Ümmet; sözlükte: “yönelmek, kastetmek, öne geçmek, imam olmak” anlamlarına gelen “emm” kökünden türeyen bir kelimedir. Râgıb el-İsfahânî ümmeti “aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açıklamıştır (el-Müfredât, “emm” md.)
Kur’ân’dan iki mühim hakikati daha öğreniyoruz ki yaratılan tüm hayvanlar kendi içlerinde birer ümmettir ve insanların tamamı da dilleri, dinleri, kavimleri ve yaşadıkları coğrafyaları ne olursa olsun tek bir ümmettir. Aziz Kitabımız buyurur ki: “Ve yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan bir kuş yoktur ki, onlar sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra Rablerinin huzuruna sevk olunacaklardır.” (En’âm 6/38)
İnsanların tek bir ümmet olduğuna dair de Kur’ân der ki: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 2/313).
İnsanların tek bir ümmet olduğunu daha sonra tercihlerine göre iki temel durumun ortaya çıktığını görmekteyiz. Bunlar: Ümmet-i İcabet ve Ümmet-i Davet kavramları üzerinde şekillenmektedir.
Ümmet-i İcabet: Peygamberlerin davetlerine icabet edenler.
Ümmet-i Davet: Halen bu davete icabet etmeyip, davete muhatap olanlar.
Kur’ân-ı Kerim’de Ümmet-i Muhammed
Kur’ân-ı Kerim onlarca ayette Ümmet-i Muhammed’in özelliklerinden, ayırıcı vasıflarından, sorumluluklarından ve kendilerine yüklenen misyondan bahseder. Biz, bu yazımızda sadece beş temel mesaja dikkatleri çekeceğiz.
1. Ümmet-i Muhammed, en hayırlı ümmettir.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok daha iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân 3/110).
2. Ümmet-i Muhammed, en üstün ümmettir.[1]
“…Bugün size dininizi kemale erdirdim, sizin üzerinizde nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim…” (Mâide 5/3).
3. Ümmet-i Muhammed, en dengeli ümmettir.
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için sizi mutedil/dengeli bir ümmet kıldık…” (Bakara, 2/143).
4. Ümmet-i Muhammed, şehadeti en makbul ümmettir.
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, babanız İbrâhim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için; O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’ân’da) size ‘Müslümanlar’ adını verdi. Öyle ise namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. O, Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 22/78).
5. Ümmet-i Muhammed, hakkı ayakta tutan en adaletli ümmettir.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Mâide, 5/8).
Hadislerde Ümmet-i Muhammed
Ümmet-i Muhammed hakkında Kur’ân’da ne kadar çok beyan varsa, bazen açıklama, bazen tamamlama, bazen de daha farklı bir hususiyete dikkat çekme adına hadislerde de bir çok mesaj vardır. Bütün bunların hepsini elbette burada aktarmak mümkün değildir. Biz yine beş temel hususu nazarlara vereceğiz. Ancak yukarıda aktardığımız Kur’ân-ı Kerim’in dikkat çektiği özelliklerinden farklı olan hususları aktaracağız.
1. Ümmet-i Muhammed, ümmet-i merhûmedir.
“Ümmetim, merhamete uğramış bir ümmettir. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı /cezası, dünyada başına gelen fitneler/ağır imtihanlar, depremler, masum yere öldürülmeler gibi felaketler şeklinde verilir.” (Ebû Dâvûd, “Fiten”, 7).
2. Ümmet-i Muhammed, topluca helake uğramayacaktır.[2]
“Rabbimden üç şey talep ettim, ikisini verdi, birini geri çevirdi. Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimin suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bunu da bana verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da/birbirleriyle çekişmemelerini talep ettim. Bunu geri çevirdi.” (Müslim, “Fiten”, 20).
3. Ümmet-i Muhammed, asla dalâlet üzerinde birleşmeyecektir.
