Soru:
Muhterem Hocam, iman esaslarını bize aktaran en önemli hadislerden biri malumunuz olduğu üzere Cibril hadisidir. Ancak son dönemlerde bu hadis hakkında birçok olumsuz görüş ileri sürüldü. Bizimde kafamız açıkçası çok karıştı. Bundan dolayı size sorma ihtiyacı duyduk. Gerçekten Buhari’de geçen rivayette Kader’e iman sayılmaz mı? Bu hadis değer verdiğimiz bir hocamız olan… ifadesi ile, “yol kazasına uğramış ve sonradan ilaveler yapılmış” bir rivayet mi? Buhari’de geçmeyen kadere iman şartı neden Müslim rivayetinde yer alır? Bu sorularımıza cevap verirseniz çok memnun oluruz? Rahatsız ettiğimiz için özür diler, cevabınız için şimdiden teşekkür ederiz. Allah sizden ebeden razı olsun.
Cevap:
Kıymetli kardeşlerim, 14 asırdır ümmetin üzerinde ittifak ettiği en temel meselelerimizin bile şüphenin konusu olduğunu üzülerek görmekteyim. Rabbim hepimize yardım etsin ve bizleri hakikatinden ayırmasın.
Sorunuza gelince, Cibril hadisi diye bilinen meşhur rivayetin ciddi bir tahlilini, karşılaştırmalı okumalarını ve o rivayet hakkında şimdiye kadar yapılmış şerhlerindeki izahları incelemeden yapılacak her türlü değerlendirme eksik kalacaktır. Bu eksiklik üzerinden ortaya konacak fikirlerde elbette hatalı olacaktır.
Öncelikle şunu söyleyelim ki, Cibril hadisi sadece İmam Buhari’nin (v.256/869) ve İmam Müslim’in (v.261/874) Sahihlerinde geçen bir rivayet olmadığı gibi, ilk olarak onların kitaplarında aktarılan bir hadiste değildir. İmam Buhari’den önce de bu rivayetin onlarca hadis kitabında geçtiği bu konuda az bir çaba ortaya koyan herkesin ulaşabileceği bir bilgidir.
Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin (v. 204) Müsned’i, İbn Ebî Şeybe’nin (v. 235) Musannef’ı, İshâk b. Râhûye’nin (v. 238) Müsned’i ve Ahmed b. Hanbel’in (v. 241) Müsned’i, İmam Buhari’nin Sahihi’nden önce Cibril hadisine yer veren kitaplardan bazılarıdır. İmam Buhari’den sonraki dönemde ise başta İmam Müslim olmak üzere en meşhur hadis kitaplarının hemen hemen tamamında bu rivayet yer almaktadır.
Cibril hadisi, sadece İmam Buhari’de yer alan Ebû Hureyre (ra) rivayeti ile gelmediği gibi, İmam Müslim’de geçen rivayeti bize aktaran Hz. Ömer ve oğlu Abdullah b. Ömer tarafından da gelmez. Hadis kitaplarımızda bu rivayeti bize aktaran Sahabî efendilerimiz ve rivayet sayıları şöyledir:
- Abdullah b. Ömer’in babası Hz. Ömer’den aktardığı: 9 rivayet
- Sadece Abdullah b. Ömer’in aktardığı 12 rivayet
- Ebû Hureyre’nin aktardığı 6 rivayet
- Ebû Hureyre ve Ebû Zer’in birlikte aktardıkları 2 rivayet
- Enes b. Mâlik’in aktardığı 2 rivayet
- Abdullah b. Abbas’in aktardığı 2 rivayet
- Cerîr b. Abdullah’in aktardığı 1 rivayet
Hepsinin toplamı 34 rivayettir. Şimdi belirlenen bir rivayet üzerinde herhangi bir değerlendirme yapılacaksa elbette ilgili rivayetlerin hepsinin dikkate alınması gerekir. Biz bu rivayetlerin tamamını asıl konumuz olan Kader meselesi ekseninde değerlendirirsek şu neticeyi elde ederiz: İmam Buhari’nin Sahih’ine aldığı rivayet Ebû Hureyre’den gelen rivayettir ve o rivayet içerisinde Kader’e iman sayılmamaktadır. Ancak onun dışındaki hemen hemen tüm rivayetlerde Kader’e iman, imanın şartları içerisinde geçmektedir.
İmam Buhari’de geçen rivayeti dikkatle okuduğumuz zaman bir bilgi daha önümüze çıkmaktadır. Bu rivayette iman esasları şöyle sayılmaktadır:
الْإِيمَانُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَبِلِقَائِهِ وَرُسُلِهِ وَتُؤْمِنَ بِالْبَعْثِ
“İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Allah’a kavuşmaya, peygamberlerine ve kıyamette yeniden dirilmeye inanmaktır.”
