Sözlerimle Muhammed’i (sas) övmüş olmadım,
Bilakis Muhammed’den bahsetmekle,
Sözlerime değer kazandırmış oldum. Hassân b. Sâbit(r)
Hz.Peygamber’den (sas) bahseden her söz, insanlığın en güzelini konu edindiği için değerlidir. Hele bu söz, bir ayna safiyeti içerisinde o dönemi olduğu gibi yansıtma amacı taşıyor ve farklı mülahazalarla okuyucuyu yönlendirmeye çalışmadan o çağı, çağlar ötesine taşıma arzusu içerisindeyse, daha farklı bir anlam ihtiva etmektedir. İşte İbn Sa‘d ve onun muhalled eseri Kitâbü’t-Tabakâti’l-kebîr alanının en güzel örneklerinden biri olarak, başta ilmi çevreler olmak üzere, tüm siyer ve tarih okurlarının yanında yüzyıllardır haklı bir konum elde etmiştir.
İbn Sa‘d ve eseri hakkında şimdiye kadar birçok tespit ve değerlendirme yapıldığı gibi bugünden sonra da yapılmaya devam edecektir. Bu değerlendirmelerin neler olduğuna girmeyeceğiz; biz burada şu üç soruya kısaca cevap vermeye gayret edeceğiz:
1- İbn Sa‘d nasıl bir alimdir?
2- et-Tabakât nasıl bir kitaptır?
3- Klasik eserler nasıl okunmalıdır?
1- İBNSA‘D NASIL BİR ALİMDİR?
- Güvenilir, şerefli, doğru sözlü, fazilet ve adalet ehli biridir.
İbn Sa‘d, hadis otoritelerinin büyük bir kısmı tarafından güvenilir bir ravi olarak kabul edilmiştir. Alanının uzmanı âlimler onun şerefli, faziletli, doğru sözlü ve genellikle sika bir şahsiyet olduğunu söylemişlerdir. Büyük hadis alimi Hatîb el-Bağdâdî: “İbn Sa‘d; ilim, fazilet ve adalet ehlidir. Kitabına aldığı hadisleri çoğunlukla inceledikten sonra yazması kendisinin doğruluğunu gösterir.” [2] demiştir. Yine İbnü’n-Nedîm: “Hâli mestur bir sika, sahâbî ve tâbiîn ahbârında âlimdir.” [3]diyerek, onun hakkındaki görüşünü, durumu biraz kapalı bulsa da olumlu bir şekilde beyan etmiştir. İbn Hacer [4]ve Zehebî[5]gibi alimlerde ondan hep bu minval üzere bahsetmişlerdir.
- Döneminin çok mühim isimlerine talebe olmuş, birçok önemli isme de hocalık yapmış biridir.
İbn Sa‘d’ın başta Vâkıdî (v. 207/823) olmak üzere, birçok doğrudan hocası olduğu gibi, eserlerinden ve rivayetlerinden faydalandığı hocaları da olmuştur. O büyük hadis hâfızı Ebû Nuʻaym el-Fadl b. Dükeyn (v. 219 h/834). Bağdat muhaddisi diye anılan Affân b. Müslim’den (v. 220/835) tarihçi ve ensâb âlimi Medâinî’den (v. 228/843) dil ve edebiyat âlimi Ebû Zeyd el-Ensârî’den (v. 215/830) hadis âlimi ve hâfız, Süfyân b. Uyeyne’den (v. 198/814) ve hadis âlimi Hâlid b. Mahled’den (v. 213/828) dersler almıştır. Ayrıca İbn Sa‘d, başta Musa b. Ukbe (v. 141 /759) ve Muhammed b. İshâk (v. 150 /767) olmak üzere, Maʻmer b. Râşid (v. 154 /771), Ebû Maʻşer es- Sindî (v. 170 /787), Maʻn b. İsa (v. 198 /814) ve daha nice alimlerden de eserleri ve rivayetleri üzerinden istifade etmiştir.
İbn Sa‘d’ın talebelerine gelince, en başa yazacağımız isim hiç şüphesiz hocası kadar şöhrete sahip olan tarihçi ve nesep âlimi Ahmed b. Yahya b. Hâlid el-Belâzürî’dir (v. 279 /892). Yine bir nahiv ve dil âlimi olan Ahmed b.‘Ubeyd (v. 278/891), muhaddis ve büyük bir mutasavvıf olan Ebû Bekir b. Ebü’d-Dünya (v. 281/894), hadis âlimi el-Hâris b. Muhammed b. Ebû Üsâme (v. 282 /895) ve Tabakât’ın da râvilerinden olan el-Hüseyn b. Muhammed b. Abdurrahman b. Fehm el-Bağdâdî (v. 289 h/901 m) onun talebelerinden en fazla bilinenlerdir.
- Hocası Vâkıdî’ye karşı çok vefalı davranan örnek bir ilim erbabıdır.
