Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre son 10 yılda toplam 1 milyon 43 bin 97 çift çeşitli nedenlerle boşanmışlar. 2012 yılında evlenen çift sayısı 603.751 iken, boşanan çift sayısı ise 123.325 imiş.Yani bir yıl içerisinde evlenenlerin yaklaşık dörde biri boşanmış… Meseleye sadece boşanma üzerinden bakmamak lazım, birde boşanmayıp, her gün birbirlerini yiyen, birbirlerine dünyayı dar eden, ondan bundan çekindikleri için boşanmayı düşünmeyip, ama evli çiftler gibi hukuklarını işletmeyen binleri, hatta on binleri de dikkate almak gerekiyor. Peki, ne oluyor bize? Bu tabloyu çok farklı kültürler içinde yaşayan insanlarda görmek doğaldır da, bunu bu topraklarda görmek, hele hele güya İslami hassasiyetleri olan bizim gibi insanların içerisinde görmek, gerçekten insanın yüreğini acıtıyor. Ortaya çıkan bu tablo bir hakikati işaret ediyor; ne yazık ki evlilik gibi önemli bir adımın ne demek olduğu halen tam olarak anlaşılmamış, bu önemli kurum Kur’an ve Sünnet çerçevesinde tam anlamı ile kavranamamıştır.
Bu önemli değerin anlaşılmasına küçükte olsa bir katkı sağlaması amacı ile öncelikle aile kavramı üzerinde biraz durmak gerekiyor. Aile; Arapça bir kelimedir ve bizim geniş aile dediğimiz anlamda kullanılır. Araplar aile dedikleri zaman bir dede ve ninenin tüm çocuklarını, torunlarını, kardeşlerini, amcalarını, dayılarını, halalarını, teyzelerini ve bunların çocuklarını kastederler. Biz genelde aile derken, sadece anne, baba ve çocukları ifade ederiz. Eğer diğerlerini de içine alarak söyleyeceksek, geniş aile deriz, öylece sayarız. Ama Araplarda, anne, baba ve çocuklardan oluşan aileye usre, dededen itibaren tüm fertlerden oluşan usrelere ise aile denilmektedir.
Arapça sözlüklerimiz gerek aile kelimesine, gerek usre kelimesine birçok anlamlar verirler. Bu anlamlardan bir tanesi şudur; Aile: Birbirlerini tartan, dengeleyen terazinin iki kefesidir. Biri yeterli ağrılıkta olmazsa, diğerini dengeleyemeyen, dolaysı ile itidali bozan bir durumdur. Bir başka tanıma göre, biri olmazsa, diğeri ayakta duramayan, biri diğerine destek olan bir yapıdır. Üsre‘ye gelince, onun içinde verilen en güzel anlamlardan biri, dışarıdan gelen saldırılara karşı giyilen zırhtır. Bu tanımlardan yola çıkarak, aile ne demektir, sorusuna; aile; “dengeyi sağlayan terazi, yapıyı koruyan destek ve saldırılara karşı giyilen zırhtır” diyebiliriz. Bu tanımlar aile kurumunun değer ve kıymetinin ne olması gerektiğini bizlere telkin etmektedir.
Eğer, böyle bir bilinç ile aileler oluşturulursa dünyadaki cennetler bizlerin evleri olacak, cennetin kokusu evlerimizden topluma doğru yayılacaktır. Unutulmamalıdır ki; mümine dünyada, ahiretteki cennet yok; böyle bir cenneti araması boşunadır, ama mümine dünyada, cennetin kokusunu duyacağı yerler vardır. Arafat, Ravza-ı Mutahhara, Uhud, Salihlerin ve Alimlerin Meclisleri gibi… Elbette salih ve saliha eşlerin oluşturduğu bir yuvada, dünyadaki cennetin şubelerinden biri olacaktır. Evlerimizi cennet şubeleri kılmak için Asr-ı Saadet dediğimiz o güzel dünyada kurulan haneleri ve o evlerin sakinleri olan Sahabe efendilerimizi çok iyi tanımamız gerekiyor. Evlerimizin iklimini, saadet asrının iklimine dönüştürmeye vesilesi olması için, o günün dünyasında farklı bir konumda olan bir evin kuruluş sürecinden biraz sizlere bahsetmek istiyorum. O ev, Ehli Beyt’in kökü olan Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın evidir.