İslam nedir sorusuna ise verilen cevap şöyledir:
الإِسْلاَمُ أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ وَلاَ تُشْرِكَ بِهِ، وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ، وَتُؤَدِّيَ الزَّكَاةَ الْمَفْرُوضَةَ، وَتَصُومَ رَمَضَانَ
“İslam odur ki; Allah’a ibadet etmek ve ona şirk koşmamak, namazı ikame etmek, zekatı vermek ve ramazanda oruç tutmaktır.” (Buhari, Kitabü’l-İman, 38)
Rivayetin devamında ihsanın ne olduğu ve kıyamet alametlerinin nelerden oluştuğu da beyan edilecektir. Dikkat ederseniz Buhari rivayetinde iman esasları sayılırken Kader’e iman, İslam’ın şartları sayılırken Hac sayılmamıştır. Şimdi bu rivayetten yola çıkarak Hac İslam’ın şartlarından değildir diyemediğimiz gibi, rivayetin içerisinde sayılmadığı için Kader’e imanda, imanın esaslarından değildir diyemeyiz.
Peki, neden Hz. Ebû Hureyre’nin bu rivayetinde böyle bir eksiklik söz konusudur? Bu konuda birkaç ihtimal üzerinde durulabilir:
- Rivayeti, Hz. Peygamber’den (sas) duyarken yanlış veya eksik duyduğundan dolayı böyle rivayette bulunmuş olabilir.
- Rivayeti, Hz. Peygamber’den (sas) duyarken tam duymuş ama zaman içerisinde bazı kelime ve cümleleri unutmuş olabilir.
- Çok bilinen hakikatler olduğu için dikkat etmeden tam söylediğini zan ederek aktarmış olabilir.
Bu ihtimaller biraz daha arttırılabilir. Ancak acizane kanaatimiz bunların hiçbirinin doğru olmadığı yönündedir. Burada üzerinde durulması gereken mesele şudur: Öncelikle biraz önce dikkat çektiğimiz gibi aynı muhtevada olan rivayetlerin karşılılaştırılarak okunması meselesidir. Böyle bir okuma, bizi rivayetler içerisinde var olan farklılıkların sıkıntısına değil, rivayetin muhteva ve anlamın zenginliğine ve bir rivayette kapalı kalan hususun bir başka rivayette açıklanmasına vardıracaktır. Rivayette anlatılmak istenen mesajın daha anlaşılır bir hale gelmesi, aynı içerikte olan başka rivayetlerin desteği ile çok daha güzel bir imkana dönüşecektir.
Diğer bir husus ise rivayetlerin ortaya çıkış sebebidir. Hadislerin sebeb-i vürudundan ayrı olarak, o hadisin Sahabî tarafından nakledilme sebebini bilmek, hangi durum, olay ve soru üzerine verilen bir cevabın karşılığı olduğunun bilgisine sahip olmak elbette rivayeti daha doğru anlamamıza sebep olacaktır.
Bu bilgiler ışığında İmam Kurtubî, mesajının ehemmiyetinden dolayı “Ummü’s-Sünne/ Sünnetin Annesi” dediği (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, c.1, s.93) Cibril hadisine bir daha dönersek, 34 ayrı rivayetin ortaya çıkma sebeplerinin çok çeşitli olduğunu görebiliriz. Bu sebepleri dört ana başlık altında toplayabiliriz:
- O gün İslam Dünyası’nda Kader’e inanmayanların çoğalmasına karşın, bazılarının Sahabe’ye sorduğu sorular üzerine verilen cevaplar.
Buna Müslim’de geçen Abdullah b. Ömer’in naklettiği rivayeti örnek olarak verebiliriz.
- Hz. Peygamber’in (sas) mescidi, sohbet adabı, sohbet ederken o hallerin tasvirlerine dair sorulan sorulara verilen cevaplar.
Buna Ebû Davud’da geçen Ebû Hureyre rivayetini örnek olarak verebiliriz.
- Hz. Peygamber’in (sas) Sahabe’ye dini nasıl öğrettiğine dair sorulan sorulara verilen cevaplar.
Buna İshâk b. Râhûye’de geçen başka bir Ebû Hureyre rivayetini verebiliriz.
- Vahiy meleği Cebrail hakkında sorulan sorulara verilen cevaplar.
Buna da Ebû Muhammed el-Ensârî’de geçen Cerir b. Abdullah rivayetini verebiliriz.
