Büyük Arap Edebiyatçısı Meydanî “Kitabü’l Emsal” isimli iki ciltlik eserinde altı binden fazla Arap atasözünün ortaya çıkış sebeplerini temsillerle anlatır. “Asıl ben beyaz öküzün yiyildiği gün yiyilmiştim” atasözünün de nasıl oluştuğunu anlatan Meydanî, bakışlarımızı ötelerden, günümüze taşıyarak bugün dünya istikbarının İslâm coğrafyalarında yapmak istedikleri oyunlara dikkatlerimizi çekmektedir.
Anlatılan temsile göre; çok güzel bir ormanda bir aslan ile üç öküz yaşıyorlarmış. Öküzlerin üçü de farklı renklerde imiş. Biri beyaz, biri siyah, diğeri ise kırmızı imiş. Bu öküzlerin arasında güzel bir ittifak varmış, tüm öküzlerin ortak şiarı “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindir” sözü imiş. Aslan öküzlerin arasındaki bu birlikten rahatsız oluyor, bunların arasını bozup, birer birer onları yemenin planlarını yapıyormuş. Ama üçüne birden saldırınca başına geleceğini çok iyi bildiği için, önce bu üç öküzün arasını bozup, yine onların gücünden faydalanarak, yemenin yollarını arıyormuş. Derken aslan bir gün kımızı ve siyah öküzün yanına gitmiş, onlara demiş ki; Benim rengim, sizin ikinizin rengi ile aynı ama beyaz öküz bizden farklı? Ben korkuyorum ki beyaz öküz ormanda tâ ötelerden fark edilsin. O fark edilince avcılar buraya gelecek ve hepimizi yakalayıp öldürecekler. Eğer siz müsaade ederseniz ben onu halledeyim. Kırmızı ve siyah öküz düşünmüşler, hepsi için tehlikeli olan beyaz öküzü ortadan kaldırmanın, kendilerinin selameti için gerekli olduklarına inanarak aslanın bu hile yüklü teklifini kabul etmişler. Aslan beyaz öküzü bir yolunu bularak öldürmüş ve onu bir güzel yemiş. Aradan zaman geçmiş aslan yine acıkmış ve öküzlerin birini daha yemeye karar vermiş. Bu sefer kırmızı öküzün yanına gitmiş ve ona demiş ki; Bak benim rengim ile senin ki aynı ama siyah öküz bizden farklı, ben kokuyorum ki onun yüzünden bizim de başımız belaya girsin, gel sen bana karışma ben onu ortadan kaldırarak bu tehlikeye son vereyim, artık ormanda sen ile ben rahat rahat yaşayalım. Kırmızı öküz aslanın bu teklifine olumlu cevap vermiş ve kendi kısa menfaatini düşünerek aslanın tuzağını fark edememiş. Aslan siyah öküzü de tek başına yakalayarak öldürüp, onu da bir güzel yemiş. Siyah öküzü halleder etmez, aslan kırmızı öküzün yanına gelmiş ve demiş ki; Nasılsın akşam yemeğim! Kırmızı öküz, aslanın planını işte o zaman anlamış ve meşhur olan bu sözü o gün dile getirmiş. Demiş ki; Ben asıl bu gün değil, tâ beyaz öküzün yiyildiği gün yiyilmiştim.
Meydanî yüzyıllar öncesinde bu temsili kaleme almıştır. Sanki İslâm ümmetinin bugünkü halini vasfetmek için yazılmış gibi taze olan bu kıssa, kırmızı öküzün haline düşmemek için bizlere önemli bir mesajdır.
Bugün dünyanın egemenliğini ellerinde bulunduranlar kıssadaki hileci aslan gibidirler. Ama aslanda yine biraz ilke ve şeref olduğu için biz bunlara aslan değil tilki diyeceğiz. Bu tilkiler İslâm ümmetinin öksüz çocuklarını birbirleriyle tasfiye ederek, emellerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Kendileri için daha tehlikeli olanları önceleyip, daha az tehlikeli olanlara siz bizdensiniz, sizin renginiz bize benziyor diye yanlarına çekip, önce daha tehlikelileri sorunsuz ortadan kaldırmanın yollarını aramaktadırlar. Ama bu tehlike ortadan kalkar kalkmaz, sıra daha az tehlikelilere de gelecektir.
Bu tilkiler aramızdaki aslında zenginlik emaresi olan bazı farklılıklarımızı tefrikaya dönüştürerek, bizleri birbirimize düşürmeye çalışıyorlar. Yüzyıllardır etnik ayrımcılıklarla ümmetin çocuklarını birbirine kırdıranlar, bugün yine aynı oyunlarla, bir yerlerde bu ayrımcılığı, bir yerlerde Sünni-Şii taasubçuluğunu başka bir yerlerde ise Vehabi-Sufi farklılıklarını ısıtarak, aynı inanç mensuplarını birbirleri ile yok etmenin planlarını yapıyorlar. Bu oyun ilk değil son da olmayacaktır. Biz bu oyunları ta Ümmeyye oğulları saltanatından beri görmeye alıştık.
Efendimiz (a.s.)’in güzide torunu Hz.Hüseyin’i katleden o zalimler, bu işi kadere mal ederek, bir kader tartışması başlatıp gündemi saptırdılar. Bir tarafta oluk oluk akan mazlum kanları dururken, birileri, pirenin kanının hükmünü tartışıyorlardı.
Haçlılar güçlü ordular; hazırlayıp, bir kabus gibi ümmetin üzerine çökme planları yaparlarken, biz kahvenin haram mı helal mi? olduğunu tartışıyorduk.
1900’lü yılların başında İngilizler, Afganistan’ı işgal etmeye hazırlanırken bölge halkı teşehhüdde, şehadet parmağının kaldırılıp kaldırılmayacağını tartışıyorlardı. Yine çok değil bu yüzyılda Şah’ın İran’da yaptığı yığınla ahlaksızlığa bir şey demeyenler, frenk elması denen domatesin hükmünü tartışıyorlardı.
Demek ki oyun aynı oyun, yöntem aynı yöntem sadece oyuncular farklı. İçimizdeki farklılıkları bizler zenginlik olarak anlamaz, mühim ve ehem, önemli ve zaruri düşüncelerimizin kaynağını vahiyden almaz isek, neye öncelik verip neyi geriye bırakacağımızı tam tespit edemez isek farklılaşacak, birileri de bu farklılıklarımızı kendilerine malzeme yaparak, bizi bize kırdırarak sonumuzu getireceklerdir.
Kırmızı öküz gibi, aslanın vahşi pençesini vücudumuzda hissedince değil, onun hain planını başında fark edip önlem almalıyız. Biz koca bir aileyiz, bu ailenin uslu çocuğu olabileceği gibi, haylaz çocuğu da olur. İtaatkar çocuğu olabileceği gibi, isyankar çocuğu da olabilir.
Hizmetkar çocuğu olabileceği gibi, çok acı ama hain çocuğu da olabilir. Her şeye rağmen neticede bunlar bizim çocuklarımız?
İnsan kendi çocuklarını komşusunun zalim babasına dövdürür mü? Gelin ortak paydamız alnımızdaki secde izleri olan tüm kardeşlerimizi kucaklayıp, birbirimizi tilkilere yem olarak vermeyelim.
Muhammed Emin YILDIRIM