Hz. Fatıma annemiz 18, 19 yaşlarına gelince; sahabenin bir çoklarında Peygamber evine damat olma, böyle büyük bir şerefe nail olma arzusu oluştu. Tabi bu arzuyu dile getirmekte çok kolay değildi; ancak Efendimiz (sas) ile bir şekilde biraz olsun yakınlığı bulunan sahabiler bu meseleyi konuşabilir, bu meseleyi gündeme getirebilirlerdi. Böyle olunca da Hz. Ömer bu meseleyi Hz. Ebû Bekir’e açtı ve dedi ki: “Ey Ebû Bekir! Git Resulullah’tan kızı Fatıma’yı kendine iste; O’na damat olma şerefini kimselere kaptırma!” Hz. Ebû Bekir dedi ki: “Ey Ömer! Bu çok büyük bir şeref benim için, ama ben Resulullah’ın “evet” demeyeceğinden korkuyorum!” Hz. Ömer: “Sana evet demeyecekte kime evet diyecek” diye onu cesaretlendi. Hz. Ebû Bekir, bu konuyu önce kızı Hz. Aişe’ye açtı, o da uygun buldu; müsait bir zaman gözlendi ve Hz. Ebû Bekir bu meseleyi Efendimiz’e açtı. Efendimiz çok uygun bir lisan ile: “Fatıma hakkında Allah’ın bir hüküm vermesini bekliyorum” dedi. Hz. Ebû Bekir, Efendimiz’in huzurundan çıktı. Hz. Ömer merakla ne olduğunu sordu. Hz. Ebû Bekir, Efendimiz’in dediğini söyledi. Aradan bir müddet geçince bu sefer Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in telkinleriyle aynı teklif için Efendimiz’in huzuruna çıktı; ama Efendimiz, Ebû Bekir’e söylediğinin aynısını Hz.Ömer’e de söyledi. Bu şekilde birkaç sahabinin daha huzuru risalete çıktığını söyler kaynaklarımız… Her gelene aynı söz söylenince bakışlar Hz. Ali’nin üzerinde yoğunlaştı. Hatta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Ali’nin yanına giderek ona dediler ki: “Biz zan ediyoruz, Efendimiz, Fatıma’yı senin için bekletiyor. Git, Fatıma’ya talip ol! Allah bilir ama her halde Resulullah sana evet diyecek!”
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, Hz. Ali’ye bu teklifi yaptıklarında Hz. Ali dedi ki: “Benim durumum evlenmeye müsait değil ki, hiçbir şeyim yok ki evlenmek için?” Bu sözler üzerine Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, fakirliğin evliliğe engel olmadığını, durumundan Efendimiz’in de haberdar olduğunu, seni beklediğine göre bir bildiğinin olduğunu söylediler. Daha sonra Ensar’dan bazıları da Hz. Ali’yi bu konuda teşvik ettiler. Ama Hz. Ali, bir türlü cesaret edemedi, bu iş için Efendimiz’in huzuruna çıkmaya… Bir gün Hz. Ali’nin de içlerinde bulunduğu bir mecliste Efendimiz (sas) Sahabe’ye bir şeyler anlatıyordu. Sözün bir yerinde Efendimiz (sas) Hz. Ali’ye hitaben diyordu ki: “Ey Ali! Üç şeyi geciktirme, vakti geldiğinde namazı kılmayı, hazır olduğunda cenazeyi defnetmeyi, dengini bulduğunda evlenmeyi…” (Tirmizi, Salat, 13; Tirmizi, Cenaiz, 73)
Cevâmiu’l-Kelim olan Efendimiz (sas) söyleyeceğini söylemiştir. Bu kadar sözün arkasından Hz. Ali cesaretini topladı ve evlilik meselesini Efendimiz (sas) ile görüşmek için huzuruna çıktı. O anı Hz. Ali kendisi şöyle anlatıyor: “Resulullah’ı çok iyi tanımama, bilmeme rağmen, Fatıma’yı istemeye O’nun huzuruna gittiğimde heybeti ve celali karşısında dilim tutuldu ve hiçbir şey konuşamadım.”
