Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam, O’nun Ehl-i Beyt’ine ve ashâbına selam, hayat defterinin sayfalarından bazı güzellikleri aralayacağımız önemli bir sîma olan Hz. Peygamber’in (sas) aziz torunu Hz. Hasan’a selam, kıyamete kadar yollarını ashâbın yolu kılmaya çalışan tüm Müslüman, Muvahhid ve Mücahitlere de selam olsun.
Hz. Hasan dediğimiz zaman aklımıza onlarca, hatta yüzlerce şey gelir. Özellikle Efendimiz’in (sas) çok sevdiği bu güzel torunu için söylediği her biri diğerinden önemli sözleri hemen zihnimizde belirir.
Ne demişti Efendimiz? “Her Peygamber’in nesli kendindendir, benim neslim ise Fatıma’dandır.” (Taberânî, el-Mü‘cemü’l-Kebîr, 2630) Dolayısı ile Hasan veya Hüseyin demek; Evlad-ı Ali demektir, Evlad-ı Fatıma demektir; ama aynı zamanda Nesl-i Muhammedî (sas) demektir.
Ne demişti Efendimiz? “Benim dünyadaki nasiplerim” (İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, VII, 8) demiş, Hasan ile Hüseyin’i bağrına basmış, öpmüş, koklamış, kendi kokusunu onların üzerinden diğer nesillere ulaştırmıştı.
Ne demişti Efendimiz? “Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!” (Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb, 22; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 59)
Tam burada söylenir değil mi o cümle? Nasıl sevmem senin sevdiklerini Ya Resûlullah? Gerçekten Hz. Ali demek, Hz. Fatıma demek, Hz. Hasan demek, Hz. Hüseyin demek; Efendimiz’i (sas) memnun ediyor; O’nun sevdiklerini sevmek, O’nu sevindiriyor. Rabbim bizleri onların sevgisinden ayırmasın, hepimize gerçek manada sevgiler nasip eylesin.
Ne demişti Efendimiz? “Cennet gençlerinin efendileri” (Tirmizî, Menâkıb, 30) demiş, cennete giden yolun onların ayak izlerinden geçtiğini bizlere beyan buyurmuştu. Bundan dolayı Ehl-i Beyt’in tüm mensupları dinin intikal ve muhafazası adına bize çok şey söyler, doğru yolda nasıl doğru bir biçimde yürüneceğinin yollarını gösterir, Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde nasıl Allah’a (cc) ideal manada kul olunacağının örnekliğini bize takdim ederler.
Öyleyse gelin Hz. Hasan’ın hayat defterinin sayfalarını bu maksatla bir çevirelim, bakalım Hz. Peygamber’in (sas) aziz torunu, bizlere neler söyleyecek, bizlere neler öğretecektir.
Hayatına Kısa Bir Bakış
Hz. Ali ile Hz. Fatıma Hicret’in 2. yılı Bedir’in arkasından evlendiklerinin üzerinden bir kaç ay geçmeden Hz. Fatıma validemiz hamile kalmıştı. O günlerin birinde Efendimiz’in (sas) çok sevdiği, çok değer verdiği ilk Müslüman hanımlardan olan Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fadl bir rüya görmüştü. Rüyası o kadar dehşetliydi ki sabah olur olmaz Efendimiz’in (sas) huzuruna koşmuş: “Ya Resûlullah! Öyle bir rüya gördüm ki şu an bile etkisindeyim, korkudan tir tir titriyorum!” demişti. Efendimiz (sas) Ümmü’l-Fadl’ı rahatlatmış: “Yavaş ol! Ey Ümmü’l-Fadl! Anlat bakalım ne gördün!” demişti. Ümmü’l-Fadl: “Çok korkunç bir rüya gördüm Ya Resûlullah!” diyerek, o anki ruh halini ortaya koymuştu. Efendimiz (sas): “Allah hayra çevirsin anlat bakalım ne gördün?” demişti. Ümmü’l-Fadl başından terler boşalarak başlamıştı anlatmaya: “Ya Resûlullah! Rüyamda senin bedeninden bir parçanın koptuğunu ve gelip bizim eve düştüğünü gördüm!” Bunu söyleyince Ümmü’l-Fadl ağlıyordu. Efendimiz (sas) o anda gülmeye başladı. Ümmü’l-Fadl, Efendimiz’in (sas) güldüğünü görünce şaşırdı. Efendimiz (sas) dedi ki: “Ey Ümmü’l-Fadl! Sen hayır görmüşsün. İnşallah yakın bir zamanda Fatıma’nın bir çocuğu olacak. O çocuğa sütannesi sen olacaksın. Kusem’in sütünden ona da vereceksin!” (İbn Sa’d, Tabakât, X, 301; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 339) Kusem, Ümmü’l-Fadl’ın oğludur, birkaç ay önce doğmuştur. O Kusem, yıllar sonra sahâbenin cihad aşkının güzel bir örneği olarak Medine’den kalkacak ta Semerkant’a, Buhara’ya gidecek, yani Özbekistan’a ve orada da şehit olacaktır. Ümmü’l-Fadl, Efendimiz’den (sas) bu tabiri duyunca sevinmeye başladı.
