1445 Hicrî, 2023 Miladî yılı bizim için Örneklik Yılı, “Hayatın Ruhu Örneklik” serlevhası altında bir yıl boyunca birçok çalışma yapacağız inşallah…
Bundan dolayı Medresemizin de bu yıl ki teması buna uygun oldu. “Örneklik Medresesi” altında bu yıl bu kürsüden birçok önemli konuyu, sahasının hakkını vermiş hocalarından dinleyeceksiniz…
Benim bu sene Medresede 6 dersim olacak… Ben size İslâm’ın Râşid halifelerinin üzerinden derslerimi yapacağım. 4 Râşid halife, sonra 5. Halife olan Hz. Hasan ve sonra Emeviler döneminde kısa da olsa halifelik yapan ama süreci Asr-ı Saâdet’e çeviren ve tarihe ikinci Ömer diye yazılan Ömer b. Abdülaziz… Böylece 6 halifemiz üzerinden örneklik meselesini biraz olsun bu dersler vesilesi ile anlamaya çalışacağız.
Bugün bu ilk dersimizdeki isim Hz. Ebû Bekir olacak…
Hz. Ebû Bekir’i biz şimdiye kadar çok anlattık ve inanın daha çok anlatacağız. Çünkü Hz. Ebû Bekir, sahâbenin tabir-i caiz ise besmelesi, dibacesi, birincisi, bir incisi, en önemli numunesidir.
Söz Hz. Ebû Bekir’den açıldı mı anlatılacak yüzlerce mesele arka arkaya dizilir.
Ancak biz Hz. Ebû Bekir’i bugün Örneklik Medresemizin bu ilk dersinde 10 başlık altında anlamaya çalışacağız.
Nedir bu 10 başlık?
1- O, örnek bir evlattır.
2- O, örnek bir eştir.
3- O, örnek bir babadır.
4- O, örnek bir muvahhiddir.
5- O, örnek bir muhacirdir.
6- O, örnek bir mücahittir.
7- O, örnek bir tüccardır.
8- O, örnek bir dava adamıdır.
9- O, örnek bir devlet başkanıdır.
10- O, örnek bir dosttur.
Bu 10 örnekliğe emin olun bir 10 daha bir 20 daha, bir 30 daha ekleyebiliriz. Bu asla bir mübalağa değildir.
Malum, Hz. Ebû Bekir (ra) Efendimiz’den (sas) 2 yaş küçüktür; Efendimiz’in vefatından 2,5 yıl sonrada 63 yaşında vefat etmiştir.
Biz onun o 63 yıllık bereketli hayatını 4 önemli devreye ayırabiliriz.
Bunlar:
1- Nübüvvet Öncesi: 38 yıl
2- Mekke Dönemi: 13 yıl
3- Medine Dönemi: 10 yıl
4- Hilafet Dönemi: 2,5 yıl
İbn Asâkir’in (ö. 571/1176) “Târîhu Medîneti Dımaşk” 80 cilttir. Bu 80 ciltlik kitapta 30. cilt tamamen Hz. Ebû Bekir’e ayrılmıştır. Bu cildin dışında da Hz. Ebû Bekir’in anlatıldığı kısımlar bir araya getirilse belki kitabın yüzde 10’u, ilk sekiz cildi Hz. Ebû Bekir hakkındadır.
1- O, örnek bir evlattır.
Hz. Ebû Bekir’in babası Ebû Kuhâfe Osman b. Amir, annesi sonrasında adı tarihe en hayırlı bir evladın annesi olduğu için Ümmü’l-Hayr diye geçecek olan Selmâ bint Sahr…
İslâm’dan önce 38 yıl boyunca hep anne ve babasına ihsanda bulunmuş, her daim onların rızasını kazanmaya çalışmış bir evlat var karşımızda…
İslâm gelince o ilk Müslüman erkek olarak tarihe geçecek ve ilk olmayı kimselere kaptırmayacaktı. Ama o ilk günlerde ne annesi ne de babası iman edeceklerdi.