Siyer ve İslam tarihi alanın meşhur âlimlerden birisi de hiç şüphesiz Vâkıdî’dir (v. 207/823). Asıl adı Muhammed b. Ömer b. Vâkıd, dedesi Vâkıd’a nispetle Vâkıdî ismi ile meşhur olmuştur. O, başta hadis, kıraat, tefsir ve edebiyat olmak üzere birçok alanda eserler vermiş olsa da, onun en meşhur nerdeyse adı anıldığında ilk akla gelen eserleri, Kitâbü’t-Târihi’l-kebîr ve Kitâbü’l-Meğâzî’dir. [6]
Vâkıdî, hem yaşadığı çağın, hem de daha sonraları gelen âlimlerin çok sert ve şiddetli eleştirilerine muhatap olmuştur. Ama onu eleştirenlerin bile kabul edip, takdir ettikleri bir talebesi vardır ki; o talebe, tabir caiz ise hocasının bile en büyük itibarı olmuştur. İşte o talebe İbn Sa‘d’dan başkası değildir. Bu durumu Hatib el-Bağdadî şöyle ifade edecektir: “Her ne kadar hocası Vâkıdî güvenilir bir kişi değilse de, kendisi (İbn Sa‘d) çok güvenilir birisidir.” [7]
İbn Sa‘d, hocası Vâkıdî’nin yanında bir taraftan ilim tahsil ederken, bir taraftan da onun eserlerinin kâtipliğini yapmıştır. Aralarında hoca-talebe ilişkisinin çok ötesinde müthiş bir sevgi bağı oluşmuş ve İbn Sa‘d, vefatına kadar hocasının yanından ayrılmayarak, ona karşı müthiş bir vefa sergilemiştir. Vâkıdî’nin ilmi birikiminden ve kütüphanesinden azamî ölçüde istifade eden İbn Sa‘d, “kâtibü’l-Vâkıdî”, “sahibü’l-Vâkıdî” ve “gulâmü’l-Vâkıdî” gibi lakaplarla anılmış, [8]hocası hakkında söylenen olumsuz sözlere hiç aldırış etmemiş, bu haliyle de tüm ilim talebelerine örnek olmuş birisidir.
- Siyasi olarak en çalkantılı, ilmi olarak ise en verimli zamanlara tanıklık etmiş biridir.
İbn Sa‘d, Abbasîler’in toplumsal ve siyasal çalkantıların yaşandığı o ilk dönemine tanıklık etmiştir. O, Basra’da doğmuş, 230/845’de ise Bağdat’ta vefat etmiştir. Yaşadığı zaman itibari ile sırasıyla Abbasi halifelerinden Mehdî (775-785), Harun Reşid (786-809), Emin (809-813), Me’mûn (813-833), Mu’tasım (833-842) ve Vâsık (842-847) dönemlerine şahit olmuştur.
O yıllarda, Ehl-i Sünnet, Şia, Haricîlik, Mutezile, Kaderiyye, Cebriyye ve daha birçok mezhep ve akımın tartışmaları sürerken, diğer taraftan devlet eli ile farklı bir boyuta taşınan ilmi olmaktan çok siyasi bir düzeyde tartışılan Halku’l-Kur’ân (Kur’an’ın yaratılıp-yaratılmadığı) meselesi ister istemez o dönemin insanları ve özellikle ilim ehlini meşgul ediyordu. İbn Sa‘d da bu sıcak ortamdan bir şekilde etkilenmiş, sultanın sarayında sorguya çekilenler arasında bulunmuştur.
Döneminin büyük alimlerinden olan İmam Ebû Yusuf (v. 182/ 798), İmâm Züfer (v. 158/775) ve İmam Muhammed (v. 189/805) İbn Sa‘d’ın çağdaşları arasında sayılan birkaç isimden biridir. Ayrıca İmâm Mâlik’in vefat yıllarında İbn Sa‘d’ın genç bir ilim talebesi olarak şehirler dolaştığı da bilinen bir durumdur. Yine İmâm Şafiî (v. 204/819) ve İmam Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) onun çağdaşı sayılırlar. Bu çerçeveden baktığımızda İbn Sa‘d’ın İslam düşünce dünyasının en verilimli ilk dönemlerine tanıklık ettiğini kolayca söyleyebiliriz..
İbn Sa‘d’ın içinde yer aldığı ilmî ortamın, ‘musannefler dönemi’ oluşundan olsa gerek Tabakât’ın yazımında bu tasnifatın izlerini görmek mümkündür. Eserin ilk iki cildi özellikle siyer ve meğazi bölümleri konu merkezli (ale’l-ebvab) yazımı ağırlıkta iken, ister istemez biyografilerin başladığı ciltlerde ise kişi merkezli (ale’l-rical) bir anlatımın olduğunu görmekteyiz. İbn Sa‘d, Tabakât’ın düzeninde kendi döneminin bu iki tasnifat türünden örnekleri içeren bir eser hazırladığını rahatlıkla söylebiliriz
İşte İbn Sa‘d’ın eserindeki özgünlük ve günümüze kadar değer kaybına uğramadan gelmesinde, yaşadığı dönem olan İslam düşününce dünyasının zirve yıllarının büyük bir katkısı olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Dolayısıyla onun değer ve kıymetini hakkıyla ifa etmek istiyorsak, hicri 2. ve 3. asrın toplumsal, siyasal ve ilmi atmosferini yeniden teneffüs ederek bir başlangıç yapmalıyız.