Buhari’de geçen Ebû Hureyre rivayetini bu bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde şunu görmekteyiz: Hz. Ebû Hureyre kendisine Hz. Peygamber’in (sas) mescidinde özel bir mekan edinip, edinmediğine dair sorulan bir soruya cevap verirken bu rivayeti aktarmıştır. Olay kaynaklarda şöyle anlatılır: “Ebû Hureyre ve Ebû Zer’den birlikte nakledildiğine göre Rasûlullah (sas) ashâbının arasında oturur ve dışarıdan bir yabancı geldiği zaman O’nu tanımaz ve O’nun nerede olduğunu bilmez, sorardı. Bu nedenle Rasûlullah’a, kendisi için bir yer yapmaları, O’nun oraya oturması ve yabancıların O’nu tanımasını temin etmek için bir teklifte bulunulur. Bunun üzerine Hz. Peygamber için topraktan özel bir mekân yapılır. Rasûlullah (sas) oturacağı yere geldiğinde ashâb da onun iki tarafına otururdu. İşte Cibrîl’in gelişi böyle bir meclisten sonra olmuştur.” demiş, sonra meşhur Cibril rivayetini aktarmıştır. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 17; Nesâî, Îman, 6)
Ebû Hureyre (ra) orada başka bir meseleye yoğunlaştığı için hemen hemen herkesin bildiği Cibril hadisini aktarırken biraz rahat davranmış ve iman esaslarını sayarken Kader’i, İslam’ın şartlarını sayarken Haccı saymamıştır. Tabi bu husus belki bazıları tarafından rivayetlerin güvenirliğine bir şüphe düşürmek için farklı noktalara çekilebilir, ancak bu durum sözün mantığı ile alakalıdır. Aynı durum Kur’an-ı Kerim içinde geçerlidir. Mesela Kur’an’da geçen bazı hadiseler, kıssalar veya mesajlar tekrar edilmişse, her tekrar edildiği yerde verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşılmış, bir yerde söylenen başka bir yerde söylenmemiş, aynı hadise içerisinde farklı noktalara vurgular yapılmıştır.
Kader’e iman meselesinin gerek Sahabe’nin dünyasındaki yerini anlamak, gerek o günlerde bu iman esasını inkar edenlere karşı takınılan tavrı görmek, gerekse Cibril hadisinin tam metnine şahit olmak için İmam Müslim’in Sahihi’nde geçen Abdullah b. Ömer rivayetini burada aktarmak istiyorum.
Bu rivayet, hem Sahabe’nin Kader anlayışını, hem Kader meselesinin Hz. Peygamber’in dünyasındaki izahını, hem de o günün düşünce zeminin doğru anlaşılmasına katkı sağlayacağı için burada aktarıyoruz: “Yahya b. Ya’mer haber veriyor: Basra’da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma’bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd b. Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umre vesilesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashâb’tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, onlardan Kader hakkında şu adamların ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid’in içinde (ya Mekke’de veyahut Medine’de) Abdullah b. Ömer ile (radıyallahu anhuma) karşılaşmayı bize nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah b. Ömer’e sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmin ederek, konuşmaya başladım: ‘Ey Ebû Abdurrahmân! (Abdullah b. Ömer’in künyesi), bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur’ân-ı Kerîm’i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar.’ Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilave ettim: “Bunlar, ‘Kader yoktur, her şey hâdistir (sonradan yaratılmadır) ve Allah önceden bunları bilmez.’ iddiasındalar.” (Bunlar hakkında ne dersin?) Abdullah b. Ömer dedi ki: “Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler.” Sonra sözünü yeminle de te’kîd ederek şöyle tamamladı: “Allah’a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa Kader’e inanmadıkça, Allah onların hayrını kabul etmez.”
Sonra Abdullah b. Ömer dedi ki: “Babam Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber’in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: ‘Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver!’ Hz. Peygamber
açıkladı: “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah’a haccetmendir.” Yabancı: ‘Doğru söyledin’ diye tasdik etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik. Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber açıkladı: “Allah’a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Bir de Kader’e yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna da inanmandır.” Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber açıkladı: “İhsan Allah’ı sanki görüyormuşçasına Allah’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görüyor.” Adam tekrar sordu: “Bana kıyametin ne zaman kopacağı hakkında bilgi ver?” Hz. Peygamber bu sefer: “Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor!” karşılığını verdi. Yabancı: “Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!” dedi. Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı: “Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.” Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. Hz. Peygamber bana ‘Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun?’ dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” deyince şu açıklamayı yaptı: “Bu, Cibril’di. Size dininizi öğretmeye geldi.” (Müslim, Îmân, 1, 5; Tirmizi, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)
İşte meşhur Cibril hadisinin mesajı bu kadar nettir. Şimdi burada açıklanan bazı hususları ihmal ederek bir, iki rivayet üzerinden değerlendirme yapmak elbette doğru olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken en mühim nokta bir ayet veya hadisi anlamaya çalışırken hemen Muaz b. Cebel’in (ra) rolüne bürünerek içtihat yoluna girmemek, bizden önceki alimlerimizin, özellikle selef ulemamızın bu konuları nasıl anladıklarını, nasıl izahlar getirdiklerini incelemektir. Tüm bu açıklamalar ışığında meselenin değerlendirilmesi bizi daha sağlıklı neticelere götürecektir.
Selam ve dua ile…
Muhammed Emin Yıldırım