmış, Baki Kabristanlığına gitmiş, kabir sakinlerine selam verip oturmuş, onlar için dua ve istiğfarda bulunmuştu. O günden sonra iyice fenalaşmış, eşlerinden izin alarak, Hz. Aişe’nin odasında kalmaya başlamıştı. Şiddetli bir baş ağrısına duçar olmuştu. Öyle ki Bilal’in Hayyeala’s salâh haykırışını duyunca başını mendillerle bağlayarak büyük bir zorlukla Mescide gelebilmişti. Vakit akşamdı. Mihrabına geçti, Sahabe son kez O’nun arkasında namaz kılacaktı. O namazda; mübarek dudaklardan, MürselatSûresi süzülmüştü. Allah Resulü namazdan sonra odasına çekilmişti. Yatsı vakti gelince Bilal yeniden gelmişti. O gür sesi ile Efendimiz’e namaz vaktinin geldiğini haber vermişti. Ama Allah Resulü bir türlü yerinden kalkamıyordu. Su istedi, elini,yüzünüyıkayıp,abdest aldı. Ayağa kalktı, Mescide gitmek üzere yürümeye başladı. Birkaç adım atmıştı ki, oracıkta düşüp bayıldı. Bir müddet sonra uyandı. Ağzından çıkan tek kelimeydi. Namaz diyordu. Namaz,ah namaz diye inliyordu. “ Müslümanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. “Hayır; İnsanlar sizi bekliyor” dediler. Bir daha su istedi, boy abdesti aldı. Yeniden Mescide doğru yöneldi. Ama yine yürümeyerek bayıldı. Bir müddet sonra gözünü açınca aynı soru yeniden dudaklarından döküldü: “İnsanlar namaz kıldı mı?” Cevap yine aynıydı: “Hayır.” Nasıl namaz kılacaklardı ki? Mihrabın sahibi olmadan, o güzide cemaat nasıl namaza durabilirlerdi ki? Resulullah (s.a.v.) üçüncü kez su istedi, yıkanıp abdest aldı. Ama bu sefer hiç yerinden kalkamadı. Yürüyecek hali kendinde bulamayınca; “Söyleyin Ebubekir’e namazı kıldırsın” buyurdu. Hz.Aişe bazı mülahazalarla bu emri biraz ağırdan alınca, gadaplandı ve mihrabın kendinden sonraki sahibini işaret edercesine emrini yeniledi.
Bunun üzerine Hz.Ebubekir mihraba geçti ve gözyaşları içerisinde Müslümanlara namaz kıldırdı. Allah Resulü hasta yatağında Ebubekir’in her sesini duyduğunda tebessüm ediyor, ümmetinin selameti için dualarda bulunuyordu. Hz.Ebubekir, Allah Resulü hayattayken 17 vakit namaz kıldırmıştı.
Bir öğle namazı vakti idi. Cemaat yine Ebubekir’in arkasında saf bağlamış, El-Vahid olan Allah’a yönelmiş, tevhidin etrafında vahdet etmişlerdi. Resulullah (s.a.s.) odasından çıkmış, ümmetini o halde görünce mübarek dişleri görünürcesine gülmüştü. Ümmetin o hali hasta yatağında Seyyid-i Ruhu Enam’ı hoşnut etmişti. Mihraba doğru yürüdü. Ebubekir O’nun gelişini görünce mihrabı asıl sahibine bırakmak için harekete geçti. Ama O (s.a.s.), buna müsaade etmedi. Hz.Ebubekir böyle bir şerefe de nail olacak ve bu hatırayı hep hüzünle ama büyük bir iftiharla anlatacaktı. O namaz Resulullah’ın ashabı ile son namazı idi. Efendimiz o son namaz ve hutbesinden sonra da dünya hayatına veda etti.
Allah Resulü’nü güldüren amel, namazdı. Ümmetinin hep bir arada aynı ruh hali ile Rablerine yönelmesi idi. Her namaz ile Efendimiz’i (sas) güldürdüğümüzü, her namazsızlık ile de O’nu üzdüğümüzü unutmamalıyız.
Muhammed Emin YILDIRIM