- Sadece bir nakilci değil, özgün tespit ve yorumlarda bulunan bir müelliftir.
İbn Sa‘d, kendisinden önceki siyer, tarih ve nesep malzemesine yaşadığı dönemde imkanlarını en üst düzeyde kullanarak ulaşmaya çalışmıştır. Bunları alıp kullanması hasebiyle nakilci konumunda olmakla birlikte, mevcut malzemeye yeni eklemelerde bulunması, kaynaklarının ulaşamadığı haberleri tespit etmesi, elde ettiği rivayetlerin bir kısmı yeri geldikçe yorumlaması veya bazı değerlendirmelerde bulunması bakımından özgün bir müelliftir.
Bu özelliği ile İbn Sa‘d, siyer yazıcılığında haklı bir değer kazanmış, kendinden sonraki tüm tarihçileri de bir şekilde etkilemiştir. Başta talebesi Belâzurî olmak üzere, Taberî, İbnü’l-Esîr, İbn Kesîr gibi tarihçiler, eserlerinin siyer bölümlerini, İbn Sa‘d’ın yöntemi üzerine telif etmiş ve Tabakât’tan pek çok alıntılara yer vermişlerdir.. Yine İbn Sa‘d’ın, siyeri konu başlıkları halinde ele alması da sonraki dönemlerde ilgi görmüş, bazı değişiklikler yapsalar da genel olarak onlar, bu konu başlıklarını esas almışlardır.
2- ET-TABAKÂT NASIL BİR KİTAPTIR?
- et-Tabakât, kendi alanı ile alakalı eserler içerisinde bize kadar ulaşan en eski kitaptır.
İslam kültür tarihinde tabakât kitaplarının ilki ve zamanımıza intikal eden çalışmaların en eskisi olan Kitâbü’t-Tabakâti’l-kebîr, kendi sahasında yazılan eserler mikyasında kapsamı ve özgünlüğü ile öne çıkan bir eserdir. Bu eser, temel olarak siyer-megâzî ve tabakât ana bölümlerinden meydana gelmektedir. Kitabın ilk iki cildi, siyer- meğâzî bölümünden oluşmaktadır. Bu ilk bölüm, İbn İshâk’ın İbn Hişâm yoluyla günümüze ulaşan es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Vâkıdî’nin Kitâbü’l-Meğâzî’sinden sonra, Hz. Peygamber’in (sas) hayatı ve şahsiyeti üzerine kaleme alınmış mevcut eserlerin üçüncüsü sayılsa bile, tabakât kitaplarının ilki olduğu muhakkaktır.
İbn Sa‘d, her ne kadar hocası Vâkıdî’nin “Kitâbü’t-Tabakât” adını taşıyan bir eserinden bahsediliyor ve ondan sık sık nakiller yapıyorsa da, bu eser günümüze ulaşmadığından şimdilik ricâl ilmine dair ilk eser olma özelliği kendi Tabakât’ındadır. Bu özellikte haklı olarak kitabın değerini ziyadeleştirmektedir.
- et-Tabakât, kendinden sonra gelen birçok müellifin eserine hem öncülük, hem örneklik, hem de kaynaklık yapmış bir çalışmadır.
Bu kıymetli eser, yazıldığı günden itibaren siyer ve hadis başta olmak üzere İslâmî ilimler alanında çalışan ve eserler veren birçok İslâm âlimini hem usul, hem de muhteva açısından etkilemiş, ulema arasında İbn Sa‘d ve eseri üzerinde genel bir hüsn-ü kabul oluşmuştur. Eğer İbn Sa‘d’ın bu her türlü takdire şayan olan gayretinin bir neticesi olan et-Tabakât’ı olmasaydı, İslâm tarihinin farklı yönlerini ele alan sonraki dönem müelliflerinin eserleri birçok tarihi malumatı bizlere ulaştırma imkanı bulamazdı. Nitekim büyük İslam tarihçilerinden ve İbn Sa‘d’ın en önemli talebelerinden Belâzürî, futuhât kitaplarının öncüsü kabul edilen Fütûhu’l-büldân ile ensâb kitaplarının en mühimlerinden biri olan Ensâbü’l-eşrâf’ı telifi esnasında onun eserinden çok faydalanmıştır.
et-Tabakât’ın izlerini sadece Belâzüri’de değil, İbn Mende’de, Taberi’de, Vekî b. Hayyâm’da, Hatîb el-Bağdâdî’de, İmam Nevevî’de, İmam Zehebî’de, İbn Asâkir’de, İbn Abdilberr’de, İbnü’l-Esir’de, İbn Hacer’de, İbnü’l-Cevzi’de ve daha yüzlerce klasik dönem alimlerinde ve çağdaş araştırmacıların çalışmalarında görmekteyiz. Onların bu istifadeleri sadece rivayet alıntıları ile sınırlı kalmamış, usul/metod, muhteva ve İbn Sa‘d’ın yorum ve değerlendirmelerinin etkisi ile geniş bir alana yayılmıştır.
