Kur’an Medresesi programları kapsamında Muhammed Emin Yıldırım hocamızın Kur’an’ın Şahitleri başlığı altında son vahyin ilk muhatapları olan sahabe neslinin Kur’an anlayışını anlattığı derslerimiz devam ediyor. Hocamız bu hafta “Bilgi-Amel Dengesi Açısından Kur’an” başlığıyla 5. dersini yaptılar.
Ders Notları
Nebevî Medrese; Muallimi Efendimiz, Mutallimi Sahabe, Müfredatı Kur’an, Menheci Sünnet olan bir medresedir.
Bu mekteb halen talebe almaya devam ediyor, halen adam yetiştirmeye, mümin kıvamını oluşturmaya devam ediyor…
O mektebe Miladi 12. asırda talebe olmuş bir âlimden bir söz aktararak bugünkü dersimize başlayacağız.
Bu alimimiz, İbn Akîl künyesi ile meşhur olduğu gibi Ebü’l-Vefâ künyesi ile de meşhur Alî b. Akīl b. Muhammed b. Akīl el-Bağdâdî’dir. (ö. 513/1119)
“Dilimin ilim müzakeresinden, gözümün kitap mütalaasından bir saat bile uzak kalması ömrümün zayi olması demektir ve bu bana asla doğru değildir. Şöyle dinlenmek için uzandığımda aklıma yazdığım şeyler gelir ve hemen doğrulurum. Seksen yaşımdaki ilim hırsımı, yirmi yaşımdakinden daha fazla buluyorum. Kitap okumaya ve yazı yazmaya daha çok vakit kalsın diye yemek yemeye oldukça az vakit ayırırım. Hatta tatlı bir şeyler yiyerek veya ekmekle suyu yudumlayarak, yemek yemeği, başka hallere tercih ederim. Bütün âlimler, vaktin en değerli nimet olduğunda birleşmişlerdir. Zaman, fırsatların yakalandığı bir hazinedir. Yapılacak şeyler çok olmasına rağmen, zaman çok kısıtlıdır.”
Sahabe, Kur’an’ın tamamına kendilerini muhatap sayar, her okudukları ayete; “Rabbim bana ne diyor? Ne demek istiyor?” sorusu ile yaklaşırlardı.
Sahabe, bilgi öncelikli değil, amel öncelikli bir anlayışla Kur’an’ı öğrenirlerdi.
Sahabe, Kur’an’ı çok özlü olarak anlamaya çalışır, kendilerini yoracak; ameli bir değeri olmayan ayrıntılara girmeden okurlardı.
“Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyenler zalimlerin, kâfirlerin ve fasıkların ta kendileridir…” (Maide Sûresi, 44- 45 ve 47)
Abdullah b. Abbas: “Sizler ne kadar akıllısınız böyle! Allah’ın kitabında tatlı olan ne varsa size, acı olan ne varsa kitap ehline öyle mi? Hayır, o kitabın acısı ile tatlısı ile her şeyi tüm Müslümanlar içindir. Unutmayın ki, sizden her kim inkâr ederek Allah’ın hükmü ile hükmetmezse kâfir olur. İnandığı halde hükmetmezse ya zalim olur yada fasık olur.”
Huzeyfetü’l-Yemânî: “Bu İsrailoğulları sizin ne güzel kardeşlerinizmiş! Eğer Kur’an’da iyi bir şeyden bahsediliyorsa size, kötü bir şeyden bahsediliyorsa onlara öyle mi?”
Tevbe Sûresi 34. ayet: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele.”
“Hayır, bu ayet hem bizim, hem de onlar hakkındadır.”
“Sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine engel değildir.”
Abdullah b. Mes’ûd: “Güç yetirebildiğin kadar kendini Kur’an’a muhatap yap. Allah “Ey İman Edenler” diye nida ettiğinde “lebbeyk” de; kulağını dört aç, yüreğini hazırla. Zira bu durumda ya emredilen bir hayır veya yasaklanılan bir şer söz konusudur.”
“Ey İman Edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üzerine yükseltmeyin. Birbiriniz ile konuştuğunuz gibi, Peygamberle de bağırarak konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurat Sûresi, 2)
“Ey Sabit! Sen Allah yolunda yaşayacak ve en son onun yolunda da şehit olup, cenneti şehit olarak kazanacaksın.”
