Seni çok seviyorum; bu üç kelimeden oluşan sihirli cümleyi hayatımızda çokça kullanırız. Bazen eşimize, çocuklarımıza, anne ve babalarımıza, bazen dost ve arkadaşlarımıza, bazen de Allah ve Resulu’ne karşı kullanırız. Ama bu cümle aslında ağızdan çıktığı kadar hafif ve ucuz değildir. Nasıl ki her söz sahibine bir sorumluluk yüklerse, bu sözde sahibine ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Bu bilinçte olmayınca dile getirilen bu cümleler uçup giden sözlere dönüşür; ne söyleyene, ne söylenene bir fayda sağlamaz.
Batılı bir Edebiyatçı olan Bernard Shaw seni seviyorum cümlesinin her zaman aynı değeri taşımadığını söyler. O der ki; bazen bu cümle şarap gibidir. Rengi ve kokusu vardır ama faydası yoktur. Bu cümleyi duyan ortaya bir şeylerin çıkacağını zanneder. Oysa ki o bir görünür, bir kaybolur. Uçucudur; varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark yoktur.
Bazen bu cümle kahve gibidir. Söylersiniz, içilir ama besin değildir. Karın doyurmaz, hiçbir ihtiyaca cevap vermez. Bir de muhatabınız açsa sizin kahve niteliğindeki bu cümleniz ona zarar bile verebilir. Söylenme zaman ve mekanı doğru olmadığı için iki tarafada bir kazanç sağlamadığı gibi, boş ve anlamsız bir söze dönüşüverir.
Bazen bu cümle gazoz gibidir. Havalıdır, duyduğunuz zaman kendinizden geçersiniz. Beylik laflar içerir. İşte sensiz yaşayamam, ya benimsin ya toprağın, sensiz dünyayı neyleyeyim gibi.. Ama tüm bu sözler gazoz gibi sadece etrafa hava saçar; içi boş, ama gürültüsü çoktur.
Bazen de bu cümle su gibidir. Saftır, durudur, mütevazidir, beklentisidir, pazarlıksızdır. Çok söylenmez, herkese söylenmez, su gibi aziz tutularak değer verilir. Değer verildiği içinde ancak bu değeri hak edenlere söylenir. Söylendiğinde de her türlü bedeli göz önünde tutularak ifade edilir. Sonucu ve sorumluluğu unutulmadan dilde anlamını bulur.
Şimdi ilişkilerimizi gözden geçirelim; bu cümleyi biz nasıl dillendiriyoruz. şarap, kahve gazoz gibi mi? Yoksa su gibi mi? Bu sorunun cevabını herkes kendi duruşuna göre verebilir, ama ortada şöyle temel bir ilke var ki o da; sevmek fedakarlıktır. Sevgili sevdiğinin yolunda ne kadar fedakarlık yapabiliyor, ise o kadar söylediği cümlenin değeri oluşacaktır. Sevmek dilin söylemesi ile değil, elin vermesi ile belli olur diye Anadolu’da bir söz vardır. Sevdiğini iddia ettiğimiz şeyler için nelerimizi verebiliyoruz. İster bu sevgili eş, çocuk, ana ve baba olsun, ister dost ve arkadaşlarımız olsun isterse Allah ve Resulu olsun fark etmez. Kimin için söylersek söyleyelim bu sözümüzün doğruluğu hayatımız da onlar için ortaya koyduğumuz fedakarlıklarla belli olur. Çünkü seven verir, seven feda eder, seven katlanır,seven acı çeker, seven sevdiğinin yolunda olur. Seven varlığını sevgilisinin varlığına armağan eder.
Büyük İslam kadını Rabia Adeviye der ki: “Allah’ı seviyorum diyorsun sonrada O’na isyan ediyorsun. Yemin ederim ki;bu anlaşılması zor ve tuhaf bir tavırdır. Eğer gerçekten O’nu sevseydin O’na itaat ederdin. Zira seven sevdiğinin yolunda olur, O’na kul ve köle olur.”
Gerçek aşıkların hayatları gözlerimizin önündedir. Onlar aşk ehliydiler, aşk ehli oldukları içinde iş ehli olmuşlardı. Dilleriyle bedenleri beraber hareket ederlerdi. Saatlerce gereksiz tartışmaların içerisine dalmaktansa amel ve aksiyonu her şeyin önüne geçirirlerdi. Sözlerini israf etmedikleri için nerede,neyi,ne ölçüde konuşacaklarını çok iyi bilirlerdi. Onlar asla aşkın dedikodusunu yapmazlardı. Çünkü onlar diyorlardı ki; “Aşkı tatmayan bilemez,bilenlerin çoğu da söylemez veya söyleyemez,söyleseler de aşık olmayanlar anlayamaz.” Onlar yürek-bilek dengesini çok iyi kurdukları için öğrendikleri her bilgiyi amele dönüştürüverirlerdi. Böyle olduğu içinde hem o bilgi bereketlenir, artar, ziyadeleşir, hem de o amel ve eylem başkalarında etki uyandırıp insanları tesiri altına alırdı. Bugün bilgi kaynaklarının başlarına oturup da, öğrendikleri kulak kepçelerinden öteye geçmeyen, bu çağın insanın en büyük problemi bildiği ile amel etmemesidir. Ama bilinen bir gerçek var ki, o da; “ bildiğimiz ile amel ettiğimiz sürece Allah bizlere bilmediklerimizi öğretecektir.”
O halde ağlamak sızlamak yerine hepimiz nefislerimize şu soruyu sormak zorundayız: Su gibi saf ve duru sevebiliyor ve sevdiklerimiz yolunda fedakar olabiliyor muyuz.?
Aşık mıyız, yoksa aşkın dedikodusunu mu yapıyoruz?
Muhammed Emin YILDIRIM