Burada önemli bir noktaya daha dikkatleri çekmemiz gerekmektedir. İbn Sa‘d, kitabında özel bir bahis açarak yer verdiği, “Peygamberlik Alametleri” konusu sahasında bir ilktir. Bu konu İbn Sa‘d’ın zamanına kadar dağınık bir şekildedir. İbn Sa‘d’ın “Delail, Şemail ve Sıfat” ile alakalı rivayetleri toparlayıp, konu bütünlüğü ile takdim etmesi, kendinden sonra Delâilü’n-Nübüvve alanında yazılacak olan tüm eserlere rehberlik etmiştir. Bu etkinin nasıl olduğunu, sahalarının otorite kitapları sayılan Ebû Nuaym İsfehânî’nin (336/958) Delâ’ilü’n-nübüvve ile Hilyetü’l-evliyâ ve ayrıca Beyhakî’nin (v. 458/1066) Delâ’ilü’n-nübüvve adlı eserlerine bakmak yeterlidir.
- et-Tabakât, İslam’ın kilit nesilleri olan en hayırlı üç nesli, kendisinden sonra gelen nesillere aktaran çok güzel bir kaynaktır.
Efendimiz (sas) bir hadislerinde buyurdukları gibi, “İnsanlık tarihinin en hayırlıları O’nunla (sas) beraber yaşayanlar (sahâbe), sonra onların ardından gelenler (tâbiîn), sonra da onları takip edenlerdir (tebeu’t-tâbiîn).”[9]Bu üç nesil, İslam’ın diğer nesillere aktarılması meselesinde kilit rol oynayan nesilleridir. Onlar, dinin intikal ve muhafazasında özel bir konumdadırlar. Hal böyle olunca, Müslümanların kendilerine İslam’ı ulaştıran bu hayırlı nesilleri iyice tanıma, onların hayatlarından haberdar olma, özellikle de İslam’ı yaşama ve yaşatma noktasındaki mesajlarını anlama ve kavrama gibi bir zorunlulukları vardır. İşte İbn Sa‘d’ın, et-Tabakât’ta yaptığı budur. O, 10 ciltlik bu muhteşem eserinde, önce Hz. Peygamber’i (sas) en önemli özellik ve vasıfları ile anlatmaya başlayarak işlediği konuları şu şekilde aktarır:
Birinci cildinde, beşerin atası Hz. Âdem’den (as) başlayarak, Hz. Peygamber’in (sas) nesebi, doğumu, çocukluk ve gençlik yılları, evlilik ve nübüvvet öncesi hayatını, O’nun kutlu sireti ile alakalı olan Arap kabileleri ve o devrin sosyal, kültürel, ticari ve ilmi hayatı adeta bir fotoğraf gibi gözler önüne serer.
İkinci ciltte, Efendimiz’in (sas) gazve ve seriyyelerini detaylı bir şekilde anlatır. Özellikle Medine hayatını, hastalanışını, vefatını, ardından söylenenleri ve arkasında bıraktığı neslin en temel özelliklerini farklı tespit ve rivayetlerle takdim eder.
Üçüncü ciltten itibaren en hayırlı ilk nesil olan sahâbe nesli anlatılır. Bedir’e katılanlarla başlayan anlatım, altıncı cilde kadar devam eder. Buraya kadar et-Tabakât bize, beş ana tabakaya ayırdığı ashâbdan 1412 sahâbînin biyografisini aktarır.
Yedinci ciltten itibaren ikinci hayırlı nesil olan Tâbiîn nesline geçer. Sözü, Peygamber şehri olan Medineli Tabiîler’den başlatır ve bu ciltte, 890 şahsın biyografisini anlatır.
Sekizinci cilt, Resûlulah’ın (sas) vefatının ardından siyer coğrafyasının çeşitli bölgelerine (Mekke, Taif, Yemen, Yemame, Bahren ve Kûfe) yerleşen sahabîler ve bu sahabîlerden rivayette bulunan 1350 şahsın biyografisine yer verir.
Dokuzuncu ciltte ise, yine Siyer coğrafyasının özellikle Arap Yarımadası dışında bulunan merkezlerine yerleşen Sahâbe ve bu Sahâbe’den rivayette bulunan fakih, kurra, muhaddis olan tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn anlatılmaktadır. Bu ciltte 1272 biyografi yer almaktadır.
Onuncu ve son ciltte ise hanımlar vardır. “Kureyşli Muhacir Müslüman Hanımlar, Ensâr’dan Biat Eden Hanımlar, İsimleri Bilinmeyen Arap Hanımlar ve Diğerleri” başlığı altında ilk bölümlerde Muhacir hanımlarını, arkasından Hz. Peygamber’in kızlarını, halalarını, amca kızlarını ve diğerlerini anlatır. Ensar’ın hanımlarını ise Evs ve Hazrec kabileleri ve bunların alt kolları çerçevesinde takdim eder. Bu ciltte 1902 biyografi yer almaktadır.
Temelde iki ana bölümden oluşan eserde İbn Sa‘d, sahâbenin her birini âdil kabul ettiği için onlar hakkında cerh ve ta’dîl cihetine gitmemiş, buna karşılık tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîne mensup şahsiyetlerin çoğunlukla hadis rivayetlerindeki durumlarını, sika olup olmadıkları, hadis rivayetindeki konumları, hadislerinin delil olup olmadığı gibi hadis ilmin kendine özgü terimleriyle kısa ifadelerle bir değerlendirmeye tabi tutumuştur. .