Hz. Ali (ra), Kufe’de halife iken, bir gün İslâm’ın destan yazdığı o ilk günlere şahit olmayan genç nesle: “Söyleyin bakalım; men eşcauün-nas?/İnsanların en cesuru kimdir?” diye sormuştu. Soruya muhatap olan o günün Müslümanları, cesaret deyince akıllarına hep Hz. Ali geldiği için: “Ente Ya Emir’el-Mü’minîn!/Sensin Ey Müminlerin Emiri!” demişlerdi. Hz. Ali: “Hayır, ben değilim. İnsanların en cesuru Hz. Ebû Bekir’dir.” demişti. Neden Hz. Ebû Bekir olduğunu merak eden o bakışları görünce, Hz. Ali anlatmaya başlamıştı: “Bizler bir avuç iman eden kardeşlerimizle beraber daha Nübüvvetin ilk günlerinde Kâbe’de namaz kılıyorduk. O anda Mekke’nin kara yüzlü adamları bize ve Efendimiz’e (sas) saldırdı. Kimi Allah Resulü’nü (sas) itekliyor, kimi cübbesini çekiyor, kimi üzerine çöreklenmiş O’na (sas) vuruyordu. Biz ise elimiz kolumuz bağlı hiçbir şey yapamadan sadece olanları seyrediyorduk. Bir anda baktık ki ötelerden cübbesi rüzgârda savrulan, ama gelişi ile etrafa izzet saçan biri bize doğru yaklaşıyor. Gelenin kim olduğunu merak etmiştik. O yiğitçe gelen naif bedeni ile o gün bir aslan kesilen Hz. Ebû Bekir’den başkası değildi. Koşa koşa bize doğru geliyor, kendisine engel olanları bir bir deviriyor ve Kâbe’nin duvarlarında yankılanan şu sözü haykırıyordu: E taktulûne raculen en yekûle Rabbî Allah/Bir adamı sırf ‘Rabb’im Allah’tır” dediği için mi öldüreceksiniz?”
“Bu sözleri en gür sedası ile haykıran Hz. Ebû Bekir, gelip kendini o anda Mekkelilerin saldırılarına muhatap olan Efendimiz’in (sas) üzerine atıyordu. Bu sefer o kara yüzlü adamlar Efendimiz’i (sas) bırakıyor; Hz. Ebû Bekir’i ortalarına alıyorlardı ve başlıyorlardı onu dövmeye… Yumruklar, tekmeler, hakaretler havada üşüşüyordu. Ukbe b. Ebî Muayt, öfkesini alamıyor, Hz. Ebû Bekir’i yere düşürüyor; göğsünün üzerine oturuyor, eline aldığı ayakkabı ile yüzüne yüzüne vuruyordu. Ağzı, gözü, burnu dağılan Hz. Ebû Bekir daha fazla acılara dayanamıyor; oracıkta bayılıyordu. O anda kabilesi Benî Teym, olaydan haberdar oluyor, gelip Hz. Ebû Bekir’i onların elinden kurtarıyorlardı. Her tarafı kan-revan içerisinde ve baygın bir hâlde evine taşıyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in o gün için Müslüman olmamış annesi, Selmâ bint Sahr, ya da bilinen künyesi ile Ümmü’l-Hayr, oğlunu o hâlde görünce feryat ve figan ediyor, gözyaşları içerisinde oğlunun kanlarını temizliyor ve baygın olan oğlunun uyanmasını bekliyordu. Nice sonraları Hz. Ebû Bekir gözlerini açıyor, biraz kendine gelir gibi oluyordu. Uyanır uyanmaz ağzından çıkan ilk söz: “Mâ fuile bi Resûlillah/Allah Resûlü’ne ne oldu?” sözü oluyordu. Söyler misiniz böyle bir cesareti ortaya koyarak insanların en cesuru olmayı hak eden Hz. Ebû Bekir değil de kimdir?”
Hz. Ali’nin nübüvvetin ilk yıllarında yaşadığı ve yıllardır unutmadığı bu tablo, Hz. Ebû Bekir’in, Efendimiz’e (sas) nasıl bir sevgi ve muhabbetle bağlandığının bir örneğidir. O gün daha iman şerbetini içmemiş annesi, kanlar içerisinde baygın bir hâlde olan oğlunun uyanır uyanmaz ilk sözünün Efendimiz (sas) olmasına biraz hiddetlenmiş ve demişti ki: “Bırak Muhammed’i de, biraz su iç, biraz yemek ye, kendine gel! Yoksa iyileşemeyeceksin.” Hz. Ebû Bekir, o anda da sevdasına uygun bir söz söyleyecek: “Vallâhi Anacığım! Resûlullah’ın nasıl olduğuna dair bir haber almasam, onun (sas) selâmette olduğunu şu gözlerimle görmesem, ne bir yudum su içeceğim, ne bir lokma yemek yiyeceğim.”
