Londra’daki bombalama olaylarını televizyondan izleyince olayın ertesi günü yerli-yabancı Allah’sızların neler söyleyeceğini kestirmeye çalışıyordum. Aslında söyleyecekleri bugüne kadar söylenenlerden pekte farklı olmayacaktı. Adem’den bu yana aynı söz, aynı tarz, aynı üslup hep devam edegelmişti.
Bunları düşünürken birdenbire zihnimde şu ayet canlanıverdi. “İnkar edenler birbirlerine ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve o okunurken gürültü yapın, saçma ve anlamsız şeyler uydurun ki onun gücünü bastırasınız’ derler”. ( Fussilet 41/26)
Demek ki bundan 1500 yıl öncede muslukların başına oturan bazıları vahyin zatından kaynaklanan cazibesinin duyulmaması için ortalığı velveleye veriyorlardı. Bugünün egemenleri de aynı taktikle gündemi sapıtarak insanların dikkatlerini farklı noktalara kaydırmaya çalışıyorlar.
Mekke’deki dönemin inkarcıları, kimse Kur’an’ın o eşsiz söylemini duymasın, kimse vahyin o kutlu sözleri ile tanışmasın diye ellerine çanak, çömlek, tencere alırlarmış onlara bir şeylerle vurarak gürültü oluştururlarmış, bununla da vahyin duyulmasını engellemeye çalışırlarmış. Kur’an onların bu halini “el-ğav” kelimesi ile anlatır. Ğav; gürültü yapmak, yaygara koparmak, ortalığı velveleye vermektir. Mekke’nin inkarcıları vahyin sesi duyulmasın diye, ellerine o günün imkanları ölçüsünde tencereler alırlardı. O tencerenin sesi ancak Mekke’de duyulurdu. Ama bugünün inkarcılarının ellerindeki tencereler daha büyük. Ortaya çıkardıkları ses daha fazla, yaygaraları daha etkileyici… Terör nitelendirmesi ile Müslümanları dünya kamuoyunda mahkum etmeye çalışıyorlar. Topyekün Müslümanları hedef göstererek bu işin aslından bihaber yığınların zihninde İslam’ı terör, Kur’an’ı terörün teorisi olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Ellerinde büyük tencerelerle büyük gürültüler koparıyorlar. Gel gör ki bu gürültü ortamında düşmanlar düşmanlıklarını yaparlarken, dostlarda düşman oluyor, kimi terörü lanetleyeceğim diye birilerinin ekmeğine yağ sürerken, kimileride egemenlerin bizler için hazırladıkları yöntemleri kabul ederek kahramanlarını bile onlara belirleterek meşru-gayrimeşru ayrımı yapmadan, bizden diye her şeyi savunup kabullenmeye çalışıyorlar.
Yitirdiğimiz basiret ve ferasetimizden dolayı olayların perde arkasını göremiyor, göremediğimiz içinde tencerelerin gürültülerinden zihinlerimize düşen seslerle hükümler veriyoruz. Tüm bunları bir tarafa itip bu gün dünyanın jandarmalığına soyunmuş sözde büyüklerin neden tencere çaldıklarını bir kez daha düşünmeliyiz. Bunların bir tek amacı var, oda vahyin inanılmaz cazibesini engellemektir. Vahyin müntesipleri olduklarını iddia edenler onun cazibesinin boyutunu anlamasalar bile, vahyin düşmanları bunu çok iyi anlamakta, çok iyi bilmektedirler. Bunun içinde bugün bu sesi kısmak için ellerinden gelen tüm imkanları seferber etmektedirler.
1899 yılında Osmanlı’yı hasta adam ilan edip, bir kabus gibi hilafet devletinin üstüne çöken Avrupa devletlerinin sömürge bakanı Gladstone diyor ki; “Bu Kur’an bu Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara tamamen hakim olmayız. Ne yapıp yapıp ya bu Kur’an’ı sükut ettirip ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
İşte o günde onlar tencere çalıyorlardı, bugünde çalıyorlar, yarında çalmaya devam edecekler. Onlar kendilerine düşeni elbette yapacaklardır. Bizde aynen Mekke’de Ebu Cehil’e, VelidibnMuğire’ye karşı Kur’an’ın o eşsiz sesini yükselten o günün yiğitleri gibi bize düşeni yapmalıyız.
Yöntemini vahiyden alıp şartların zorlaması ile değil nebevi bir metod ile nasıl hareket edileceğini tesbit ederek, meşru bir direniş ile Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez ışığını dünya aleme ispat etmeliyiz.
Gelin ne tencere çalanlara alet olup onların seslerinin gürleşmesine sebep olalım, ne tencere çalanlara malzeme verip onları hırçınlaştıralım, ne o tencereden yükselen sesin korkusundan kabuğumuza çekilelim, ne nasıl olsa Londra bize uzak, biz nerde, orası nerde deyip vurdum duymaz olalım, nede onlara hoş görünmek için dinin temel ilkelerini gizleyerek onları memnun etmeye çalışalım. Hayır, bunların hiçbirini yapmayacağız. Vahiy kendi cazibesinden kaynaklanan etki ile mahkum edilmeye çalışıldığı dönemlerde bile hep gönüllere taht kurmuş, siyasal anlamda dibe vurduğu zamanlarda insan kazanımı sahasında zirvelere tırmanmıştır. Biz olsak da olmasak da vahiy cazibesini muhafaza edecektir, ona yine yönelinilecek, yine o en çok okunan, araştırılan kitap olmaya devam edecektir.
Onunla şeref kazanmak dururken, ona sırt dönerek zillete mahkum olmak doğru bir ticaret midir sizce ?
Muhammed Emin YILDIRIM