“Ümmetim dalâlet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde Sevâdü’l-A’zam’a (büyük çoğunluğa) tâbi olun.” (İbn Mâce, “Fiten”, 8).
“Allah bu ümmeti (veya Muhammed’in ümmetini) dalâlette birleştirmez. Allah’ın eli cemaatin üzerinedir. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur.” (Tirmizî, “Fiten”,7)
4. Ümmet-i Muhammed, kolaylık esası üzerine yürüyecektir.
“Ben Allah’ı birleyen, kolaylığa/müsamahaya dayanan bir dinle gönderildim.” (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 6/116).
5. Ümmet-i Muhammed, diğer ümmetler gibi en ağır imtihanını dünyaya karşı verecektir.
“Şüphesiz her ümmetin bir büyük fitnesi (imtihan vesilesi) vardır. Benim ümmetimin baş fitnesi (sıkıntı sebebi) de maldır.” (Tirmizî, “Zühd”, 26)
Ümmet-i Muhammed’den Olmanın Sorumlulukları nelerdir?
Elbette her nimet, o nimetin değeri nispetinde bir imtihan ile yani sorumluluk ile gelmektedir. Ümmet-i Muhammed’den olmak da çok büyük bir şeref ve muazzam bir nimettir. Bu büyük şerefin ve nimetin, mensuplarına şöyle sorumluluklar yüklediğini görebiliyoruz:
- Ümmet-i Muhammed’in İslâm’ı anlama, yaşama ve temsil etme sorumluluğu vardır.
- Ümmet-i Muhammed’in, maddi ve manevi şahsiyetine zarar vermeme sorumluluğu vardır.
- Ümmet-i Muhammed’in, Sünnet-i Muhammed ile ayakta durabileceğini unutmama sorumluluğu vardır.
- Ümmet-i Muhammed’in, Ümmet-i Davet’e İslâm’ın mesajlarını ulaştırma yani tebliğ etme sorumluluğu vardır.
- Ümmet-i Muhammed’in bir ve bütün olarak ümmetin maslahatını her şeyin önüne alma sorumluluğu vardır.
Hayra Çağıran Bir Ümmet
Ümmet-i Muhammed’in özelliklerini nazara veren en önemli ayetlerden bir tanesi hiç şüphesiz Âl-i İmrân Sûresi’nde geçen şu ayettir: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir ümmet bulunsun. İşte kurtuluşa/felaha erenler yalnız onlardır.” (Âl-i İmrân 3/104).
Bu ayet hakkında çok farklı tespitler yapılabilir ve çok önemli mesajlar çıkarılabilir ama biz, en mühim olarak şu hususları nazarlara verebiliriz:
1. Ümmet içinde bir ümmet olsun.
2. Ümmet içinde bir maya topluluk bulunsun.
3. Ümmet içinde bir rafine cemaat korunsun.
4. Ümmet içinde hayra anahtar, şerre kilit olan özel vazifeli bir grup kurulsun.[3]
5. Ümmet içinde marufu emreden, münkeri/kötülüğü izale eden ve bunun nasıl olduğunu gösteren bir çekirdek kadro oluşsun.
Vahdet Olmadan Ümmet Olmaz!
Ümmet olabilmenin en önemli yolu hiç şüphesiz vahdetin yani İslâm birliğinin sağlanmasıdır. Çünkü bir olunca, birlik olunca ancak ümmet olunabilir. Bazen insan, Hz. İbrâhim (as) gibi tek başına da ümmet[4] olmak zorunda kalabilir ama bu hal istisnai bir durumdur ve bizden istenilen de bu değildir. Tek başına ümmet olmak, iş başa düşünce sağa-sola bakmamak olduğu gibi bazen tek başına koca bir ümmet gibi iş yapmak anlamına da gelir. Bu tamamen farklı bir durumdur. Dolayısı ile vahdet, ümmet olmamızın en temel gereğidir.