Ümmü’l-Hayr, ne kadar ısrar ettiyse oğlunu ikna edememişti. Bunun üzerine annesi, Ümmü Cemil’in yardımı ile yaralı olan oğlunu Darü’l-Erkam’a, Efendimiz’e (sas) doğru taşımış; Allah Resûlü (sas) o hâlde Hz. Ebû Bekir’i karşısında görünce dayanamamış, gözyaşlarına boğulmuştu. İki sadık dostun o buluşması sırasında, Efendimiz (sas) Hz. Ebû Bekir’e: “Niye bu hâlde kendini zora sokup geldin?” demişti. Hz. Ebû Bekir ise: “Yâ Resûlallah! Beni boş ver de, sen şu kapının arkasında duran annem için dua et! Dua et de, Allah (cc) ona hidayet nasip etsin.” demişti. O anda eller dua için havaya kalkmış ve daha eller kapanmadan Selmâ, imanın anahtarı olan o kutlu kelimeleri ikrar etmişti. Hz. Ebû Bekir’in, Efendimiz’e (sas) olan sevdası, annesinin imanına da vesile olmuştu.
Mekke fethedilmiş; şirkin beli bir daha doğrulmamak üzere o topraklarda kırılmıştı. O gün Hz. Ebû Bekir, yaşı 80’lere merdiven dayamış, gözleri artık görmez olmuş babası Ebû Kuhâfe’yi ikna etmiş, Allah Resûlü’nün (sas) huzuruna imanını ikrar etmek üzere getirmişti. Efendimiz (sas) yaşlı babanın gelişini görünce: “Ey Ebû Bekir! Neden yordun babacığını, onu getirmeseydin de biz onun ayağına gitseydik.” demişti. Hz. Ebû Bekir, yine kendisine yakışan bir cevapla dedi ki: “Hayır, yâ Resûlallah! Eğer biri birinin ayağına gidecekse, elbette o birileri siz değil, biz olmalıyız. Siz babamın ayağına değil, babam sizin ayağınıza gelmelidir.”
Bu konuşmanın ardından baba Ebû Kuhâfe, şehadet cümlelerini ikrar ederek, iman ediyordu. Onun iman edişine, Efendimiz (sas) öyle bir seviniyordu ki, mübarek yüzünde tebessümler beliriyordu. Efendimiz (sas) yıllar yılı babasının iman etmesi için çırpınan Hz. Ebû Bekir’in de çok sevindiğini zannederek, onu tebrik etmek için döndüğünde, şaşırıp kalıyordu. Çünkü Hz. Ebû Bekir, olduğu yöre çömelmiş; gözlerinde yaş, yüzünde derin bir hüzün, hıçkırıklar içerisinde ağlıyordu. Efendimiz (sas) sadık dostunu bu hâlde görünce, oldukça şaşırmış, Hz. Ebû Bekir’i kollarından tutup kaldırırken o gözyaşlarının nedenini sormuştu: “Ey Ebû Bekir! Babanın imanına sevinecekken, yüzünde güller açıp Rabb’ine şükredecekken, bu ne hâl? Neden bu üzüntü? Ve neden bu gözyaşı?” Sizce niye ağlıyordu Hz. Ebû Bekir? Nedir onu böyle bir zeminde gözyaşlarına mahkûm eden sebep? İnanın kırk yıl düşünsek aklımıza gelmez; çünkü Efendimiz’in (sas) bile aklına gelmemişti o hüznün sebebi… O anda Hz. Ebû Bekir bir taraftan gözyaşlarına hâkim olmaya çalışıyor, bir taraftan da şöyle diyordu: “Yâ Resûlallah! Yıllar yılı babamın hidayete ermesi için Rabb’ime dua dua yakarıp durdum. Onun imana ermesi için her şeyimi feda etmeye razıydım. Biliyorum ki, sen de benim bu hislerimin aynısını amcan Ebû Tâlib için duyuyordun. Ama ne yapayım ki, ben umduğuma kavuştum, sen ise mahrum kaldın. Ben senin arzuladığın şeye kavuşamadığın için ağlıyorum. Babamın iman etmesi aklıma bunları getirdi de onun için ağlıyorum.” Bu sözler karşısında Efendimiz de (sas) gözyaşlarını tutamıyor ve orada ağlamaya başlıyordu.
2- O, örnek bir eştir.
Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca 4 evlilik yapmıştır. Önce Kuteyle bint Abdüluzza ile evlenmiş, ondan Esmâ ile Abdullah doğmuştur. Sonra Ümmü Rumân ile evlenmiş, ondan da Abdurrahman ile Âişe annemiz doğmuştur. Sonra Mute’de Cafer b. Ebî Tâlib şehit düşünce onun hanımı Esmâ bint Ümeys ile evlenmiştir. Ondan da Muhammed isminde bir oğlu olmuştur. En son ensar kardeşi olan Harice b. Zeyd’in kızı olan Habibe bint Harice ile evlenmiş, ondan da ileride Medine’nin fakihe hanımlarından biri olan Ümmü Gülsüm ismindeki kızı olmuştur. Hz. Ebû Bekir bu kızını görememiştir, çünkü kendisi hanımı hamile iken vefat etmiştir.
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.”
Sonrasında Kuteyle’nin Müslüman olduğu söylenir ama bu durum net değildir. Ancak burada önemli olan örnek bir eş olarak Hz. Ebu Bekir’in tutumudur. (Mümtehine 8)
3- O, örnek bir babadır.
Kendi çocukları üzerinden bir değerlendirme yapalım; 3 kız; Esmâ, Âişe ve Ümmü Gülsüm; 3 erkek; Abdullah, Abdurrahman ve Muhammed… Bu çocuklardan iki kızı biz çok ama çok iyi tanıyoruz; Esmâ ve Âişe… Ümmü Gülsüm’ün babası ile bir hatırası yok; o, babası vefat ettikten sonra doğuyor. Muhammed ise o yıllarda küçüktür daha, babası vefat ettiğinde 2-3 yaşlarındadır. Ancak Hz. Ebû Bekir’in en büyük imtihanı diğer erkek çocukları olmuştur.
4- O, örnek bir muvahhiddir.
Peygamberimiz (sas) onun imanını tescilliyor:
“Eğer, Ebû Bekir’in imanı, bütün halkın/insanların imanı ile muvazene edilse/karşılaştırılsa, Ebû Bekir’in imanı daha ağır gelecektir.” (Sehâvî, el-Mekasıdu’l-hasene, s. 555)
Hz. Ebû Bekir’in en önemli vasfı nedir? Sadâkat… Peki sadâkat nedir?
Sadâkat, sözünde ve özünde sadık olma, doğru olmadır. Sadâkatin iki önemli vechesi/yüzü vardır. Biri; doğruluktan asla ayrılmama, başına ne gelirse gelsin, ne kaybederse kaybetsin; doğruluğu hayatın en temel şiarı kılmaktır. İkincisi ise; doğruları tasdikleme, söylenen doğruyu tereddütsüz bir şekilde kabul etmektir.
5- O, örnek bir muhacirdir.
İman eden biri Allah için hicreti göze almalıdır. Çünkü hicret, bu yolun kaderidir.
6- O, örnek bir mücahittir.
Allah Resulü’nün hayatında 28 gazve vardır Hz. Ebû Bekir hepsinde en önde yer almıştır.
7- O, örnek bir tüccardır.
Ticareti çok iyi bilen biridir. Nübüvvet öncesinde 40.000 dirhemlik bir sermayesi vardır. Kim onunla ticaret yapmışsa memnun olmuş, herkes ama herkes onun ticaretteki sadâkat ve emniyetini takdir etmiştir.
8- O, örnek bir dava adamıdır.
Bir insan 23 yıl boyunca aynı heyecan ve aşkla bir davaya hizmet ediyorsa, o davanın muallimi, rehberi vefat ettiğinde bile o heyecanı koruyorsa, sonrasında 2,5 yıl yine aynı hassasiyetle o davayı devam ettiriyorsa, işte o gerçek bir dava adamıdır.
9- O, örnek bir devlet başkanıdır.
Hilafete geçince yaptığı konuşma: “Allah’a yemin olsun ki benim asla hilafet makamında gözüm olmamıştır. Ne gündüz ne de gece bunu asla kendim için istemedim. Bu işin bana verilmesi için ne kendi içimden ne de açıktan Allah’a duada bulundum. Ancak bu görevi kabul etmemem hâlinde toplumda fitne ve karışıklıkların çıkacağından endişe ettim. Bu vazife üzerimde iken asla rahat ve huzur içinde bulunamayacağım. Allah’ın bana nasip edeceği kuvvet ve imkânlar bir yana bana verilen bu işi tam olarak yerine getirebilmem için şahsen elimde ne bir güç ne de bir imkân vardır. Bugün benim yerime daha iyi bir başkasının seçilip görevlendirilmesini isterdim.” (Hâkim, Müstedrek, III, 66.)