Hz. Hasan’ın Doğumu
Bu rüyanın üzerinden ne kadar geçti bilmiyoruz; aylardan bir Ramazan ayıdır. 15 Ramazan’dır; hicret’in 3. yılı; miladî olarak da 1 Mart 625’tir. Hz. Fatıma validemiz nur topu gibi bir erkek çocuk doğurur. Günlerdir Ehl-i Beyt’in hanesinden bu haberi bekleyen Efendimiz’e (sas), bu müjde ulaşır ulaşmaz; hemen o eve doğru büyük bir heyecan ve sevinç ile koşmuştur. Sahâbî diyor ki: “O günler Efendimiz 56 yaşında idi; sevinçten öyle bir koşuyordu ki biz ona yetişemiyorduk.”
Efendimiz (sas) sevinçle hemen kızı Fatıma’nın evine gitti ve oradakilere söze dikkat edin: “Bana oğlumu getirin.” dedi. Esma bint Ümeys, bebeği sarı bir beze/ kundağa sararak getirdi. Efendimiz (sas): “Başka bir renkte bez bulamadınız mı?” dedi ve sarı rengi erkek çocuğuna yakıştırmadı. (el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, XVI, 261-262; İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, VII, 7) Efendimiz (sas) böyle şeylere çok dikkat ederdi; renklerin diline, mesajına inanırdı. Bundan dolayı anında orada da bunu beyan etti. O’nun dünyasında renklerin dini yoktu, ama dili vardı; yani mesajı vardı.
Esma validemiz hemen o kundağı değiştirmiş, beyaz bir kundağa koyarak o bebeği Efendimiz’e (sas) uzatmıştır. Efendimiz (sas) o halde aldı bebeği kucağına öyle bir sevindi, öyle bir sevindi ki… Sonra Ali’ye döndü ve dedi ki: “Ali ne koyacaksın ismini?” Hz. Ali der ki: “Ya Resûlullah! Eğer müsaade edersen adını Harb koyacağım.” Ali’nin tabiatına uygun bir isim Harb… Efendimiz (sas): “Ey Ali! Böyle güzel bir çocuğa Harb ismi konur mu? Benim oğlumun adı Hasan olsun” (Hâkim, el-Müstedrek, III, 374; İbn Sa’d, Tabakât, VI, 357) dedi. Efendimiz (sas) ismini söyledikten sonra sağ kulağına ezanı, sol kulağına kameti okudu ve adını ona üç kez tekrarladı. Doğumun 7. gününde iki koçu akika olarak kestirdi, saçlarından bir miktar keserek ağırlığınca gümüş de sadaka olarak dağıttı. (İbn Sa’d, Tabakât, VI, 356)
Efendimiz (sas) yıllar yılı evlat hasreti ile yanan yüreğini biraz olsun torunu Hasan ile dindirmiştir. Onları çok sevdiğini hepimiz biliyoruz; ancak o sevgi sadece bir torun sevgisi değildir, bunu bilmemiz lazım, o sevgi bir de temsiliyet adına onlara biçilen rolün bir gereğidir. O sevginin nasıl olduğuna dair bazı rivayetler aktarayım sizlere…
Hz. Peygamber’in (sas) Hz. Hasan’a Karşı Olan Sevgisi
Hz. Hasan’ın doğumunun ilk aylarıdır. Sütannesi Ümmü’l-Fadl’ın evindedir. Hadiseyi zaten bize Ümmü’l-Fadl rivayet etmektedir. Efendimiz (sas) torununu görmek için o eve gider; alır torununu sever, koklar, öper, onunla oynar. Hasan, Efendimiz’in (sas) kucağında iken, çok af edersiniz, küçük abdestini Efendimiz’in (sas) üzerine yapar. Ümmü’l-Fadl bu hali görünce hemen Hasan’ı çeker alır, telaşlanır, üzülür. O böyle yapınca Hasan korkar ve ağlamaya başlar. Efendimiz (sas) o anda kendi üzeri ile hiç ilgilenmez, torununun ağlamasına dayanamaz ve Ümmü’l-Fadl’a: “Ne yaptın bak oğlumu korkuttun.” der. Ümmü’l-Fadl ise: “Ya Resûlullah! Baksanıza üstünüze yaptı; çıkarın gömleğinizi yıkayayım” der. Efendimiz (sas) ise fıkıh kitaplarımıza giren bir hükmü orada beyan eder: “Erkek çocuğunun idrarından dolayı yıkamak gerekmez, su dökmek kâfidir…” (İbn Mâce, Ta’biru’r-Rüya, 10, Beyhakî, Delâil, VI, 469)
