İnsanlığın “dünya serüveni” başladığı andan günümüze kadar Allah elçisi peygamberlerin ve onlara inanan mü’minlerin temel meselesi, Allah’ın dinini yaşamak ve o dini Allah’ın kullarına ulaştırmak (tebliğ) olmuştur. Aynı misyonu asr-ı saadetten beri ümmet-i Muhammed, en temel ve kutlu görev olarak üstlenmiştir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tarafından bir adı da haccetü’l-belâğ/tebliğ haccı olan Vedâ Haccı’nda irad buyurulan hutbede “Burada bulunanlar duyduklarını bulunmayanlara ulaştırsın.” cümlesiyle tebliğ görevi ve sorumluluğu resmen ve genel anlamda ümmete havale edilmiş, gerekçesi ise “Kendisine bilgi ulaştırılan kimse, bilgiyi ulaştırandan daha kavrayışlı olabilir.“[1] diye açıklanmıştır.
Resûl-i Ekrem’in sallallahu aleyhi ve sellem bu tavsiye ve tesbitinde -ashâb-ı kirâmı anlayışsızlıkla suçlamak gibi Hz. Peygamber’in asla yapmayacağı bir anlam bulunduğu iddiasıyla hadisin uydurma olduğunu ileri süren Fazlurrahman’a rağmen-[2] içtihad, ruhsat ve yetkisini de içine alan, kapsamlı bir tebliğ görev ve sorumluluğunu ümmete devretme ve dolayısıyla ümmeti her yönüyle dinî ve ilmî bir gayrete sevk etme söz konusudur. Ayrıca Hz. Peygamber’in bu tavsiye ve tespiti tebliğ ve irşad görevinin yapısal anlamda süreklilik ve dinamizm içerdiğini de göstermektedir. Hadis-i şerifte “Her şeyi öncekiler halletmişler, yapılacak iş öncekilerin görüşlerini doğru anlayıp onlarla yetinmektir.” diye özetlenebilecek, tebliğe ve bilimsel dinamizme temelden zıt tembel bir anlayışa yer olmadığı vurgulanmış olmaktadır.
Resûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem peygamberliği dışında İslâm’ı insanlara benimsetmek için yaptığı faaliyetlerin güncellenmesinden yani tebliğ ve irşaddan öncelikle ümmetin beyin takımı demek olan âlimler sorumludur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.”[3] ve “Mü’minlerin hep birden savaşa gitmesi doğru değildir. Onların her kesiminden bir kısmı din ilminde derinleşip seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır.” [4] buyrulmaktadır. Bu âyetlerden hareketle müfessirler tebliğ ve irşad kadrosu demek olan bir grubun bulunmasının farz-ı kifaye olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Yani Allah yolunun, Allah’ın kullarına açık tutulmasına ve insanlığın İslâm hidayetinden nasibini almasına vesile olmak demek olan tebliğ, genelde ümmetin, özelde bilenlerin aslî aksiyonudur. Bu aksiyonun uygulama çerçevesi ise “Allah’a çağıran, (çağrısıyla uyumlu) güzel işler yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım.’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”[5] âyet-i kerimesinin tespit, tebşir ve teşviki ile söylem-eylem ve duruş olarak çizilmiş bulunmaktadır.
Her konuda olduğu gibi tebliğde de ümmetin örnek ve önderi hiç kuşkusuz, mealini verdiğimiz son ayetin kendisi hakkında indiği Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizdir. Yetiştirdiği sahâbîler de özellikle tebliğ ve irşad alanında Hz. Peygamber’i çoğaltan nesildir. Bu sebepletebliğ kadrosunun kıvamını sahâbîlerde bulmak mümkündür. Mesela Resûlullah’ın ve sahâbîlerin tebliğ hayatında nihaî anlamda gördüğümüz en temel tavırlardan biri, tebliğ imkânı kalmayan yerden tebliğe devam imkanı veren yere hicret etmektir. Bu gerçeği dikkate alarak tarihi anlamda İslâm tebliği hicreti doğurmuş; hicret ise tebliği yoğurmuştur diye bir tespit yapmak mümkündür. Bir başka ifade ile hicret, İslâm tebliğinin dünya ufuklarına açılma yolunun adıdır.
Allah kendilerinden razı olsun sahâbîler, Peygamberimizden sonraki yıllarda ondan duydukları, gördükleri ve öğrendiklerini büyük bir görev aşkı ve tebliğ bilinciyle ümmetin yeni nesillerine ve ufuklarına ulaştırma gayreti içinde olmuşlardır. Onların bu gayretleri sonucu İslâm medeniyeti, ilim, fazilet ve adalet medeniyeti olarak tanınır hâle gelmiştir.
Ashâb-ı kirâmdan başlamak üzere ümmetin nesilleri, bir taraftan fetihler bir taraftan da tebliğ ve irşad merkezli bilimsel faaliyetler yoluyla İslâm kültür ve medeniyetinin kendine özgü erdem ve öğretilerini -şartların elverdiği ölçüde- insanlığa sunma cehd ve gayreti içinde olmuştur.