“Ey insanlar! En iyiniz olmadığım hâlde sizin idareciniz olarak seçilmiş bulunuyorum. Şayet görevimi layıkıyla yaparsam, bana yardım ediniz. Yanlış hareket ve davranışta bulunursam bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk, itimat ve emniyet; yalancılık ise hainlik ve itimada karşı suiistimaldir. Güçsüz olanınız şayet haklı ise hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız haksız ise kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçsüzdür. Bir millet Allah yolunda cihadı terk ederse zillete dûçâr olur. Bir millet arasında kötülükler yaygın olursa Allah onlara umumî bir belâ verir. Allah’a ve Resûlü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Şayet onlara isyan edersem bana itaatiniz gerekmez. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.” (Vâkıdî, Ridde, s. 48; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 311.)
10- O, örnek bir dosttur.
Onun en önemli vasfı gerçek bir dost olması ve bu dostluğun hakkını yerine getirmesidir.
O, şirk zemininin moral veren sadık dostudur.
Miracı doğrulayan dosttur o…
Zorlu hicret yolunun sadık dostudur o…
Medine’nin dostudur o…
Dosttan sonra dostluğu koruyan dosttur o…
Vefatı
Hz. Ebû Bekir 7 Cemâziyelâhir 13 Pazartesi günü banyo yaptı. O gün havalar soğuktu. Banyo yaptıktan sonra hastalandı ve hastalığı on beş gün sürdü. Gün geçtikçe hastalığı ağırlaştı. Hz. Ebû Bekir on beş gün boyunca sıtmaya tutuldu ve namaz için mescide çıkamadı. Hz. Ömer’in insanlara namaz kıldırmasını emrediyordu. O, her geçen gün biraz daha ağırlaşırken insanlar hasta ziyareti kabilinden onun huzuruna giriyorlardı. O gün, Allah Resûlü’nün (sas) kendisine tahsis ettiği ve Hz. Osman’ın evinin karşısında yer alan evinde ikamet etmekteydi. Hz. Osman onun hastalığında sürekli yanına gidip geliyordu. Vefatına sebep olan hastalığa yakalanınca kendisine: “Ey Allah Elçisi’nin halifesi, ey Ebû Bekir! Hekime haber yollasan da gelip sana baksa!” denildi. Hz. Ebû Bekir, “Hekim bana baktı ve kuşkusuz ben istediğimi yaparım dedi.” diyerek cevap verdi. Hz. Ebû Bekir’in hekimden kastı Allah’tır.
Son Olarak:
Aktaracağım tablo Buhârî’de geçiyor, bize rivayet eden Ebû Hüreyre’dir (ra)… Diyor ki: Efendimiz (sas) bir gün şöyle buyurdu: “Kim Allah yolunda, malından iki şey harcarsa, cennetin kapılarından ‘Allah’ın kulu! Burası güzeldir, buradan girin’ diye çağrılır. Namaz ehli olanlar/Sürekli namazını kılanlar, Salât (namaz) kapısından çağrılır. Cihad ehli olanlar, Cihad kapısından çağrılır. Oruç ehli olanlar/sürekli oruçlarını tutanlar Reyyân (su içip kanan) kapısından çağrılır. Sadaka ehli olanlar/Daima sadaka verenler, Sadaka kapısından çağrılır.” Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir: “Ey Allah’ın Resûlü! Anam, babam sana feda olsun, bütün bu kapılardan çağrılması için kişinin ne yapması gerekir? Bu kapıların hepsinden çağrılacak kimse var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber (sas) “Evet, öyle ümit ediyorum ki, sen onlardan olacaksın!” buyurdu.” (Buharî, Savm, 4)
Hz. Ebu Bekir’den 3 söz:
“Allah Resûlü’nün (sas) yokluğunu düşünün ki musibetiniz hafiflesin.” (İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, 3/60)
“Bela ağızdan çıkan söze bağlıdır.” (İbn Abdürabbih, Ikdü’l-Ferid, 3/16)
“İstişare ettiğin kişiden herhangi bir hayrı gizleme ki hayır sana kendi tarafından verilsin.” (el-Meydanî, Mecmaü’l-Emsal, 2/531)