- et-Tabakât, Siyer Coğrafyası’nın, coğrafi ve kültürel bilgilerinin büyük bir kısmını yerinde gözlemle elde ederek, tasvir eden önemli bir kaynaktır.
İbn Sa‘d, yirmili yaşlarında iken Medine’ye gitmiş, orada Hz. Osman’ın ailesinin azatlısı Ebû Alkame el-Ferevî ile buluşmuş ve ondan bizzat pek çok rivayet almıştır. O yıllarda Medine ve Mekke’deki ikameti sırasında Hz. Peygamber’in (sas) gazve ve seriyyelerinin geçtiği yerleri de çok detaylı bir şekilde incelemiştir. Medine’den sonra Rakka’ya ve Dimaşk’a, ardından Bağdat’a giden İbn Sa‘d, Siyer Coğrafyası’nı çok güzel bir şekilde öğrenmiştir. Elde ettiği bu bilgileri eserinde rivayetleri aktarırken kullanan İbn Sa‘d, bizlere dönemin coğrafyası hakkında başka kaynaklarda olmayan malumatlar sunmaktadır. Eserinde yüzlerce köy, kasaba, şehir, vadi, su yolu gibi pek çok coğrafi mekanların isimleri detaylı bir şekilde zikredilmiştir.
Talebelerinden ve et-Tabakât’ın râvilerinden Hüseyin b. Fehm esere ilâve ettiği hal tercümesinde, İbn Sa‘d’ı, “ilmi zengin, çok hadis ve haber sahibi, garîbü’l-hadîs ve fıkıh alanlarında çok kitap yazan”[10]bir şahsiyet olarak anlatmıştır. Onun bu geniş ilmi eserinde zaten görülmektedir. Mesela o, bir seriyye veya gazve anlatırken, seriyyenin ismini/komutanını, nereye olduğunu, zamanını, yol güzergahını aktardıktan sonra, devamında gazvenin haberini vermekte, ayrıca seriyye veya gazvelerde sancağı kimin taşıdığını, birliğin yada ordunun kaç kişiden oluştuğunu belirtmektedir. Eğer anlatılan gazve ise Hz. Peygamber’in (sas) kendi yerine Medine’ye kimi vekil bırakıldığını söylemekte, yol güzergahında yaşanan hadiseleri çok canlı bir şekilde takdim etmektedir. Elbette bu bilgiler bizler için çok önem arz etmekte, Siyer Coğrafyası’nı tanıma adına mühim bir imkâna dönüşmektedir.
- et-Tabakât, başka klasik eserlerde olduğu gibi soğuk ve itici bir üslup ile değil, sıcak ve canlı bir dil ile okuyucusuyla bağ kuran bir eserdir.
Klasik döneme ait kitaplar genelde dil ve uslûpları nedeniyle okuyucuyu çoğu zaman sıkmakta, baştan sona o eserlerin okunmasına engel olmakta, ihtiyaç anında sadece gerekli olan bilgiyi elde etme maksadı ile okunmaktadır. Ancak, et-Tabakât için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Kitabında İbn Sa‘d, öyle güzel bir dil kullanır ki, bazen sayfalarca okur yine de sıkılmazsınız. Mesela o, bir Sahâbî’yi anlatacağı zaman sözü şahsın nesebinden başlatır. Şahsın, babasının, annesinin ve silsileye uygun olarak birkaç neslin nesebine temas eder. Sonra o şahsın çocuklarından, annelerinden ve onların neseblerini tanıtır. Okudukça ilim talebesinde merak uyanır; İbn Sa‘d’da özellikle bu merakı uyandırarak, o şahsın soyunun Medine’de kalıp kalmadığından, oradan göçmüş ve İslâm devletinin herhangi bir bölgesine yerleşmiş ise onun yerleştiği yerden de bahis açar. Sonra o Sahâbî’nin İslâm’la tanıştığı zamanı, Resûlullah’ın (sas) huzurunda İslâm’a girişini ve girişteki sırasını, yani kaçıncı Müslüman olduğunu belirtir. Birinci veya ikinci Habeşistan hicretine katılıp katılmadığını söyler. Sonra hayatında var olan önemli hadiselere değinir. Özellikle Efendimiz (sas) ile olan hatıralarını anlatır. Söz şahsın vefatına gelince cenazenin durumunu ve nasıl defnedildiğini, onu yıkayan ve kefenleyenin kim olduğunu, cenaze namazının kılınması için mescide taşınıp taşınmadığını yahut kabristana, defnedileceği yere doğru aceleyle götürülüp götürülmediğini, gece mi gündüz mü defnedildiği, [11] varsa vasiyetleri neler olduğu gibi oldukça teknik detaylar ile olayı anlatır. Bazen okuyucu kendisini tamamen o satırların içerisinde kaybeder, sanki oradaymış gibi canlı bir tanıklığa geçer. Çünkü İbn Sa‘d, orada kabrin önünde kimin konuştuğunu, cenaze namazı sırasında kaç tekbir getirildiğini ve vefat eden zatla son vedalaşmayı yapmak için cenaze ile birlikte kimin kabre indiğini bile aktarır. Örneğin Efendimiz’in (sas) cenaze ve defin işlemlerini anlatan müstakil bir bölümde cenazeyi kimin yıkadığı, kimlerin kabrin içine girdiği, cenaze namazının kılınışı, vasiyeti, terekesi ile ilgili oldukça özgün ve detaylı bilgiler aktarmaktadır.[12]
Yine İbn Saʻd genellikle, okuyucu zihninde tasavvur edebilsin diye, Sahâbînin dış görünüşünü/fiziki özelliklerini anlatmaya da büyük önem atfeder. Söz gelimi, ilgili şahsın saç-sakalını boyayıp boyamadığı ve boyadığı takdirde ne ile boyadığı hakkında özel detaylar vermeyi önemser. Aynı şekilde elbiselerden ve sarıklardan, onların yapıldıkları kumaşlardan ve renklerinden söz eder. Yine yüzükten, yüzüğün yapıldığı madenden ve varsa üzerindeki nakıştan ve hangi parmağa takıldığından da bahseder.[13]Sonuç olarak, özellikle bazı sahâbîlerin vasiyetlerinden hem ifade hem içerik bakımından, bu vasiyetleri imzalamak için şahit tutup tutmadıklarından ve arkalarında bıraktıkları servetlerinden ve daha nice bilgilerden bahseder. Tüm bu tasvirler okuyucuyu içine çeker, sanki oradaymış gibi o tarihi zeminin canlı tanığı konumuna çıkarır.