Hz. Ali, büyük bir heyecan ile Efendimiz’in (sas) huzuruna çıkıyor, Efendimiz (sas) hoş geldin diyor, ama Hz. Ali hiçbir şey diyemiyor… Efendimiz (sas) hal-hatır soruyor, bir ihtiyacın mı var diyor; Hz. Ali yine cevap veremiyordu. Efendimiz (sas) anlamıştır, Ali’nin geliş maksadını, onu daha fazla yormamak için: “Herhalde sen Fatıma için geldin; onu istemek için geldin?” diyordu. Hz. Ali, utana utana ancak başını evet dercesine sallıyor. Efendimiz (sas) ayağa kalkıyor: “Merhaba! Ehlen ve sehlen/ Merhaba, hoş geldin!” diyor ve Ali’nin yanından, Fatıma’nın yanına gidiyor. Hz.Ali, Efendimiz’i bekliyor, bekliyor; bakıyor ki Efendimiz (sas) gelmiyor, çıkıp dışarıda merakla kendisini bekleyen sahabenin yanına gidiyor. O anda kapının önünde bekleyen Hz. Ali’nin arkadaşları ne olduğunu soruyorlar, Hz. Ali diyor ki: “Vallahi ne olduğunu anlamadım; zorlukla söyledim Fatıma’yı istediğimi, Efendimiz “evet” demeden, bana hoş geldin dedi ve içeriye girdi.” Arkadaşları Hz. Ali tebrik ediyorlar; bu iş tamamdır diyorlar: “Demek Resulullah, Fatıma’nın görüşünü almadan sana evet dememiş, ama gelişinden memnun olmuş, eğer sana verme arzusu olmasaydı; diğer sahabilere dediği gibi derdi. Anlaşıldı ki, Fatıma hakkındaki Allah’ın hükmü senmişsin” diyerek tebrik ettiler.
Efendimiz (sas) bir müddet sonra Hz. Fatıma’dan da onay alınca, Hz. Ali’yi çağırttı, dedi ki: “Ey Ali! Fatıma’ya mihr olarak verecek neyin var!” Hz. Ali: “Ya Resulullah! Yaşlı bir devem ve Bedir’de bana verdiğin zırhtan başka hiçbir şeyim yok!” dedi. Efendimiz’de biliyor, Ali’nin bir şeyi olmadığını, ama yaslanmadan ayakta durmayı, bedel ödeyerek güzellikleri elde etmeyi, öğretme maksadı ile bunu soruyordu. Bunun üzerine Efendimiz (sas) dedi ki: “Ali! Deven kalsın, git zırhını sat, onunla hem mihrini ödersin, hem de düğününü yaparsın.”
Hz. Ali gitti zırhını bir Yahudi tüccara 480 dirheme sattı. O satışı uzaktan biri izliyordu. Satıştan önce hadiseye müdahil olsaydı, asla Ali kabul etmezdi. Bunu bildiği için satışın bitmesini bekledi. Hz. Ali zırhını sattı, parasını aldı. Onları izleyen haya ve edep misali Hz. Osman’dan başkası değildi. Hz. Osman duymuştu, Hz. Ali’nin Hz. Fatıma ile evlenmek için zırhını sattığını, hemen varmış Yahudi’nin yanına o zırhı ondan satın almış, yanındaki hizmetlilerden birine vererek onu Hz. Ali’ye düğün hediyesi olarak göndermişti. Hz. Ali o hediye kabul etmiş, Efendimiz’de bunu duyunca Hz. Osman için hayır dualarında bulunmuştu.
