Nicedir, Milliyet gazetesi yazarı Ece Temelkuran’ın yazısı bağlamında bir şeyler yazmak istiyordum. Nasip bugüne imiş… Aslında amacım Ece Hanım’a cevabî bir yazı yazmak olmadığı için de pek acele etmedim. O’na cevap yazma ihtiyacı hissetmedim. Çünkü Ece Hanım’ın zihnini inşa eden bilgi kaynaklarından yararlanarak böyle bir yazı yazması O’nun için çok doğal idi. Bize düşen sözün kimden, ne maksatla, ne için söylendiğine takılmadan o söylenenlerden istifade edip, duruşumuzu gözden geçirmektir.
Ece Hanım diyor ki; “Zira öyle sanıyorum ki hiçbir tarikat tavsiye etmez sivri topuklu pembe çizmeleri, arkadan yırtmaçlı dar etekleri, bol makyaj eşliğinde bol dekolteli gömleği?” O baharın gelişi ile başörtülü hanımların bu giysilerle patır patır sokağa dökülmesinden hoşlanıyor ve bunu “İnsanca zaafların tutucu emirlere karşı zafer kazanması” olarak yorumluyor. Ece Hanım bu çözülmeyi böyle nitelendirse de, bahsettiği tiplerin her gün çoğalmasına ne yazık ki bizlerde şahit olmaktayız.
Sahi ne oluyor bize ve bizlere? Hanımlarımıza, kızlarımıza ve erkeklerimize… Bir zamanlar gururla ve bir kimlik nişanesi olarak taşıdığımız başımızdaki örtü, yüzümüzdeki sakal yada diğer giysilerimiz artık bizi sıkmaya mı başlamıştı? Yoksa bir inancın kimliği, şiarı ve sembolleri olan bunca şey aslî değerlerini yitirmeye mi başlamıştı?
Yüce vahiy Müslüman hanımın başörtüsünü nasıl tarif ediyordu. “Başörtülerini takmaları onların tanınmaları (toplum içerisinde kimliklerinin bilinmesi) ve incitilmemeleri içindir.” (Ahzab suresi 33/59). Yani başörtüsü “Müslüman kadının kimliğidir” ve bu kimlik kadının şahsiyetinin, dişiliğinin önüne geçmesinin ifadesidir. Kimliğinin öne çıkması için dişiliğinin gizlenmesidir. Ama başta taşınan bu kimlik amacından saptırılınca, o kimlik taşınan tarafından hakkıyla temsil edilemeyince, hem kimlik hem de onu taşıyan zedelenmektedir. Kimliğini kamuoyuna takdim edenlerin her yanlış davranışı kimliğine mal edilmektedir. Onun yapacağı her tavır ve davranış hemen kimliği ile birlikte ele alınmaktadır. Ne yazık ki başlarındaki örtünün böyle bir anlam ifade ettiğinden habersiz yada bu sorumluluğun bilincinde olmayan bazı hanımlar hem kendilerine hem de kimliklerine zarar vermektedirler.
Bir bakıyorsunuz ki sokak ve caddelerde başları kapalı ama ahlakları açık, saçları gizli ama tavır ve davranışları açık yığınla hanım dolaşıyor. Böyle olunca da bir kimlik olan başörtüsü ne yazık ki bir aksesuara dönüşmektedir.
Bunu belki çoğu hanımımız fark etmemiştir. Ama bakın Ece Hanım nasıl fark etmiş. “Benim hoşuma gidiyor bu insanlık macerasını izlemek… Acaba türbanları yüzünden okullarına giremeyen kızların içi acıyor mudur bu aksesuarlaşma sürecinde ?”
O’nun hoşuna gidiyormuş. Bilmiyorum bu işi bilinçli yada bilinçsiz yapan hanımlarımız başlarında o örtünün aksesuarlaşma sürecine dönüşmesinden hoşlanıyorlar mı ? Ve yazının sonunda diyor ki; “Pek tabi el ele tutup dolaşacak. Çünkü nihayetinde insanlık, üzerindeki bütün örtüleri atıp özgürleşecek, koşacak, sevişecek, dans edecek. Öyle bir bahar gelecek ki bütün örtüleri aksesuar edecek”
Evetmodernizm her şeyi altüst etti. İbadetler adetleşti, kimlikler aksesuarlaştı, ilişkiler sanallaştı ve şahsiyetler yıprandı. Birileri bizim bu halimize acı acı gülse de yada birileri bu hali “kadınlığın tatlı halleri yanında türbanın küçülüp küçülüp bir saç süsü haline gelivermesinden” hoşlansa da bizler yeniden vahiy ile tanışmak ve yeniden vahyi hayata taşımak, onunla hayatımızı yeniden inşa etmek, vahiy ile aramızdaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmek zorundayız. Peygamber Efendimizin (s.a.v) bir kimlik bilinci oluşturmak için Mekke ve Medine’de verdiği mücadeleyi yeniden gözden geçirmek zorundayız. Kılık ve kıyafetin birer kimlik olduğunu, o kimliğin hakkıyla temsil edilmesi gerektiğini, hatırdan çıkarmamak zorundayız. Her kimliğin sahibi tarafından o kimliğe yakışır tarzda taşınması gerektiğini unutmadan hareket etmek zorundayız. Eğer taşınan kimlikler hanımlar için başörtüsü, erkekler için sakal, takke, şalvar her ne ise yaşantı ile uyum halinde ise, değerini muhafaza edeceğini yoksa birer aksesuara dönüşeceğini unutmamalıyız.
Ve özgürlüğü dişiliğin teşhir edilmesinde gören, özgür olduğunu iddia edip şehvetlerinin köleleri olanlara gerçek özgürlüğün “Abdullah” olmak ile yani Allah’a kul olup O’nun (c.c) emir ve yasaklarına uymak ile kazanılacağını göstermek zorundayız.
En büyük özgürlük O’na (c.c) kul olup başka hiçbir şey önünde eğilmemek değil midir ?
Muhammed Emin YILDIRIM