3- KLASİK ESERLER NASIL OKUNMALIDIR?
Hiç şüphesiz bir sözün/kelamın, haberin, bilginin ve bunların yazılı hale gelmiş hali olan metinlerin değeri ve değerlendirilmesinin bir takım temel kriterleri vardır. Bu kriterler dikkate alınmadığı zaman, ya söz yanlış anlaşılacak ya da hiç anlaşılmayacak; dolayısıyla da hakkıyla değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. Böyle olunca da elmas ile cam şişeler birbirine karışacaktır. Günümüzde 5N 1K olarak formüle edilen, İslam bilgi medeniyetinde ise Belağat ilminde açıkça ifadesini bulan: “Kim söylemiş(hatip), kime söylemiş (muhatap), nerede söylemiş(mekan), ne zaman söylemiş(zaman) ve niçin söylemiş(maksat)…” sorularına cevaplar bulmadan, bir metni doğru değerlendirmenin mümkün olamayacağı aşikardır.
Bu bağlamda genel olarak klasik dönem eserleri ve özellikle de tercümesi sunulan et-tabakât okumalarında dikkat edilmesine gereken bir kaç hususu şöyle sıralamak mümkündür:
1. Eser, rivayet temelli bir çalışma olduğu için metinde yer alan senetler ilk bakışta okuma açısından sıkıcı gelse de, bu senetlerin aktarılan rivayetlerin/haberlerin temelleri olduğu unutulmamalıdır.
2. Eser, biyografik bir çalışma olarak şahıs merkezli rivayetler olmasının yanısıra yeri geldikçe de konu merkezli rivayetler de aktarılmıştır. Bu çerçevede metinler değerlendirilirken kişi, konu, mekan, olay örgülerine dikkat edilmelidir.
3. Çoğu zaman müellif, kendi zamanına kadar ulaşmış konu ile alakalı gördüğü tüm rivayetleri/haberleri derleyip okuyucuya aktarma gayreti içerisinde olduğu için, eline ulaşan malzemeleri klasik hadis kaynaklarında olduğu gibi bir tasnifata tabi tutmamıştır. Özellikle aktarılan hadislerin bir kritiği yapılarak bir düzenleme yapılmış değildir. Mümkün olduğu kadar çok bilgi aktarma gayreti içerisinde bazen birbiriyle çelişik gibi görünen, okuyucunun ilk bakışta anlamasının güç olduğu rivayetler de bu tür kitapta yer almaktadır. Bu tür rivayetler karşısında okuyucu hemen bir hükme varmamalı, biraz sabretmelidir. Örneğin İbn Sa‘d çoğu zaman bu tür “sıkıntılı” rivayetleri tashih eden veya tenkid eden farklı rivayetleri ya hemen rivayetin altında ya da ilerleyen sayfalarda bizzat kendisi aktarmaktadır. Örnek olması açısından şu misali aktarabiliriz: Tabakât’ta Abdullah b. ez-Zübeyr’in Medine’de doğumu ve yaşanan mutlulukları anlatan kısmında senediyle birlikte şöyle bir rivayet aktarılır:
Ebû Bekir, [doğduktan hemen sonra] bir bez parçası içerisinde [kucağına aldığı torunu] Abdullah b. ez-Zübeyr ile birlikte Kâbe’yi tavaf etti. Aynı zamanda o, İslâmî dönemde doğan ilk bebektir.