Hz. Ali 480 dirhemi getirdi; Efendimiz (sas) 450 dirhemi mihr bedeli olarak belirleyip aldı, 30 dirhemi de Hz. Ali’ye verdi: “Bununla düğün masraflarını yap!” dedi. Bunun üzerine hemen düğün hazırlıklarına başlandı. Herkes seferber olmuştu. Ensar’ın hanımları gelin hanımı hazırlıyorlar; erkekler ise Hz. Ali’ye yardımcı oluyorlar. Hz. Ali, Medine’nin içlerine doğru bir ev kiraladı. Ufak, tefek eşyalar aldı. 30 dirheme ne gelirse artık, elde avuçta bir şey kalmamıştı. Ama kimselerden bir şeylerde istemiyordu. O istemiyordu ancak Sahabe istemeden, istetmeden yardım etmeyi Efendimiz’den öğrenmişlerdi. Bunun üzerine vefatı ile arşı titreten Sa’d b. Mu’az, ‘Ali’nin düğün yemeği benden’ diyor, bir koç kestirerek yemek hazırlıklarına başlıyordu.
Hanımlarda Hz. Fatıma’nın çeyizini hazırlıyor, ona güzel elbiseler giydiriyor, kokular sürüyorlardı. O hazırlıklar sırasında Efendimiz (sas) annemden sonra annem dediği Ümmü Eymen’e ara ara sorular soruyor, işlerin nasıl gittiğinden haberdar oluyordu. Hz. Fatıma’nın çeyizi de tamamlanmıştı. İbn Sa’d, o çeyizin tam listesini verir: “Üç minder, saçaklı bir halı, hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık, iki el değirmeni, bir su tulumu, topraktan yapılmış bir su testisi, meşinden yapılmış bir su bardağı, bir elek, havlu, yatak için bir koç postu, yemen işlemeli bir kilim, yemen işlemeli bir elbise, kadife bir örtü…” Hepsi bu… Peygamber kızının çeyizi…
Bütün hazırlıklar tamamlanınca, Efendimiz (sas) Hz. Enes’e dedi ki: “Git falancaları, falancaları çağır gelsinler.” Davetliler geldi. Efendimiz (sas) Ali’ye dedi ki: “Kalk! İnsanlara bir konuşma yap, düğün sahibi olarak hoş geldin de!” Hz.Ali kalktı, büyük bir edeple kısa ama hikmet dolu bir konuşma yaptı. Sonra Efendimiz onların nikahını kıydı, dualar edildi; hurmalar ikram edildi, yemekler yendi ve damat ile gelin evlerine götürülmeye hazırlandı. Erkekler, Ali’nin etrafında, kadınlar Hz. Fatıma’nın… Gelin hanım bir katıra bindirildi; nübüvvet evinden, velayet evine giderken üzerine kuru üzümler, çerezler saçıldı. Ensar’ın hanımları sonra diyeceklerdi ki: “Biz Fatıma’nın düğünü kadar güzel bir düğün görmedik!” Neden? Sade, hoş, riyasız, gösterişsiz, imkanlar ölçüsünde… Hz. Fatıma’nın düğünü işin en güzelini bize öğretiyor; riya yok, ihlas var…
Gelin hanım, damat evine götürülürken, Efendimiz’in (sas) gözleri dolu dolu oldu. O anda Efendimiz (sas) Ümmü Eymen validemizi çağırdı dedi ki: “Ey Ümmü Eymen! Gelini götür, evlerine yerleştir; ama beni bekleyin ben geleceğim!” Eve gidildi, yerleşildi; insanlar dağıldılar; o anda Efendimiz (sas) içeriye girdi. Bundan sonrasını Ümmü Eymen validemiz anlatıyor: “Resulullah içeriye girince kızı Fatıma’ya sarıldı ve onu sağına oturttu. Sonra: ‘Kardeşim nerede?’ dedi. Ben: ‘Kardeşin kim Ya Resulullah!’ dedim. ‘Kim olacak Ali’ dedi. Ben: ‘Ya Resulullah! Hem kardeşim diyorsun, hem kızını ona veriyorsun? Olur mu böyle?’ dedim. Efendimiz dedi ki: ‘O benim dünya, ahiret kardeşimdir ve halen kardeşimdir, kardeşim olarak da kalacaktır.’ Ümmü Eymen anlatmaya devam ediyor: “Çağırdık Ali’yi geldi; Efendimiz (sas) onu da soluna oturttu. Sonra bizden su istedi; bir kapın içerisinden su getirdik. Mübarek ellerini o su da ıslattı, sonra bir şeyler okuyarak önce Fatıma’nın göğsüne, sırtına ve omuzlarına o sudan sıçrattı. Sonra aynısını Ali’ye yaptı. Ve sonra onlara bir düğün hediyesi verdi.”
