Cenab-ı Hakk’ın Kerim isminin tecellisini iliklerimize kadar hissettiğimiz mübarek Ramazan’ın adeta gidişinin bir tesellisi olan Bayram’a kavuşmanın coşku ve heyecanın içerisindeyiz. Her fırsatta kullarına rahmetini gönderen Rabbimiz, böyle günlerde o rahmeti zirvelere taşıyarak mümin gönüllere şifa ve sekinet, şüpheci gönüllere istikamet ve hidayet, inkarcı gönüllere ise kesin bilgi ve hakikat göndermeye devam ediyor. Böylelikle herkes bu nimet ve ikram günlerinden duruşunun selimiyeti oranında istifade ediyor. Bu aslında her nimetin muhatap da aynı oranda etki uyandırmadığının en büyük delilidir. Her muhatap değeri ve kıymeti kadar bu günlerin değer ve kıymetini bilir ve bildiği düzeyde de istifade eder. İşte içerisinde bulunduğumuz bu günlerde bunun pratik karşılıklarını çevremizde çokça müşahade etme imkanı elde ediyoruz.
Bayram bizim dilimize Farsça dan geçen bir kelimedir. Bu kelime sevinç ve eğlence günü anlamına gelmektedir. Bayram kelimesinin Arap dilindeki karşılığı ise ıyddir. Iyd ; adet halini alan bazı günlerde sevinç veya keder için bir araya gelmek anlamını taşımaktadır. Dolayısı ile bayram günleri meşru daire de sevinme ve bu ilahî sevinci, coşku ve heyecana dönüştürme vesilesidir. Ama imanın ızdırabını yüreğinde bir koz gibi taşıyan insanlar bayram günlerinde biraz daha hüzünlenir; Ya Rabbi bu Bayramda da olmadı acaba bir daha ki Bayrama olur mu? diye gözlerinden yaşlar boşanarak yüreklerinde kopan fırtınaları kimseye belli etmeden içten içe farklı dünyalara dalarlar.
Bu Bayramda da Kudusümüz işgal altında, el-Halilimiz ne yazık ki zalim namlular gölgesindedir. Çocuklarımız Bağdatımız da şeker değil mermilerle ödüllendiriliyorlar. Benim çocuklarım amcalarının ellerini öperlerken harçlıklarını büyük bir sevinç ile ceplerine koyarlarken, Felluce’de harçlıklar kırmızıya boyalı, onlar Bayram harçlıklarını kan ve gözyaşı görerek alıyorlar. Afganistan’da, Çeçenistan’da yada başka bir İslam coğrafyasında bundan farklı bir durum ne yazık ki yok… Her yerde hüzün, her yerde kan ve gözyaşı…
Ya Pakistan, Keşmir,Açe ve diğerleri… Ya Rab ne zaman gülecek bu yaralı ümmet? Ne zaman insanlık bu acımasız ve hiçbir vicdanın tahammül edemeyeceği zulümlere, haksızlıklara,vurdum duymazlıklara son verecek.? Ne zaman genelde insanlık, özelde bizler dertlerimizin dermanı olarak Vahye hiçbir şart ileri sürmeksizin teslim olacak ve o bitimsiz devalardan istifade edeceğiz ? Ne zaman alınlar secdelere kavuşacak? Ne zaman imanın bir bedeli olduğunu öğrenecek ve bu bedeli ödemenin yollarını arayacağız? Ne zaman tüm eylem ve söylemleri sadece Allah’a has kılarak yapacak, hiç kimseden en küçük bir karşılık beklemeden ecir ve mükafatımızı O’ndan bekleyerek muhlis kullardan olacağız? Ne zaman dillerimizden çıkan o güzel ve yaldızlı sözler meclislerimizin aksesuarı olarak kalmayıp, hayatımıza amel olarak yansıyacak? Ne zaman yakınlarımızdaki insanlara dini anlatıyorum diye onları ya birer his insanı, yada yüreklerini karartırcasına riya telkin ederek kirletmeyi bırakarak birer gönül insanları olmalarını sağlayacağız? Ne zaman insanı en değerli hazine bilip ucuza satmayacak, en küçük hatalarını bahane ederek harcamayacağız? Ne zaman model ve örnek olarak Alemin Sultanını tanıyacak, Muhammedi bir hayatın rüyası ile yaşayacağız? Ne zaman ilk nesil gibi islami değerlerin korunmasını en önemli vazife olarak bilecek, bizlerde anam, babam ve nefsim sana ve senin yoluna feda olsun ya Resullullah diyebileceğiz? Ne zaman Rabbe varmayı en büyük bayram olarak bilecek, o kavuşmayı bir şeb-i arus gecesinin hasretini çekercesine bekleyeceğiz? Ve ne zaman Mevlanın huzuruna varıp, orada hoş amedi ile karşılanacak, defterler sağ ele verilecek ; haydi Muhammed (s.a.v.)’e komşu olmayı hak ettiniz müjdesi ile sarsılacak ve o günün gerçek bir bayram olduğunun bilincine varacağız?
Asıl Bayram o gün değil mi? Ne diyordu M.Lutfi Hazretleri;
“Mevla bizi affede Bayram o bayram olur
Cürm ü hatalar gide Bayram o bayram olur”
Ne diyelim Allah bizleri böyle bayramlara kavuştursun, yüzlerimizin tebessümüne yüreklerimizi de ortak kılsın.
Muhammed Emin YILDIRIM