Muhammed b. Saʻd dedi ki: Bu rivayeti [hocam] Muhammed b. Ömer’e anlattım. [Beni dinledikten sonra] dedi ki: Bu aşikâr bir hatadır. Abdullah b. ez-Zübeyr hicretten sonra Medine’de doğan ilk çocuktur. Bu hususta Müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf yoktur. O zaman Mekke Dârü’l-Harb idi. Hicrî 7. yıldaki kaza umresine kadar Mekke’ye ne Peygamber (sas), ne de Müslümanlardan birisi girmişti. Öyleyse Ebû Bekir, bir bez parçası içerisinde onunla nasıl tavaf yapabilir? Mekke’ye ne zaman gitti? Allah Resûlü (sas) ile birlikte hicret etmesinden başlayıp onun vefatına kadar devam eden müddet zarfında hiç ondan ayrılmış mıydı? [14]
Görüldüğü gibi aktarılan rivayetin kritiği hemen akabinde yapılmıştır. Tabi bu tarz net tashihlerin olmadığı (Garanik meselesi gibi) rivayetler de mevcuttur kitapta. Bu durumda okuyucu farklı kaynaklarda yer alan rivayet ve bilgilere müracaat etmek suretiyle bütüncül bir okumanın gayretinde olmalıdır.
4. Hiç şüphesiz her eser döneminin sosyal, siyasal ve kültürel yaşamından bağımsız bir şekilde değerlendirilmez. Bu bağlamda eseri okurken devrin şartlarının toplumsal ve siyasal algısını da gözönünde bulundurmak gerekmektedir. Müellifin yaşadığı dönem içerisinde var olan bazı itikadi ve siyasi ihtilaf ve tartışmalar ister istemez esere konu olabilmiştir. Bu tarz rivayetleri değerlendirirken muhakkak o dönemin şartlarını iyice bilmeli ve ona göre değerlendirmelerde bulunulmalıdır. Ayrıca süreç içerisinde bazı ifade ve kavramlar ilk kullanıldığı zamandan daha farklı bir anlam kazanmış olabilir. Bu tür ifadeleri de yine dönemin sosyal ve kültürel ortamını dikkate alarak okumalıdır. Mesela, Tabakât’ın bazı yerlerinde Hz. Ali için “aleyhi’s-selam”[15], Hz. Fatıma için ise “aleyha’s-selam” [II, 312] ibarelerini görmek mümkündür. Okuyucu bu tür ifadeleri görünce bugün Şiilerin farklı anlamlar yükleyerek kullandığı gibi eserde kullanılmasından ötürü İbn Sa‘d’ın Şii olduğu kanaatine varmamalı, bunu o dönemde Ehl-i Beyt’e saygı için kullanılan genel ifadeler olarak anlaşılmalıdır. Ayrıca eserde bazı raviler için “o ehl-reydi”[IX, 286] veya “haruridir [hariciliği kastediyor]”[VII, 572] ve yahut “sahibu’s-sünne idi.”[IX, 371] gibi pek çok mezhepsel yorumlar içeren ifadelere rastlamak mümküdür.
5- Tabakât’ta yer alan pek çok rivayet aynı zamanda itikadi ve fıkhî konuları içeren önemli bilgiler aktarmaktadır. Okuyucu burada yer alan bir takım hüküm bildiren veya olaylar ile ilgili yapılan farklı yorumları esas alarak kendine bir fetva çıkarmaya çalışmamalıdır[16]. Zira nihayetinde bu eser ne bir fıkıh, ne bir hadis, ne de bir ilmihal kitabıdır.
Tabir caiz ise bir Tabakât’taki bilgiler büyük bir eczahanede yer alan ilaçlar gibidir, içinde pek çok hastalıklara şifa olacak ilaçlar bulunmaktadır. Ama kullanımı için mutlaka uzman birinin reçetesine ihtiyaç vardır. Malum her ilaç herkese iyi gelmeyebilir…
4 Cemaziyelahir 230 Pazar günü (16 Şubat 845) 62 yaşlarında Bağdat’ta vefat eden İbn Sa‘d, bize böyle güzel bir eser bırakarak gitmiştir. Onun için sadaka-i cariye olan bu eserden hakkı ile istifade etmek ise bizim en büyük temennimizdir.
Yaklaşık iki yıldır yoğun bir şekilde gündemimizde olan bu eseri Türkçe olarak siz Siyer okurlarına kazandırtmanın heyecanı içerisindeyiz. Bu projeye karar verdiğimiz günden bu tarafa büyük bir ekip çalışması ortaya konmuştur. Eserin tercümesinde yer alan birbirinden değerli 15 Hocamız ve tercümenin editörlüğünü yapan Prof. Dr. Adnan Demircan Hocamız, her türlü teşekkürü hak etmektedirler. Allah kendilerinden razı olsun, daha hayırlı çalışmaları onların elleriyle bu ümmete kazandırtsın. Burada bir hakkı teslim etmek için Siyer Yayınları Editörü M. Ali Alioğlu kardeşime ayrıca değinmem gerekiyor. Büyük bir dikkat ve titizlikle metinleri okuması, gerekli yerlere notlar alması, en ufak bir ayrıntıyı kaçırmadan meselenin doğrusunu ortaya koyma arzusu ile yoğun bir çaba vermesi, bu eserde onun büyük bir emeğinin olduğunu göstermektedir. Rabbim kendisinden ebeden razı olsun. Ondan ve bizlerden bu güzel eseri bir salih amel olarak kabul buyursun. Ayrıca eseri baştan sona okuyup gerekli tashihleri yapan başta Hüseyin Yıldırım kardeşim olmak üzere, tüm talebe kardeşlerimi de bu duaya dahil ediyorum.
