Modern dünya insana çok şey kazandırdığını iddia etse de, kazandırdıklarının yanında kaybettirdiklerinin hesabını tutmak bile neredeyse imkansızdır. İnsan birkaç asır öncesinin hayal edemeyeceği düzeyde teknolojinin imkanlarını elde etmiş gibi gözükse de, kutsallarını kaybetmenin doğal sonucu olarak, yaratılış gayesinin bayağı uzağında yaşamaktadır. İşin acı olan tarafı ise biz Müslümanlarında bu uzaklaşma içerisinde yer almamız, her geçen gün, üzerine bastığımız zeminleri kaybetmemizdir.
Bugünün dünyasında genelde insanlık, özelde biz Müslümanlar ciddi bir yer ve yön problemi yaşamaktayız. Ne “nerede?, nasıl?, kiminle duracağımızı?” nede “nereye varmamız gerektiğini, yani yönümüzü” tam anlamı ile biliyoruz. Bu tespit ışığında; “o halde duracağımız yerleri ve yürüyeceğimiz yönleri kimden ve nasıl öğrenmeliyiz?” diye sormalıyız.
Bu soruyu sorduğumuz zaman; varacağımız nokta elbette köklerimiz, yani İslam Medeniyetinin neşvünema bulduğu saadet asrı, o asırda yaşamış bahtiyarlar topluluğu ve o iklimin kaynağı olan Allah Resulü’nün (s.a.v.) pak hayatı olacaktır. Efendimiz (a.s) vahiyden aldığı ilham ile önce kendi yerini ve yönünü, sonrada elinin altındaki sahabenin yerini ve yönünü belirlemişti. O’nun (s.a.v.) nübüvvet sofrasına oturma şerefine nail olan her sahabî, kesinlikle duracağı yeri ve yürüyeceği yönü iyice öğrenmişti. Bundan dolayı bugün yer ve yön problemini en üst düzeyde yaşayan bizlerin, o bereketli hayatlardan öğreneceğimiz ve hayatlarımıza taşıyabileceğimiz çok önemli mesajlar vardır. İşte bu mesajlardan birini bize sahabeden Enes b. Malik aktarır.
Yıllar yılı Allah Resulü’nün terbiyesinde büyüyen ve bize o kutlu lisandan duyduğu 2286 hadisi aktaran Hz. Enes, Halife Hz.Ömer zamanında vuku bulan Kadisiye savaşında gördüğü bir tabloyu bizlere anlatır. Enes b. Malik der ki: “ Kadisiye günü İslam askerlerinin arkasında; bir elinde zırh, diğer elinde siyah bir sancak bulunan Abdullah b. ÜmmüMektûm’u gördüm. Abdullah b. ÜmmüMektûm âmâ idi, yani gözleri görmüyordu. Bu halde savaş meydanında ne işi var diye düşündüm ve yanına gittim. Dedim ki: ‘Ey İbnÜmmüMektûm! Sen Allah’ın Fetih Sûresinin 17. ayetindeki buyruğu duymadın mı? Allah (c.c.) bu ayette demiyor mu;
“Savaşa katılmak için âmâya, topala ve hastaya herhangi bir sorumluluk yoktur” Sen bu hükmü bilmene rağmen ne işin var savaş meydanında?”
Abdullah b. ÜmmüMektûm, sahabenin ilklerindendi. Mekke’nin zorlu yıllarında nübüvvet sofrası ile tanışmış ve Abese Sûresinin ilgili ayetlerinin inmesine vesile olmuştu. Allah Resulü (s.a.v.) bu ayetlerden sonra ne zaman İbnÜmmüMektûm’u görse; “Gel ey Rabbimin kendisi yüzünden beni ikaz ettiği insan” derdi. Efendimiz (a.s.) bu ilahî uyarıdan öyle etkilenmişti ki, Medine’ye hicret ettikten sonra tam 13 defa İbnÜmmüMektûm’u kendisinin yerine vekil olarak bırakmıştı. İbnÜmmüMektûm, Allah Resulü’nün mübarek ellerinde yetişmiş, nerede duracağını, nereye yürüyeceğini; yani yerini ve yönünü çok iyi öğrenmişti. İşte Kadisiye günü İslam askerleri içerisinde bulunması bunun en büyük delillerindendi. Enes b. Malik ona Fetih Sûresindeki ayeti hatırlatıp, savaştan muaf olduğunu söyleyince bu yüce İslam şahsiyeti Enes b. Malik’e döndü ve onun şahsında tüm yer ve yön arayan insanlara örnek olacak şu sözleri söyledi: “Ey Enes! Ben çok iyi biliyorum savaştan muaf olduğumu ve yine çok iyi biliyorum burada bulunmakla İslam ordusuna faydamın olmayacağını. Ama ben istiyorum ki, varlığımla; düşmanın nazarında İslam askerlerinin sayısı fazla gözüksün. Bir asker ile de olsa düşman, Müslümanların sayısından korksun.”
Abdullah b. ÜmmüMektûm’un bu sözü o gün Enes b. Malik’i de hayran bırakmıştı, bugün bizi de hayran bırakıyor. Böyle bir sözü ve böyle bir tavrı ancak durulacak yerini ve yürüyecek yönünü çok iyi bilen biri söyleyebilirdi. İşte İbnÜmmüMektûm bu ikisini de, yoluna baş koyduğu Efendimiz’ den (a.s.) çok iyi öğrenmiş, o günün insanına bunları öğrettiği gibi, bugünün şaşırmış insanına da halen öğretmeye devam etmektedir.
O halde varsın birileri başka zeminlerde kendilerine yer ve yön aramaya çalışsınlar; onların bulduklarını zan ettikleri şeylerin kendilerini nereye götüreceği bellidir. Biz kutlu çağın, kutlu insanlarının arkasında yürümeye talibiz. Eğer onların rehberliğini kabul eder, asrın idrakine de söylettirebilirsek inşallah bizim de varacağımız yer bellidir.
Onların sevdası onlara, bizim sevdamız da bizlere mübarek olsun.
Muhammed Emin YILDIRIM