Nübüvvet medresesinin ilim deryalarından olan İbn Abbas rivayet ediyor, diyor ki; “ Bir gün Resulullah’ın yanında oturuyorduk. Bir adam geldi ve dedi ki: ‘ Ya Resulullah! Allah’a en sevimli gelen amel hangisidir.? O (s.a.v.) dedi ki: ‘Yolculuğu bitince tekrar yola başlayan kimsenin durumu Allah’a sevimlidir.’ Adam bu cevaptan bir şey anlamadı. ‘Bu ne demek?’ diye sordu. Resulullah (s.a.v.) dedi ki: ‘Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyan, sonra dönüp yeniden okuyan ve böylelikle yolculuğu hiç bitmeden devam edip giden adamın bu ameli Allah’a en sevimli gelen ameldir.” (Tirmizi, 2948)
Bu nebevî sözden de anlıyoruz ki; Kur’an bir alem, biz ise bu alemin garip bir seyyahıyız. Bize düşen sürekli bu koca alem içerisinde seyahat etmek, istifade etme amacı ile, doğru bir usûl ve üslûp ile dolaşmaktır. Eğer Vahyin rahleyi tedrisatının önüne, zihnimizde oluşan bazı düşüncelere delil bulmak için, yada içerisinde bulunduğumuz hayat düzlemini meşrulaştırma amacıyla destek mahiyetinde mesajlar aramak için değil de; Allah’ın o mesajları gönderme gaye ve amacını öğrenmek, o mesajlarda saklı bulunan maksat ve insanı ulaştırmak istediği maksutları kavrama gayesi ile oturursak, işte o zaman istifade edecek, istenilen boyutta fayda elde etmiş olacağız. Yoksa ne kadar okursak okuyalım hep o yüce kelamın hayat bahşeden iksirinden mahrum kalacak ve sorunlar yumağı içerisinde dolaşıp durmaya mahkum olacağız.Böyle bir mahrumiyet sadece başladığı noktada kalmayacak, daha ileriye ve tehlikeli bir boyuta taşınarak; haşa Allah’ın kelamını ve o kelamın mahiyetini, Allah’a öğretmeye kalkışmaya insanı ulaştıracaktır. İşte Kur’an böyle sakıncalı bir noktaya varmamak için bizleri uyarır.
Vahyin kısa ama çok önemli olan Hucurat Sûresi yada bir diğer ismi ile Ahlak Sûresi on sekiz ayeti ile bize çok temel ahlakî ilkeleri öğretir. Bu ahlakî esaslara şöyle bir baktığımızda; öncelikle bedevî bir anlayıştan, medenî bir anlayışa insanı taşıma gayretinde olduğunu görürüz. Bu esaslar; Müslümanların Allah Resulü ile kuracakları ilişkilerin hangi ahlakî ilkeler üzerine bina edilmesini öğrettiği gibi, İslam toplumunun kendi aralarındaki ilişkilere aitte çok önemli ilkelere değinir. Bu ilkeler; özellikle her gün ahlakın hayatın dışına biraz daha itildiği bu modern hayatı yaşamaya mahkum olan biz Müslümanların çok daha özen ve önemle öğrenip, içselleştirmesi gereken kurallardır. Sûrenin bu önemli mesajlarının tamamını okumak, hatta birer levha gibi zihinlerimize nakşetmek zorundayız.
Bu Sûrenin on altıncı ayetinde Allah(c.c) şöyle der: “De ki:Siz dininizi Allah’a öğretmeye mi kalkışıyorsunuz? Oysa ki; Allah göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Unutmayın ki; mutlak bilginin kaynağı olan Allah; her şeyi bilmektedir.” ( HucuratSûresi, 49/16)
Ayetin buradaki dehşet dolu ifadesi tüm Vahye muhatap olanları şiddetle sarsmalıdır. Bu noktada ilahî kelama sadece kendi çarpık düşüncelerini meşrulaştırmak için müracaat edenlerin pek de önemsenmemesi gerektiğini düşünüyorum.Yani birileri Kur’an’ın başörtüsü emrini boyun örtüsüne çevirebilir, hatta bunu bir Arap geleneğine indirgeyebilir. Ahkama dair yüzlerce ayetin mesajlarını kuşa döndürebilir ve bunu hiç de yüzleri kızarmadan Kur’an’dan ayetlerle destekleyerek dile getirebilir. Bu tarz yaklaşımları muhatap dahi kabul etmemek en doğru davranıştır. Bizim asıl üzerinde durmamız gereken kendi insanımız dediğimiz ve her fırsatta Vahiyden nasiplendiklerini iddia eden nicelerinin Vahye muhatap olurken ne yazık ki; ayetin dikkat çektiği ve uyardığı bir mantık ile Kur’an’a yaklaşmalarıdır.
Kur’an bizden bütüncül bir okuma beklerken, biz o bütüncül okumayı ihmal ederek,Vahyin aynasından bakarak oluşturmamız gereken ehem-mühim listelerini farkında olmadan adeta Allah’a kendi dinini öğretircesine, o anki zihin dünyamızın rüzgarlarına göre belirlemeye kalkıyoruz, dolayısıyla da savruluyoruz. İlkelerini Vahyin çizmediği bir hayat savrulan ve dağılmaya mahkum bir hayattır. Burada en tehlikeli olan boyut ise; böyle bir eksikliği fark edip, tekrar Vahye ön yargısız muhatap olup, onunla dirileceğimiz yerde, mevcut hallerimizi meşru göstermek için, kendimizi haklı karşıdakini haksızla itham edecek Kur’an ayetlerine sarılmamızdır. Bu da insanlığın kurtuluş reçeteleri olan İlahî kelamın gereksiz yere dillere malzeme yapılmasına meydan vermektedir. Bu tür yanlışlara meydan vermemenin yolu; öğrenmek ve teslim olmak niyeti ile yeniden Vahye müracaat etmektir.
Din ciddi bir iştir. İnsanın sadece dünyasını ilgilendiren ve bir incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit meselelere zamanını ayırıp da, ebedi hayatını ilgilendiren bir alana kayıtsız kalması düşünülemez. Ama ne yazık ki; dini meseleler toplumumuzda çok hovardaca kullanılmakta ve her önüne gelen bana göre deyip çok önemli alanlarda hükümler vermekte; böyle yapmakla da aslında farkında olmadan haşa Allah’a din öğretmeye kalkışmaktadırlar. Böyle davranmakla da hiçbir şekilde istifade edememekte, hayatında din ile huzur bulacağı yerde, din ve dindarlık hayat da, ahiret de kendisini felakete sürükleyen bir belaya dönüşmektedir.
O halde ne yapmalı? Cevabı aslında çok basit; Allah’ın emrettiği bağları O’nun istediği biçimde tesis edip korumak..
Muhammed Emin YILDIRIM