Başka bir rivayeti Ebû Hureyre naklediyor: “Bir gün Efendimiz (sas) ve bir grup sahâbî ile Kaynukaoğulları çarşına doğru yürüyorduk. Bir müddet sonra Efendimiz (sas) yolunu değiştirdi ve Fatıma’nın evine doğru yürüdü. Fatıma da o gün çocuklarını yıkamış, güzel elbiseler giydirmişti. Evin yakınlarına geldiğimizde Hüseyin’i kapıda gördük. Efendimiz (sas) hemen sarıldı, Hüseyin’i öpmeye, koklamaya başladı. Sonra gözleri Hasan’ı aradı. Hasan’ı bulamayınca eve doğru seslendi ve dedi ki: ‘Küçük adam orda mı? Benim oğlum orada mı?’ Hasan’ın işi daha bitmediği için biraz geç geldi. Biz onları beklerken Hasan geldi ve o anda Hüseyin ile oyun oynamaya başladılar. Efendimiz (sas) onları yaşlı gözlerle biraz seyretti, sonra ikisine de sarılarak dedi ki: “Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!” (Buhârî, Libâs, 60; Müslim, Fezâilü’Sahâbe, 57)
İbn Manzûr naklediyor: Hz. Fatıma bir gün Hasan’a bir şiir öğretmişti, tekerleme gibi bir şey… Efendimiz (sas) bu şiiri Hasan’dan dinlemekten o kadar hoşlanırdı ki… Onu nerede görse şiiri okutur, sonra da sana bunu kim öğretti diye sorar, aldığı cevap üzerine de dua ederdi. Yine bir gün Hz. Ebû Bekir ile Efendimiz (sas) yürürlerken Hasan’ı görürler. Efendimiz (sas) hemen Hasan’a sarılır ve o şiiri okumasını söyler. Hasan okur. Efendimiz (sas) der ki: “Bunlar benim reyhanlarım, çiçeklerim, güllerimdir. Ben onları seviyorum, sizde onları sevin!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 288; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 379)
Bir başka rivayeti, Efendimiz’in (sas) torunları kadar sevdiği Üsâme b. Zeyd (ra) bize aktarıyor. Diyor ki: “Bir gün Resûlullah (sas) beni bir dizine, Hasan’ı hemen benim önüme, diğer bir dizine Hüseyin’i oturttu sonra bize şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum.” (Buhârî, Menâkıb, 27; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 17)
Nebevî Hassasiyet
Bir gün Peygamber Efendimiz (sas) ya Mescid-i Nebevî’de ya hanesinde kucağına küçücük torunu Hz. Hasan’ı almış, zekât olarak toplanan hurmaların dağıtılmasını kontrol ediyordu. Hasan oradan bir hurma alıp ağzına atıverdi. Bunu gören Resûlullah Efendimiz hemen Hz. Hasan’a “Keğ keğ irmi biha/ Kıh, kıh at onu” dedi; ama Hz. Hasan, daha çocuk, hurmayı çiğnemeye başladı. Efendimiz (sas) çok sevdiği torununu incitme pahasına onun ağzını elleri ile açtı, parmağını ağzına koyarak o hurmayı çıkartıp attı. Olaya şahit olan sahâbîlerden biri merakla: “Ya Resûlullah! Hurmayı çocuktan almasaydın! Ne olurdu?” dedi. Resûlullah Efendimiz: “Biz Muhammed âilesine sadaka almak, yemek helâl değildir.” buyurdu. (İbn Sa’d, Tabakât, VI, 365; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 375)
Efendimiz’in (sas) böyle bir hassasiyeti vardı. Bakın torunu Hasan’a Efendimiz (sas) bir gün şöyle diyecekti. Bu sözler Tirmizî’de geçen bir hadistir: “Ey Hasan! Beş vakit namazını aksatmadan kıl! Sana şüpheli gelen şeyleri terk et. İçinde şüphe olmayan şeylere yönel. Doğruluktan ayrılma! Çünkü doğruluk insanın gönlüne huzur verir. Yalan ise insanı huzursuz eder.” (Tirmizî, Kıyamet, 61)