Neydi o düğün hediyesi? Hikmet evine verilecek en güzel hediye söz olduğu için, Efendimiz (sas) onlara bir dua hediye etti. Buyurdular ki:
بارك الله لكما، وبارك عليكما، وجمع بينكما في خير
“Barekellahu le kuma ve bareke aleykuma ve cemaa beynekuma fi’l-hayr”
“Allah bu evliliğinizi ikiniz içinde bereketli kılsın! Bereketini üzerinizde daim eylesin. Ve ikinizin arasını da hayırlarla birleştirsin!”
Bu duadan sonra Felak ve Nas sürelerini okudu, üzerlerine üfledi ve tekrar kızına sarıldı ve oradan ayrıldı. Bu adımların ardından o güzel hane kuruldu. Hz. Fatıma annemiz, Hz. Ali ile sekiz yıl süren bir evliliğin sahibi oldu. O haneye, Hasan, Hüseyin, Muhassin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm adında beş çocuk doğurdu. Çocuklarından Muhassin bebekken vefat etti. Ama insanlık tarihi o evin çocuklarının üzerinden Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması noktasında çok büyük mesajlar aldı. Aleme, Hz. Hasan’ın eliyle vahdet, Hz. Hüseyin’in hayatı ile şehadet, Hz. Zeynep’in duruşu ile izzet, Hz. Ümmü Gülsüm’ün adımları ile dirayet öğretildi ve halen öğretilmeye de devam ediyor.
Çok şey söylenebilir de o hane için ama Hz. Ali’nin söylediği tek bir söz, o evin nasıl cennet iklimine kavuştuğuna delil olarak bize yeter. Hz. Ali diyor ki: “Yoğun koşuşturma ve meşguliyetlerin ardından eve gelip Fatıma’nın yüzüne baktığımda bütün gam, üzüntü ve yorgunluklarım yok olup giderdi.”
Bizlerde evlerimizi cennete çevirmek istiyorsak, yada cennetvari evler kurmak istiyorsak şu ilkeleri hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor.
1- Aile kurmak farzdır, ibadettir; her ibadetinde kendine özgü bir külfeti vardır. Buna karşı hazırlıklı ol ki, o ağır yükü taşıyabilesin.
2- Mükafat yurdunda değil, imtihan yurdundasın. İmtihanlara karşı teyakkuz da ol ki, başına bir iş geldiğinde olması gereken hali ortaya koyabilesin.
3- Burada tattığın ve karşılaştığın hiçbir nimet ve azap kalıcı değildir. Öyleyse ne elde ettiğine sevin, ne kaybettiğine üzül; asıl kalıcı olanı kazanmaya gayret et ki, işin neticesinde saadete erebilesin.
4- Ailede cennet ortamlarını çoğaltmanın en temel yolu ilişkilerde itidalli davranmak, beklentiyi makul seviyede tutmaktır. Bu konuda sınırları zorlama ki, kendi ellinle cenneti cehenneme çevirmeyesin.
5- Aile olmak, cennet yoldaşı beklemekle değil, cennet yoldaşı olmakla mümkündür. O sana cehennem oldukça sen cennet olmalı, fedakarlığı bekleyen değil, gösteren taraf olmalısın ki, Rahman’ın merhametine muhatap kılınabilesin.
Muhammed Emin Yıldırım