Günümüzde tebliğ görev ve dinamizmi, ülke ve dünya şartlarında ne yapıyoruz ne yapmamız gerekiyor diye bir düşünce derinliğine ve eylem niyetine sahip çıkmakla sürdürülebilir. Bunun için de özellikle din öğretimi, din hizmeti ve din araştırmalarıyla yükümlü kurum yönetici ve yetkililerinin belli aralıklarla bir araya gelip ülke ve ümmet şartlarını tebliğ açısından değerlendirmelerine ihtiyaç bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyyeye dayalı ve tevhid merkezli olmak kaydıyla tebliğ, ümmet-i davet’e; irşad, ümmet-i icâbet’e yönelik İslâm telkininde bulunmaktır. İslâm medeniyetinde henüz Müslüman olmamış olanlara yapılacak İslâm tebliğ ve telkini aynı zamanda bir otorite, bir devlet görevidir. Resûlullah Efendimizin hayatı tebliğin, İslâm devletinin temel fonksiyonu olduğunun delilidir. Devlet tebliğ fonksiyonunu dahilde eğitim-öğretim sistem ve çalışmaları, hariçte ise yazılı-sözlü davet ve gerektiğinde cihad ilkesinden oluşan tebliğ diplomasisi yoluyla yerine getirir. Buna paralel olarak ümmet bireyleri de tebliğ fonksiyonunu özel ve sivil ortam ve şartlarda gerçekleştirmenin yol ve yöntemlerini araştırıp geliştirmek ve kadrolarını yetiştirmekte merkezi otoriteye destek vermekle yükümlüdür. Günümüzde Müslüman sermaye, yazılı-görüntülü medya ve akademya bu noktada ciddi anlamda sorumluluk altındadır.
İki Ana İlke
Tebliğin temelinde, tebliğ gayret ve titizliği ile Hz. Peygamber’e yalan isnad etmeme dikkati diye iki ana ilke bulunmaktadır.
“Sözümü işitip güzelce belleyen ve bellediği gibi başkalarına iletip tebliğ eden kimsenin Allah yüzünü ağartsın.” [6] hadis-i şerifi tebliğ gayret ve titizliği ilkesini ortaya koymakta; “Her kim bile bile bana isnad ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadis-i şerifi de[7] tebliğ dinamizminin disiplin ilkesini belirlemektedir.
Bu esaslar çerçevesinde gayr-i müslimlere ya da ümmet-i davete yönelik tebliğde imrendirme, ümmet-i icâbet’e dönük irşadda da bilgilendirme, bilinçlendirme yöntemi öncelenecektir. Pek tabii olarak bunu yapabilmek için de vasıflı ve tavırlı elemanlara, kadrolara ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü tebliğ ve irşad özünde tam bir diplomasi uygulamasıdır. Diplomatlar şahıslarına yönelik hiçbir tepkiye kolay kolay cevap vermezler. Ama temsil ettikleri ülkeye yönelik en ufak bir saldırı olursa hemen ve ciddi şekilde karşı çıkarlar. Tebliğ kadrolarının da şahıslarını önceleyen değil, temsil ettikleri davayı önde tutan bir anlayış ve yaklaşımı ısrarla ve ustaca sürdürmeleri gereklidir.
Bu noktaya ulaşıldığında tebliğin, dün olduğu gibi bugün de araçsal ve teknolojik değişim ve gelişimlerden olumsuz anlamda etkilenmesinin önüne geçilmiş, sürekliliği ve dinamizmi korunmuş, çağdaş tebliğ metodolojisinin gereklerine uygun hareket imkânı yakalanmış olacaktır.[8]
Resûlullah’ın hayatı ve uygulamalarındaki üsve-i haseneyi, güzel örneği kendisine has özellikleriyle güncelleyip yinelemek ve yenilemek, tebliğ sorumluluğunun hem gereği hem de en nâzik noktasıdır. Özünü örselemeden günün gelişmelerini tebliğ adına kullanabilmek, İslâm’ı “asrın idrakine söyletmek” anlamı taşıyacaktır.
İsmail Lütfi ÇAKAN
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2020/13 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Buhârî, İlim 9, 10, Fiten 8, Tevhîd, 24; Müslim, Hacc 446; Ebû Dâvud,Tetavvu’ 10; Timizî, Hacc 1; Nesâî, Hacc 111, İbn Mâce, Mukaddime 18; Dârimî, Menâsik 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 31, 32, V, 4, 37, 39, VI, 385,456
[2] Bk. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmi Metodoloji Sorunu, s. 62-63 (1997, Ankara)
[3] Al-i imran (3), 54
[4] et-Tevbe 89), 122
[5] Fussılet (41), 33
[6] Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlim 7; İbn Mâce, Mukaddime 18, Menâsik 76; Dârimî, Mukaddime 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,37; III, 225; IV, 80, 82, V, 183
[7] Buhârî, İlim 38, cenâiz 33, enbiyâ 50, edeb 109; Müslim, zühd 82; Ebû Dâvud, İlim 4; Tirmizî, fiten 70, İlim 8, 13 tefsir I; menâkıb 19; İbn Mâce, mukaddime 4; Dârimî, mukaddime 25, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 47, 83; III, 13, 39, 422, IV, 47, 100, 156, 201, 367, V, 245, 292,412.
[8] Tebliğin mahiyeti, hükmü, usül ve vasıtaları ile kadrosu hakkında geniş bilgi için “Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları” kitabımıza bakılabilir.