Hz. Hasan’ın Efendimiz (sas) ile beraber olduğu son bir rivayet aktarayım sizlere: İbn Abbas (ra) diyor ki: “Resûlullah’ın (sas) huzurunda idim. Hz Fatma (r.anhâ) ağlayarak geldi. ‘Babacığım! Hasan ve Hüseyin evden çıkmışlardı. Uzun zaman geçti hâlâ gelmediler. Ali de evde yok ki gidip onları çağırsın şimdi ne yapacağız?’ dedi. Efendimiz (sas) ‘Ey Fatıma! Üzülme, Allahu Teâlâ onları muhafaza eder.’ buyurdu. Sonra: ‘Ya Rabbi! Eğer iki torunum bir suda iseler inayet kayığın ile sahile ilet. Eğer sahrada iseler hidayet rehberinle evlerine döndür.’ (İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, VII, 18) diye dua etti.”
Daha sonra başladılar aramaya; sahâbe grup grup olup Medine’nin etrafına dağılıp aradılar. En sonunda bir kayanın arkasında birbirlerine korkudan sarılmış bir halde buldular. Efendimiz (sas) onları bulunca öyle bir sevindi, öyle bir sevindi ki hemen sarıldı onlara, onlar da dedelerine bir müddet öylece kaldılar. Sonra Efendimiz (sas) iki torununu da kucağına aldı ve evin yolunu tuttu. Sahâbîler, taşımak için istediklerinde onlara vermedi. Ebû Eyyüp el-Ensârî: “Ya Resûlullah! Birini bana verin. Biraz yükünüzü hafifleteyim” dedi. Resûlullah: “Benim yüküm ağır değil ki?” dedi ve taşımaya devam etti. Onları taşırken Efendimiz (sas) onların şereflerini sayıyordu. Diyordu ki: “Benim bu yavrularımın annesi Fatıma, babası Ali, dedesi Resûllullah, ninesi Hatice, amcası Cafer-i Tayyar, teyzeleri Zeynep, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm’dür.” (Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, IX, 182; İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, XIV, 70)
Dedesinin Vefatının Ardından
Efendimiz (sas) vefat ettiğinde Hz. Hasan kaç yaşında idi? 8 yaşlarında, Hz. Hüseyin ondan bir yaş küçük olduğu için 7 yaşlarında idi. Dolayısı ile Hz. Hasan, Hz. Ebû Bekir döneminin sonlarında 10-11 yaşlarında, Hz. Ömer’in döneminin sonlarında 21-22 yaşlarında bir delikanlı idi. Bu ilk iki halife döneminde bazı hatıralar olsa da biz Hz. Hasan’ı o günlerde hep ilim tahsilinde görürüz. O babasının dizlerinin dibinde babasından ilim, hikmet ve irfan adına ders alan bir talebedir. İlk iki halife, Efendimiz’in (sas) bu aziz hatıralarını çok sever, onları hep bağırlarına basarlardı. Ne zaman Hz. Ebû Bekir, Hz. Hasan’ı görse nasıl severdi biliyor musunuz? Hemen ona sarılır: “Ey dedesi Nebiye benzeyen, babası Ali’ye benzemeyen” der, aynen Resûlullah (sas) gibi öper, koklardı. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII, 119; el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, VII, 103)
Hz. Ömer de Ehl-i Beyt’e karşı hep çok duyarlıydı. Divan teşkilatını kurduğunda Hz. Ömer, yaşları o gün için 14-15 olan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i, Bedir ashâbı gibi değerlendirmiş ve onlara 5000 dirhem maaş bağlamış, buna itiraz edenlere de onların değer ve kıymetlerinin ne olduğunu söylemişti.