Önceleri Hristiyan bir papaz iken sonradan Müslüman olan Ebû Muhammed Abdullah el-Mayurkî’nin (v. 832/1429) çok güzel bir sözü var. Diyor ki: “Bir müminin tarihini yazan onu diriltmiş, o yazılan tarihi okuyan ise onu ziyaret etmiş gibi olur.”
Bu eserin, kimler hakkında yazıldığını biliyorsunuz, esere konu olan şahısları yazan İbn Sa‘d, onları diriltmiş gibidir. Bize düşen ise onların hayatlarını okuyup, onları ziyaret etmiş gibi istifade edip, hayatlarımızı bir şekilde nebevî iklim ile diriltmektir.
Mevla hepimize bunu nasip eylesin, daha güzel ve daha derinlikli çalışmalarda bizleri istihdam eylesin. (âmin)
Muhammed Emin Yıldırım
2 Cemâziyelâhir 1435/2 Nisan 2014 Eyüp/İstanbul
[1] el-Kalkâşendî, Subhu’l-a’şâ fî sinâ’ti’l-inşâ, I, 303
[2] Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdad, V, 321
[3] İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 151
[4] İbn Hacer, Tehzibu’t-tehzîb, V, 111
[5] Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 425
[6] Vâkıdî hakkında daha fazla bilgi için bkz: Fayda, Mustafa; “Vâkıdî”, DİA, XLII, 471-475
[7] Mevlânâ Şiblî Numânî, Siretü’n-Nebî, s. 43
[8] Fayda, Mustafa; “ İbn Sa‘d”, DİA, XX,294
[9]Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 1; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 210-214
[10]İbn Sa‘d, et-Tabakât, c. 9, s.372; Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdat, c. 5, s. 321
[11] Örneğin Hz. Aişe’nin (ra) defni ile ilgili şu detaylar aktarılır: “Âişe hicrî 58 senesinde Ramazanın 19’unda Salı gecesi vefat etti. Namazını da Ebû Hüreyre kıldırdı… Âişe’nin kabri üzerine bir örtü attık. O sırada elimizde aydınlatma için üzerinde meşale bulunan hurma dalları vardı. Onu Ramazan ayında insanlar vitri kıldıktan sonra geceleyin defnettik.” (X, 82)
[12] “Resûlullah (sas) Mısır işi bir elbise (Kubtıyye) ve çizgili hulleyle kefenlendi.”[II, 288] “Resûlullah’ın (sas) kabrine Ali, el-Fadl b. Abbâs, Üsâme b. Zeyd ve Evs b. Havlî indi.” [II, 302]; Geniş bilgi için bkz: İbn Sa‘d, et-Tabakât, Siyer Yayınları, II, 262-330
[13] Bu konu ile ilgili birkaç örnek: “Resûlullah (sas) altından bir yüzük edindi. Sağ eline taktığında taşını iç tarafa çeviriyordu. İnsanlar da altından yüzükler edindiler. Sonra Resûlullah (sas) minberin üzerinde oturdu, onu çıkardı ve “Ben bu yüzüğü takıyor ve taşını avucumun iç tarafına çeviriyordum.” dedi; ardından onu attı ve “Vallahi bir daha onu takmayacağım.” dedi. Allah’ın peygamberi (sas) yüzüğü attı; diğer insanlar da yüzüklerini attılar.” (I, s. 460); “Ömer b. el-Hattâb, yüzüklerin üzerine Arapça bir şey yazılmasını yasakladı. Enes’in [b. Mâlik] yüzüğünde kurt veya tilki resmi bulunuyordu.” (IX, 16)
[14] İbn Sa‘d, Tabakât, VI, 490
[15] “[Ebü’l-Âliye er-Riyâhî anlatıyor]:Ali (a) ve Muʻâviye zamanında tam savaşacak bir gençtim.Savaş bana en güzel yemeklerden daha sevimliydi. Hazırladığım en güzel savaş aletlerini kuşanıp yanlarına gittim. Baktım ki, birbirlerine karşı iki saf olmuşlar. O kadar çoklardı ki, safların uçları görünmüyordu. Bir grup tekbir getirdiği zaman diğeri de getiriyordu. Bir grup “Lâ ilahe illallah” dediği zaman diğeri de söylüyordu. Sonra kendi kendime düşündüm ve “Hangi grubu kâfir, hangi grubu mümin yerine koyacağım? Beni buna zorlayan şey nedir?” dedim. Akşam olmadan dönüp onları terk ettim.” Tabakât, IX, 116.
[16] “Enes’in üzerinde ipekli bir sarık, ipekli bir cübbe ve kenarları ipekli bir elbise gördüm. Ona, “Sana ne oluyor böyle? Bize ipekli elbise giymeyi yasaklıyorsun, fakat sen onu giyiyorsun.” dediler. Enes, “Onu bize emîrlerimiz giydiriyor. Biz de onların bu elbiseyi üzerimizde görmelerinden hoşlanıyoruz.” dedi. (IX, 21)” vb. rivayetlerden fetva çıkarımı yapılmamalıdır.