İnsanî ilişkilerde birbirimize yaptığımız en güzel teşekkür cümlelerinden biri hiç şüphesiz “Allah senden razı olsun” niyazıdır. İnanan bir insanın en büyük ideali, varlığını borçlu olduğu Allah’ı razı etmek O’nu hoşnut kılmaktır. Bunun için bu dua ve niyazlar insanı sevindirir, gönülden memnun eder. Bu duayı çokça yapmamıza rağmen “Allah bir insandan nasıl razı olur? ” diye hiç düşündük mü? Allah’ın razı olma yasası, ilkesi nedir acaba ? Yaratıcı yarattığından nasıl razı olur ?
Hz. Musa (a.s) Sina dağında erdiği o yüce makamda Allah’a bu soruyu sormuş demiş ki; “Ey Rabbim sen kullarından ne zaman razı olursun, bunu bana öğret ki kullarına bildireyim ve onlarda seni razı edecek eylemlerde bulunsunlar. Rabbimiz demiş ki; Ey Musa ; Kullarım benden ne zaman razı olursa bende onlardan o zaman razı olurum.
Demek ki Allah’ın razı olması bizim O’ndan razı olmamıza bağlıdır. ?imdi daha iyi anlıyoruz sözün Sultanı Efendimiz’in bir ömür dilinden düşürmediği o duayı… O (s.a.v) derdi ki “Radeytü billahi rabbe, ve bimuhammedin resule bil islami dine.” Rab olarak Allah’tan, Resul olarak Muhammed’den, Din olarak İslam’dan razı oldum. İşte o kutlu Nebi’nin dilinde rıza böyle ifadesini buluyordu. O (s.a.v) sadece dilde O’ndan razı olduğunu ifade etmiyor hayatı ilede bunu ispat ediyordu.
Allah’tan razı olmak O’nun hakkımızda takdir ettiği her hükme boyun eğip isyan etmemektir. “Benim hakkımdaki vermiş olduğun hüküm en adil olanıdır.” diyebilmektir. Hoştur bana senden gelen deyip teslim olabilmektir. Teslimiyet ve tevekküliyet makamlarını hayatlarının merkezine oturtabilmek, iç sükunete ve itmimana ulaşabilmektir. Fiziksel halinden ruhsal haline, ekonomik halinden toplumdaki saygınlığına kadar her alandaki imkanlarına razı olabilmektir. Böyle bir rıza insana ne kazandırır sizce ?
Ne kazandırmaz ki;
Birincisi; İnsan engin bir kanaat düşüncesine ulaşır. Her haline şükür eder. Ve ona bu imkanları veren rabbine karşı teşekkür yollarını arar. Her nimetin şükrünün kendi cinsinden olduğunu bilerek, o nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışır. Kendinden yukarıdakilere bakıp onlara heveslenmez, aşağıdakilere bakarak elindeki nimetlerin çokluğundan Allah’a müteşekkir olur.
İkincisi; Başkalarına haset etmez. Kimseyi kıskanmaz, çünkü o halinden memnun olduğu için birilerine özenme ihtiyacı duymaz. O başka bir şey istemez ki kıskançlık belasına bulaşmış olsun. O bulunduğu her ortamda salih insanlara imrenir, ama kıskanmaz, yarışır, ama haset etmez. Çünkü her haline razıdır. Niye haset etsin ki;
Üçüncüsü; Müthiş bir özgüvene ulaşır. Rızanın belki de insana kazandırdığı en büyük kazanç budur. Özgüveni olmayan insanların ilişkilerinde nasıl çıkmazlara girdikleri bilinen bir gerçektir. Özgüven insanın takıntı hastalığına bulaşmasını engelleyen bir etkendir. Bunu sağlayabilen insanın aşağılık kompleksi olmaz, bu olmadığı içinde rahattır. Kendisi ile, ailesi ile ve çevresi ile barışıktır. Bir yerlere iyi görünme hastalığı yada mükemmel olma ve mükemmel görme saplantısı yoktur. O kendine verilen her şeyin bir nimet olduğunun bilincindedir. ?ahsındaki meziyetlerin kesbî olmayıp, vehbî olduğu bilinciyle kazancında hiçbir etkisi olmayan şeylerden dolayı ne sevinip övünmekte, ne üzülüp yerinmektedir. Boyunun kısalığı, saçının dökülmesi veya beyazlanışı, yaşının ilerlemesinden dolayı fiziğinin bozulması, onu üzmemekte, aynanın karşısında geçirdiği zamanı çok daha anlamlı şeyler uğruna geçirmektedir.
Bugün nefislerimizde ve toplumlarımızda kanaatsizlik almış başını yürümüşse her dokunduğumuzdan kırk feryad duymaya başlamışsak, aile içinden kurumsal yapılara haset geneli sarsacak bir hastalığa dönüşmüş ise ve özgüven diye şahsiyetli bireylerin olmazsa olmazı olan bu özellik kaybolmuş ise burada durup Allah’tan razı olup olmadığımızı sorgulamamız gerekecektir. Eğer tam anlamı ile razı olsaydık inanın bu sorunların hiç birini yaşamayacaktık. O halde gelin birbirimize yaptığımız o güze duayı bir müddet değiştirelim; “Allah senden razı olsun” yerine, “Allah’tan razı ol” diyelim.
Muhammed Emin YILDIRIM