Zorlu Günlerdeki Sarsılmaz Kameti
Üçüncü Halife Hz. Osman döneminde artık genç bir delikanlı olarak Hz. Hasan’ı görürüz. Ve onu dedesinin mesajlarını âleme yaymak için cihad meydanlarında at koşturduğuna şahit oluruz. Benî Ümeyye’den kabiliyetli bir komutan olan Saîd b. Âs’ın komutasında Horasan seferlerine katılmış ve kendisine yakışan bir kamet ortaya koymuştur. Hz. Osman’ın evi asilerce sarılınca, ona su taşıyan ve onu canı pahasına korumaya çalışan üç-dört isimden bir tanesi de odur.
Hz. Osman şehit edilip, babası Hz. Ali halife seçilince Hz. Hasan’ı daha aktif bir şekilde tarih sahnesinde görmekteyiz. Hz. Ali’nin zorlu hilafet günlerinde Hz. Hasan, o tabloların hepsinin içerisinde vardır ve babasının hemen yanı başında kendine biçilen rol ne ise onu yerine getirmenin gayreti içerisindedir. O zorlu günlerde ilk olarak Hz. Ali, onu ve Ammar b. Yasir’i Kûfelileri ikna etmek ve onlardan biat almak için Kûfe’ye göndermiştir. Onlarda Kûfelileri ikna etmeyi başarmış ve Cemel vakasında Hz. Ali’yi desteklemelerini sağlamışlardı. Ondan sonra Sıffın’da, Hakem olayında ve arkasından başlayan Haricilerle mücadelede Hz. Hasan hep en önde, her zaman babasının hemen arkasındadır.
Hz. Ali, harici Abdurrahman b. Mülcem’in saldırısına uğrayıp eve getirildiğinde Hz. Hasan babası için gözyaşı dökenlerden birisidir. O günler, Müslümanlar, Hz. Ali’ye kendinden sonra Hz. Hasan’ı hilafete ata dediklerinde Hz. Ali’nin cevabı şu olmuştu: “Bunu ne size emreder ne de nehy ederim, ben sizi Resûlullah’ın bıraktığı gibi bırakmak isterim.” (Mes’ûdî, Mürücü’z-Zeheb, II, 459) Resûlullah nasıl bırakmıştı biliyoruz değil mi? O kimseleri atamadan gitmişti. Ancak bazı rivayetlerde Hz. Hasan’ın direkt Hz. Ali tarafından atandığı söylenmektedir. (Ethem Ruhi Fığlalı, İmamiye Şiası, s. 85)
Hilafet Gömleğini Giyerken
Hz. Ali böyle söyleyip şehit olunca, tabi tüm bakışlar o gün için 37-38 yaşlarında olan Hz. Hasan’ın üzerinde yoğunlaşır. Ona ilk biat eden de Hz. Ali’nin gözde komutanlarından biri olan meşhur sahâbî Sa’d b. Ubâde’nin oğlu Kays b. Sa’d olur. Biat ederken; “Allah’ın kitabına, Resûlün sünnetine ve isyan edenlere karşı savaş etmenin gerekliliğine” diye bir cümle kullanır. Hz. Hasan biat için “Allah’ın kitabı ve Resûl’ün sünneti” ifadesinin yeterli olduğunu söyler. Böylece iki-üç gün içerisinde binlerce kişi gelip Hz. Hasan’a biat ederler.