Peki, nasıl? İşte bu nasılın hem pek kolay hem de oldukça çok zor bir cevabı var… Nedir o cevap? Vahdet ancak Tevhid ile mümkündür. Akıllara hemen “Ne alakası var vahdet ile tevhidin?” diye gelebilir. Ama unutulmamalıdır ki: Akidede/İmanda vahdetin adı tevhid, sosyal hayatta tevhidin adı vahdettir. Aslında vahdet, birlemek, birleşmek, bir olan Allah’ın (cc) o yüce olan adı etrafında kenetlenmektir. Demek ki bir yerde Allah’ın (cc) istediği şekil ile tevhid hâkim olursa, orada vahdet zaten kendiliğinden olacaktır.
Hatırlanacağı üzere Efendimiz (sas), 13 yıl Mekke’de bunu yapmıştı. İnsanları imana, sağlam bir akideye ve bir akide etrafında bir olmaya çağırmıştı. Peygamberimizin (sas) kurduğu o güzel cemaat, önce tevhid toplumu olmuş; tevhid toplumu olduğu içinde vahdet gerçeklemiş, böylece ümmet olma adına çok güzel bir örnek ortaya konmuştu. Nasıl olduğuna dair sadece Ebû Süfyân’ın Müslüman olmadan önce söylediği şu sözü hatırlamak yeterlidir. Hudeybiye Antlaşması’nın bozulmaması için Medine’ye gidip, Mekke’ye döndüğünde kendisini merakla bekleyen Mekkelilere demişti ki: “Size, hepsinin kalpleri tek bir kalbe bağlı olan bir topluluktan geliyorum.” (Abdürrezzâk, Musannef, V,375-376).
Ümmet’in Zıttı nedir?
Malum olduğu üzere kavramlar biraz da zıtları üzerinden daha iyi anlaşılır. Ümmet kavramının zıttı olarak da birkaç kavram dile getirilir. Mesela; taife, fırka, ferîk, kavim, fevç, karn, fie gibi… Bunlardan bir tanesi hiziptir. Hizib, sözlükte “kısım, parça, bölük; silâh” gibi anlamlara gelir. Çoğulu bilindiği üzere ahzâb’tır. Şu an ümmeti parçalayan bir hizip dili ile ne yazık ki karşı karşıyayız.
Peki, ne fark var ümmet dili ile hizib dili arasında?
- Ümmet dili birleştirir, hizib dili parçalar.
- Ümmet dili büyütür, hizib dili küçültür.
- Ümmet dili kuvvetlendirir, hizib dili zayıflatır.
- Ümmet dili yarıştırır, hizib dili rekabetlendirir.
- Ümmet dili ufukları alîleştirir, hizib dili hayalleri daraltır.
Bize düşen ümmet-i Muhammed’den olma şerefine uygun davranmak ve bu büyük ailenin bize yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmektir. Mevlâ hepimize bunu nasip eylesin…
Muhammed Emin Yıldırım
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 2020/14 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Bu özellik hakkında Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Siz, yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan son ümmetsiniz (geçmiş pek çok ümmetin sonuncusunuz). Siz, onların en hayırlısı ve Allah katında en değerli olanısınız.” (İbn Mâce, “Zühd”, 34).
[2] Bu özelliğin Kur’ânî delili olarak şu ayet hatırlanabilir: “Hâlbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz…” (Enfâl, 8/33).
[3] Bu hali Hz. Peygamber (sas) şöyle tasvir eder: “İnsanlardan öyleleri vardır ki hayrın anahtarları, şerrin de kilitleridirler. Öyle insanlar da vardır ki şerrin anahtarları, hayrın kilitleridirler. Ne mutlu Allah’ın hayra anahtar kıldığı kimselere! Yazıklar olsun şerrin anahtarı olanlara!” (İbn Mâce, “Kitabü’s-Sünne”, 237)
[4] “Muhakkak ki İbrâhim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.” (Nahl 16/120)