1. Akabe Biatı’nda bulunan 12 Yesrib’li Efendimiz (a.s.) ile görüştüklerinde bir talepleri vardı. Allah Resulü’ne el verip, yolunda olduklarını beyan ettikten sonra dediler ki: “Ya Resulullah! Bize bir Kur’an öğretmeni verseniz; hem bize, hem diğer insanlara Allah’ın kitabını öğretse olmaz mı?” Allah Resulü onların bu taleplerini kabul ederek onlarla aşk ve sadakat abidesi Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. Musab’ın Yesrib’e gidişi ile her şey bir anda değişti ve Yesrib’in her evinden Kur’an sesleri yükselmeye başladı.
Aradan daha bir sene geçmeden Mus’ab b. Umeyr’in eşsiz gayreti ile İslam dalga dalga Yesrib’te yayılmaya başlamıştı. Bir önceki sene 12 kişi ile gelen Yesrib heyeti, o yıl 72 kişilik bir kafile Akabe’ye gelmişti. O yıl 2. Akabe Biatı yapılmış, Mus’ab yine aynı heyet ile Yesrib’e dönmüş ve diyar-ı küfrü, diyar-ı İslam yapana kadar da orada kalma kararlılığını göstermişti.
Mus’ab ne yapmıştı ki, bu kadar kısa bir zamanda Yesrib’te böyle bir başarıyı elde etmişti? İşte bu soru çok önemlidir ve bu çağın Mus’ab adaylarının bunu iyice araştırmaları şarttır. Bu araştırmaya bir katkı olması için Mus’ab b. Umeyr’in başarısının sırlarından bir kaçına burada değinelim.
1- Mus’ab b. Umeyr, mensubu olduğu dini yüzeysel değil, derinlemesine biliyordu. O İslam’ı iyice öğrenmiş, bir çok hususu yeterli oranda talim etmiş, zihni ve yüreğindeki fırtınaları dindirmişti.
2- İlmi birilerine caka satmak için değil, amel etmek için tahsil etmişti. O da her sahabî gibi; konuştuğunu yaşayan, yaşadığını konuşan biriydi. Hayatında bir bütünlük vardı. Böyle olduğu içinde kelimeler boğazından değil, yüreğinden çıkıyordu. Mus’ab; “boğazdan çıkan kelimelerin muhatabın kulağına, yürekten çıkan kelimelerin muhatabın yüreğine” gideceğini çok iyi biliyordu.
3- Mus’ab, Yesrib’e dönmek için değil, ölmek için gitmişti. Gittiği ilk günden itibaren dönme fikrini unutmuştu. Kimseden beklentisi yoktu. O tek bir sevda için Yesrib’te bulunuyordu, o da; imandan mahrum yüreklere imanın şerbetini içirmekti. Hedefi belli, yönü belli, yolu belliydi. Belirsizliğin onun hayatında hiçbir şekilde yeri yoktu. Bunun içinde her anını bu hedefin ikamesi için harcıyordu.
4- Mus’ab çok güçlü bir iradenin sahibi idi. Hoş bir tevafuk ki, Mus’ab Arapça’da ki kelime manası ile; aşılmaz sağlam tepe, sarsılmaz güçlü dağ anlamına geliyordu. Buradaki isim-müsemma uyumu ile gerçekten Mus’ab b. Umeyr çok güçlü bir iradenin sahibi idi. O risalet davasının ancak güçlü bir irade ile temsil edileceğini çok iyi biliyordu. Bunun içinde iradesini güçlendiriyor, Allah ile münasebetini her zaman sağlam tutmaya gayret gösteriyordu.
5- Mus’ab b. Umeyr, “medenilere galebe ancak ikna iledir” ilkesi ile hareket ediyordu. O sözün gücüne inanıyor, dile getirdiği hakikatlere güveniyor, söz silahı ile atom bombalarını susturacağını çok iyi biliyordu. Kendisini susturmaya, hatta öldürmeye gelen nicelerini sözün gücü ile ikna ediyor, öldürmeye gelen onun güzel üslubu ile dirilerek yanından ayrılıyorlardı.
6- Mus’ab b. Umeyr, yaşamak zorunda olduğu toprakların dilini, kültürünü, sorunlarını ve hassasiyetlerini çok iyi öğrenmişti. O günün Yesrib’inde bulunan Evs ve Hazreç’e mensup tüm kabileleri, Yahudi kabileleri ve bunların dini düşüncelerini öğreniyor ve onlara ikna olabilecekleri yeni bir din dili ile konuşuyordu. Kendi dini düşüncesini derinlemesine bildiği gibi; onlarınkini de biliyor, tanıyor ve her konuşması ile gönüller fethediyordu.
Daha söylenecek çok şey var ama yerimizin sonuna geldik. İnşallah Rabbim Mus’ab ruhunu doğru anlayıp, bu çağda diriltenlerden eyler bizleri.
Sizi bilmem ama ben Avrupa’da bu ruhun dirileceğine dair umutlarım artarak döndüm. Bana bu umudu kazandıran başörtülü Mus’ablara duacıyım. Siz de dua edin olmaz mı?
Muhammed Emin YILDIRIM