Ancak, biatın arkasından Hz. Hasan’ın yaptığı konuşma cehaletin zihinlerini kararttığı Kûfeli cahiller arasında tartışma konusu olur. O veciz konuşmasının bir yerinde Hz. Hasan der ki: “Bundan böyle benim savaştıklarım ile savaşacak, barıştıklarım ile barışacaksınız!” Bu söz o anda tartışmaya sebep olur; derler ki ne demek barışmak, böyle bir şey yok biz sonuna kadar savaşacağız. Ancak Hz. Hasan sadece savaşmak deseydi, bu sefer bu cahil zümre: “Hasan bizi babası gibi birbirimize kırdıracak” diyerek, yine itiraz edeceklerdi. Çünkü adamların zihniyeti hasta idi, doğru bakmıyorlardı ki doğru görsünler, yanlış bakıyorlardı bundan dolayı da yanlış görüyorlardı.
Yaşanan bazı hadiselerden sonra Hz. Hasan, Medâin’e dönerek hilâfeti Hz. Muâviye b. Ebî Süfyân’ya teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı. O günler tarihler, hicrî olarak Cemâziyelevvel 41, miladî olarak Eylül 661’i gösteriyordu. İslâm tarihinde hicretin 41. yılına yapılan bu antlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa/birlik yılı” denilmiştir. (İbn Abdirabbih, el-Ikdü’I-Ferid, V, 109-111; Halife b. Hayyât, et-Târih, s. 203)
Hz. Hasan’ın bu antlaşmayı yapmasına dostları içerisinde en şiddetli tepkiyi şu üç isim ortaya koydu. Hz. Hüseyin, Kays b. Sa’d ve Hicr b. Adiyy; tabi başkaları da vardı, ama özellikle bu üçü Hz. Hasan’ı bu antlaşmayı yapmaması konusunda ikna etmeye çalıştılar. Ama Hz. Hasan kararından vazgeçmeyerek hilafeti Şam valisi Hz. Muaviye’ye teslim etti. Hicretin 41. yılı Cemaziyelevvel ayında yapılan bu devir teslim, iki ihbar-i gaybînin de gerçekleştiğinin haberi idi. Neydi bu iki ihbar-i gaybî? Bunlardan birincisi şu idi; Efendimiz (sas) yıllar önce buyurmuştu ki: “Hiç şüphe yok ki benim bu oğlum bir seyittir. Umulur ki Allah onun sayesinde iki büyük mü’min grubunu barıştıracaktır.” (Buhârî, Fiten, 20, Sulh, 9; Ebû Dâvûd, Sünne, 12)
Kütüb-i Sitte ricalinin diğerlerinin -Buhârî ve Ebû Dâvûd dışındakilerin rivayet ettiği metinde ise Allah Resûlü (sas) bir gün hutbede Hz. Hasan’a işaretle şöyle demişti: “Bu benim evladım Hasan, o seyyiddir. Allah (cc) onunla iki büyük cemaatı birbiriyle sulh ettirecek/ barıştıracaktır.”Bu hadisi bilenler: “Sadakte ya Resûlullah!” diyorlardı. Hz. Hasan’ın attığı o adımın, Efendimiz (sas) tarafından tasdik gördüğünü söylüyorlardı.
