Mekke’de aşkın ve mücadelenin mekânı Mina’dayız. Mina; hac menasiki içerisinde bulunan remy-i cimâr yani şeytan taşlama amelinin yapıldığı yerdir. Haccın tüm amelleri içerisinde, Hz. İbrahim ve ailesinin izlerini gördüğünüz gibi, şeytan taşlama işinde de bu kutlu ailenin izlerini görüyoruz. Bizde tüm Rahman’ın misafirleri gibi “Bismillahi Allahüekber, rağmen li’ş-şeytani ve hizbihi; Allah’ın adı ile tüm şeytan ve yandaşlarına karşı savaşım olsun” diye taşlarımızı atıp, Kâbe’ye doğru yürürken, Efendimiz’in (s.a.v.) “Ben iki kurbanlık babanın oğluyum” sözünü hatırlıyoruz. Allah Resulü’nün iki babadan kastı biri Mina hatırasının sahibi Hz. İsmail, diğeri ise öz babası Abdullah’tır.
Hepimizin çok iyi bildiği bu iki kurban kıssasını, sözün sultanı olan Efendimiz (s.a.v.) çok özlü bir ifade ile aslında peygamberler silsilesinin öyle rasgele bir olay ile seçilmediklerini, o yüce silsilenin ısmarlama insanlar olduğunu bizlere beyan ediyor. Hz. İbrahim’in Harran’da başlayan hayat serüveni, orada ateşe atılma gibi büyük bir imtihan ile devam ediyor, sonrasında genç hanımı Sare ile Mısır topraklarına geliyorlardı. Burada Mısır’ın o günkü Firavunu karşısındaki teslimiyetleri Hacer isimli bir cariyenin kendilerine hediye edilmelerini sağlıyor ve Mısır’a iki kişi olarak gelen bu kutlu aile, üç kişi olarak Filistin topraklarına gidiyorlardı. Bir müddet sonra, Hz. İbrahim, Sare’nin ısrarlarıyla, Hacer ile evleniyor ve ondan İsmail adında nur topu gibi bir erkek çocuğu oluyordu. Şimdi daha büyük bir imtihanın başlangıcı olarak Hz. İbrahim toprağında bir tek ot bitmeyen bu vadiye getirip genç hanımı ile kundaktaki bebeğini bırakıyordu. Hicretin nazlı gelini Hacer, büyük bir teslimiyet gösteriyor ve melekleri hayran bırakan bu teslimiyet zemzem gibi bitimsiz bir rahmet ile ödüllendiriliyordu. Zemzem’in ortaya çıkışı bölgeye bir canlılık katıyor, Yemen’den gelen Cürhümilerin orada yerleşmesini sağlıyordu. Bu dönem içerisinde birkaç kez ailesini görmeye gelip giden Hz. İbrahim, Allah’tan aldığı emir ile yeryüzünün ilk mabedi olan Kâbe’yi ihya etmek için kolları sıvıyor, oğlu İsmail ile birlikte Hz. Nuh’tan beri kayıp olan temelleri gün yüzüne çıkarıyordu. Beytin ihyasının sonrasında Hz. İbrahim’i ateşten daha büyük bir imtihan bekliyordu. O şimdi yıllardır evlat hasreti ile yanıp, tutuşan yüreğini tam teskin etmişti ki, Allah’ın emrini yerine getirme adına Mina’da keskin bıçağı, oğlu İsmail’in naif boğazına dayayacaktı. Yaşlı baba elinde bıçak, önünde ana Hacer’den süt yerine teslimiyet emmiş bir oğul olan İsmail’in boğazını kesmeye çalışıyor; ama bıçak bir türlü kesmiyordu. Gözleri kurbanlık bir koç gibi bağlı olan İsmail, babasının şefkatten dolayı kesmediğini zan ederek; “Kes Baba! Sen Allah’ın emrine karşı mı geleceksin” diyordu. İbrahim, o rahmetin babası, yüreğine taş bağlayarak büyük bir teslimiyet ile kesmeye çalışıyordu, ama bıçak aldığı bir emir gereği kesmez olmuştu. Nuh’un gemisini sahili selamete ulaştıran, Musa’nın asası ile Kızıldeniz’i ikiye ayıran, balığın karnını Yunus’a güvenli bir mekan kılan, ateşi İbrahim’e serin ve selamet yapan otorite şimdi de keskin bıçağa kesmeyeceksin diyordu. Kim O’nun (c.c.) emrine karşı gelebilirdi ki; bıçakta kesmiyor, baba-oğul teslimiyetlerinin karşılığını kazanıyorlardı.
Aradan yüzyıllar geçmiş, şimdi İbrahim’in rolünü dede Abdulmuttalib, oğlu İsmail’in rolünü ise baba Abdullah oynamak üzere sahnede yerlerini almışlardı. Dede Abdulmuttalib Cürhümilerden beri kayıp olan zemzemi ilahi bir işaret ile aramaya koyulmuş, zemzemden önce büyük bir hazine bulmuş, Mekkeliler ise bu hazinede hak iddia etmişlerdi. Dede Abdulmuttalib bu hazinenin Kâbe’nin hakkı olduğunu söyleyince aralarında büyük bir tartışma yaşanmış, işin sonunda bazıları; “Ey Abdulmuttalib! Sen şimdi bize 12–15 yaşlarında bir tek oğlun olan Haris’le mi karşı geleceksin?” demişlerdi. Bu söz öyle bir dokunmuştu ki Abdulmuttalib’e, orada ellerini semaya kaldırmış, İbrahim, Hanne ve Zekeriya gibi dua dua yakarmış ve şöyle demişti: “Allah’ım, görüyorsun bu kara yüzlü adamları… Ne olur bana 10 erkek evladı versen de, senin evini bunlara karşı savunsam. Eğer bana 10 erkek evlat verirsen, birini senin yolunda kurban edeceğim.”Allah bu duaya icabet eder, Abdulmuttalib hem zemzemi bulur, hem 10 erkek evladın sahibi olur. Şimdi ise adağın yerine getirilme zamanıdır. Oğullar arasında kur’a çekilir ve kurban belli edilir. Kurban en küçük oğul Abdullah’tır. Baba-oğul yüzyıllar öncesinde ataları Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in rolünü oynamak üzeredirler. Ama yine ötelerden gelen bir rahmet, İsmail’i kurtardığı gibi, Abdullah’ı da kurtaracaktır. Çünkü İsmail yaşamalıydı, onun soyundan gelecekti Abdullah, o da yaşamalıydı, çünkü onun soyundan gelecekti âlemlerin sultanı olan Efendimiz…
Kurbanlık babaların çocuğu olan Efendimiz (s.a.v.) adeta bize bu kıssalarla kurbanın arkasında duran asıl ruhu hayatı ile öğretircesine; “Kurban Teslimiyettir” diye haykırmaktadır. İbrahim’in kurbanı İsmail, Abdulmuttalib’in kurbanı Abdullah’tı. Sizce bizlerin kesecekleri kurbanlar yok mu? Kesilen her koyun, koç ve sığır birer semboldür. Asıl kurban edilmesi gereken yüreklerdeki İsmaillerdir. O halde herkes kendi İsmail’ini tespit etmeli ve İbrahim gibi sadakatle onu kesmek için minalar aramalıdır.
Muhammed Emin YILDIRIM