Sahabe âlimler ordusu değildi, amiller ordusu idi.
Muâz b. Cebel: “Ne kadar bilgi sahibi olursanız olun, onunla amel etmedikçe, Allah sizi bildiklerinizle sevaplandıracak değildir.”
Ebû’d-Derdâ: “Madem amel etmiyorsun o halde kendi aleyhine neden delileri çoğaltıyorsun. Yarın Allah sana sormayacak mı bildiğin halde neden amel etmedin diye?”
Hz. Ebû’d-Derdâ’nın Şam’a geldiğinde okuduğu hutbe:
“Ey Şam halkı! Tüketemeyeceğiniz şeyleri biriktirmeye, içerisinde oturamayacağınız binalar inşa etmeye, ulaşamayacağınız emeller peşinde koşmaya utanmıyor musunuz? Sizden öncekiler de habire mal yığıyorlar; uzun emeller peşinde koşup sağlam binalar inşa ediyorlardı. Ama ne oldu? Sonunda helak oldular; besledikleri emel ve ümitleri yıkıldı, o sağlam binaları virane haline geldi. Bildiğiniz gibi Ad kavmi Aden ile Umman arasını mal ve evlatlarıyla doldurmuşlardı. Peki, söyleyin bakalım bugün içinizden kim onların mirasını benden iki dirheme satın alır?
Ey mal sahipleri! Kendisine karşı sizinle bizim aramızda hiç bir farkın kalmayacağı gün gelmeden önce kendinizi mallarınızla serinletiniz. Ey insanlar! Sizler için, sizi gaflete düşürecek, nimetteki gizli şehvetten korkuyorum. Bu da tıka-basa yeyip karnınızı doyurduğunuz halde ilimce aç olduğunuz zamandır. En hayırlınız, arkadaşına “Gel ölmeden önce oruç tutalım”, en kötünüz de arkadaşlarına “Gelin, ölmeden önce yiyip içelim ve eğlenelim” diyen kişidir…”
Ebû’d-Derdâ: “Cahile, bilmeyene bir kez yazıklar olsun, bilip de gereğini yerine getirmeyene ise yedi kez yazıklar olsun.”
Hz. Ömer (ra): “Onları yani hafızları kendi hallerine bırak. Korkarım ki, insanlar Kur’an’ın hıfzı ile ezberlemesi ile meşgul olurlarda, onu anlama işinden mahrum kalırlar ve bunu ihmal ederler.”
Hz. Ömer (ra): “Faiz ile alakalı ayetler Kur’an’da en son nazil olan ayetlerdendir. Bu konuda Efendimiz yeterince bu ayetleri açıklamadan ve uygulamaya ait her şeyi beyan etmeden aramızdan ayrılıp gitmiştir. Öyleyse siz içinde faize dair bazı şüpheler barındıran şeylere kılıflar bulacağınıza onları terk edin gitsin.”
Abdülfettah Ebû Gudde: “Bugünkü ilmî duruma bakan; üniversitelerin arttığına ancak ilimde ve ilim ehlinin artışında azalmaya, anlayış ve kavramada sığlaşmaya, ilimle âmil olmada büyük bir noksanlığa şâhit olur. Bu musibetlerin en kötüsüdür.”
Nasıl ilim talep etmeliyiz?
1. İlim talebimizin sadece ve sadece Allah’ın rızasına ermek, atılan adımların O’nun (cc) namına ve O’nun (cc) adına olmasına dikkat etmeliyiz.
2. İlim talebimizin en temel hedefini, gayesini ve bize sağlayacağı faydasını iyice ortaya koymalıyız.
3. İlim talebimizin öncelikler fıkhına yaslanmasına, Peygamber örnekliğinde ehem-mühim sıralamasının tesis edilmesini sağlamalıyız.
4. İlim talebimizin bulunduğumuz konumun gereği ne ise ve anın vacibi ne kadarını bizlere yüklüyorsa, onlarla şekillenmesine önem vermeliyiz.
5. İlim talebimizin temsil-tebliğ dengesine uygun bir şekilde yürümesini, yaşayarak ancak yaşatabileceğimiz hakikatini unutmadan, amel öncelikli olarak devam ettirmeliyiz.