Vahdet Kahramanı
Hz. Hasan’ın bu adımı, gerçekten vahdet adına atılmış çok büyük ve önemli bir adımdır. Ne yazık ki ümmet olarak halen biz bu büyük adımı anlamış değiliz. Bakın, bugün bizler Hz. Ali’nin çocuklarından ilham alma meselesi gündeme gelince Hz. Hüseyin’i öne alır, onun kıyamını ve arkasından gelen şehadetini anlatır, açıkça ifade etmesek de Hz. Hasan’ın vahdet adına Şam valisi Hz.Muaviye b. Ebî Süfyân ile yaptığı antlaşmayı taviz olarak algılar, içimizde bir kırgınlık saklarız. Bu birçok Müslüman da böyledir. Hz. Hüseyin’in Kerbala’da izzetlice ölmesi bize ilham kaynağı olur da Hz. Hasan’ın çok farklı mülahazalarla barış için masaya oturması pek ilham kaynağı olmaz, olmadığını zannederiz. Hâşâ! Burada bu iki güzel torunu yarıştıracak değiliz; böyle bir şey doğru da değil, ancak şunu ifade etmek isterim ki Hz. Hasan’ın kendisini feda ederek, masanın başına oturması en az Hz. Hüseyin’in Kerbala’daki kıyamı kadar önemli bir meseledir. Aslında iki güzelin yaptığı birbirinden netice itibari ile farklı değildir. Biri canını, kanını ümmetin dirilişinin keffareti olarak vermiş; diğeri hayatını, ömrünü ümmetin dirilişine vesile olsun diye feda etmiştir. Yaşatmak için yaşamanın en güzel örnekleri olarak biri Kerbela’nın meydanın da kılıçlarla doğranarak bu ümmetin keffareti olmuştur, diğeri ümmetin cahillerinin dilleri ile kınanma pahasına, İslâm toplumunda daha fazla kan akmaması için bu ümmetin keffareti olmuştur.
İşte Hz. Hasan’ın yaptığı budur; yerinde kalmış, dostların eleştirilerine, cahillerin kınamasına, düşmanların alaylarına muhatap olmasına rağmen kendini ümmetin selametine feda etmiştir. Ümmetin vahdetinin öyle laf ile olmayacağını âleme göstermiştir. Bugün bizim yaptığımız gibi gelin birleşelim dememiştir. Bu söz vahdet isteyenin sözü değildir. Ya nedir? Hak senin olmasına rağmen, yüzde yüz hak sahibi sen olmana rağmen geliyorum birleşelim demiştir. Hak sahibi kendisi olmasına rağmen hakkından ümmetin daha fazla kanı akmasın diye vazgeçmiştir.
Şehadete Yürüyüşü
Hz. Hasan böyle bir hayatın sahibi olarak Medine’de 8 yıl yaşadıktan sonra birkaç kez zehirlenmek istenir, ama her seferinde o zehirlenmeden bir vesile ile kurtulur. Ancak sonuncu kez evin içinden biri seçilir; o Eş’as b. Kays’ın kızı Ca’de bint Eş’as’tır. Başta İbn Sa’d Tabakât’ında, İbn Esîr el-Kâmil’inde ve Usdü’l-Ğâbe’sinde, Süyûtî’nin Tarih’inde ve daha onlarca farklı kaynakta belirtildiğine göre Hz. Hasan’ı bu kadın zehirlemiştir.
Hz. Hasan zehirlenip yatağa düştüğünde, 40 gün o halde kaldığı söylenir. O günlerin hepsinde Hz. Hüseyin, abisinin yanı başındadır. İlk günden itibaren: “Ne olur Hasan söyle bunu kim sana yaptı diye” ısrar etmesine rağmen, Hz. Hasan yine kan dökülmemesi için o zorlu günlerde bile ümmetin selametini düşünerek bunu saklamıştır. Hatta o günlerin birinde Hz. Hasan, içtiği o zehirin tesiri ile acı içinde kıvranırken, kardeşi Hüseyin’e: “İçim yanıyor Ey Hüseyin, içim yanıyor!” demiş; Hz. Hüseyin: “Ne olur Hasan söyle sana bunu kim yaptı, söyle ki onun cezasını kendi ellerimle vereyim” demişti de Hz. Hasan yine ümmetin selameti için zehirleyenin kim olduğunu söylememişti. O günlerin sonlarında Hz. Hüseyin’e çeşitli vasiyetler söyleyerek şehadet şerbetini içmişti. O bize yaşadığı kısa ama bereketli hayatı ile şunları söyleyerek gitti; Muhabbet dedi, Vahdet dedi, Merhamet dedi, Îsar dedi, Gayret dedi… Anlamak, kavramak ve yaşamak duası ile…
Muhammed Emin Yıldırım