Nebevî Miras derslerimizin bu haftaki konusu itidal idi. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, ‘Duygu, Düşünce ve Davranışlara Vurulan Peygamber Mührü İtidal’ serlevhasında, özellikle bugünlerde çok daha fazla ihtiyaç hissettiğimiz itidal kavramının ne anlama geldiği konusunu anlattı. Hz. Peygamber (sas) ile aramızda kurmamız gereken hukukta itidal kavramı ne anlama gelir? Sünnetin bu alandaki rehberiyeti nasıldır? İtidal istenilen oranda tesis edilmezse nelerle karşılaşılır? Ve daha birçok soru bu derste, işlenmiş oldu.
Dersten Cümleler
Bu ümmetin iftihar edeceği en büyük değerlerinden biri hiç şüphesiz insan yetiştirme potansiyelidir.
Tarihte de günümüzde de binlerce âlim, arif, abid, akif yetiştirmiştir, dünyanın sonuna kadar da inşallah yetiştirmeye devam edecektir.
Onu bunu yetiştireceğimize kendimizi yetiştirmeye çalışalım…
“Firûz yapacak bir şey yok, Rabbinin emrine icabet edeceksin, onlardan hangisini istersen tercih et, onu yanında tut! Hangisini istersen de onu boşa!” buyurdu. (Tirmizi, 1129)
Ebû Bişr Abdullah b. Firûz ed-Deylemî: “Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat, nasıl lif lif kopup parçalanırsa din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime, 16)
Gerek ferdi, gerek toplumsal anlamda terk ettiğimiz sünnetlerden bir tanesi de itidal üzere yaşamak sünnetidir.
İtidal, Allah’ın (cc) hayata koyduğu ölçüdür.
“İşte böylece sizi vasat/orta/mutedil bir ümmet kıldık!” (Bakara, 143)
“Amellerde iktisad (itidal, teenni) peygamberliğin yirmi beş cüzünden bir cüzdür.”
İtidal; adl kökünden masdar olup, sözlüklerde “iki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hal” şeklinde tanımlanır. Genel anlamı, “orta halde bulunma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, denge, düzgünlük, doğruluk üzere davranmak” şeklinde açıklanmıştır.
İtidali sarsan iki kavram: ifrat ve tefrittir.
İfrat tavrı: Değerinden fazlasını vermek
Tefrit tavrı: Değerinden aşağıya düşürmek
İtidal tavrı: Değerinin hakkını teslim etmek
Vehb b. Münebbih (rh): “Her şeyin iki ucu bir ortası vardır. Bu uçların birinden tutuluyorsa, diğer uç ağır basar; ortasından tutulursa iki uç da dengede kalır. Öyleyse siz her şeyin ortasından tutmaya çalışın.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 8/112)
İtidal demek, her zaman ortada durmak demek değildir.
İfrat ve Tefrit uçlardır; uçlar ise birbirini tetikler…
Hz. Peygamber’i (sas) sevmek imanın bir gereği, Rabbimizin bir emri, imanın kemal noktasına ulaşmasının en mühim meselesidir.
“Beni, nefsinizden, anne ve babanızdan, ehlinizden, evlatlarınızdan, malınızdan, servetinizden daha fazla sevmedikçe kâmil manada iman etmiş olmazsınız.”
Halid b. Zekvan el-Medeni naklediyor. Diyor ki bir bayram günüydü. Baktım Medine’de sokaklarda bazıları def çalıp şarkı söylüyor. Çok garibime gitti, bu caiz mi diye düşündüm. Kime sorabilirim dedim, aklıma o günler hayatta olan büyük bir isim Rübeyyi bint Muavviz geldi. Hemen ona gittim, kendimi tanıttım ve sorumu sordum. Dedim ki: “İnsanlar böyle yapıyor bu doğru mu?” Sahabe nasıl cevap verir, doğru ve yanlış değil… Her zaman cevap aynıdır ve cevap şöyledir: “Biz Resûlullah ile beraberken şöyle yapardık, böyle yapmazdık, böyle yaptık, Resûlullah şöyle dedi.”
“Aramızda yarın olacakları bilen bir Peygamber var!”
“Böyle söylemeyin. Yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Siz biraz önce söylediğiniz şeylere devam edin…” (Buhari, Nikâh, 49; İbn Mace, Nikâh, 21; Tirmizi, Nikâh, 6)
Allah Resulü (sas) en fazla gadaplandıran şeylerden birisi Cenab-ı Hak ile kendisinin aynı zamirde zikredilmesi idi. Diyelim ki birisi gelse ve dese ki: “Siz ikiniz lekuma, yada o ikisi lehuma” buna çok kızardı ve “sakın öyle demeyin ‘Allah ve Resulü deyin, ne demek o ikisi” der, hemen bu yanlışı düzeltirdi.
Abdullah b. Abbas diyor ki, bir gün adamın biri Efendimiz’in huzuruna geldi. Bir şeyler söyledi, sözünün bir yerinde dedi ki: “Ya Resûlullah! Allah’ın dilediği ve sizin dilediğiniz olursa…” Bu söze hemen Efendimiz (sas) müdahale etti ve dedi ki: “Sen ne dediğinin farkında mısın? Nasıl sen beni Allah’a denk tutarsın. Ne demek, Allah’ın dilediği ve benim dilediğim, meşiet yani dilemek sadece Allah’ındır. Allah’ın dilediği de ve sözünü öylece tamamla!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/283)
Buna benzer bir tabloyu Adiyy b. Hatem’in üzerinden okuyoruz: Adiyy b. Hatem bir gün Efendimiz’in (sas) huzurunda bir konuşma yapıyor. Konuşmasında diyor ki: “Her kim Allah ve Resulü’ne itaat ederse, şüphesiz doğru yolu bulmuş olur. O ikisine isyan eden ise, muhakkak sapıtmıştır.” Bu söze Efendimiz (sas) hemen müdahale etti ve dedi ki: “Sen ne fena bir hatipsin. O ikisine diyeceğine ayrı ayrı; ‘Allah ve Resulü’ne isyan eden ise muhakkak sapıtmıştır’ deseydin ya!” (Müslim, Cuma, 48)
Bir defasında biri Hz. Peygamber’e (sas); “Ya Hayre’l-Beriyye/Ey Yaratılmışların en hayırlısı” dediğinde, “O ben değilim, İbrahim’dir” demişti. (Ebû Davud, 4672)
Bir gün yine Hz. İbrahim’in Kur’an’a giren dört kuş kıssasını anlatıyor, (Bakara 260. ayet) sonra diyordu ki: “İbrahim’in o şüphesi kendi için değil, bizim içindi; biz daha iyi anlayalım, kalbimiz mutmain olsun diye o talepte bulundu…”
“Sakın kardeşim Yunus b. Metta için olumsuz şeyler söylemeyin, vallahi o benden daha hayırlı idi.”
“Benimle benden önce geçen peygamberlerin misali, birtakım evler inşa eden, onları iyi, güzel ve mükemmel yapan, ancak köşelerinden birinde bir kerpiç yeri bırakan bir adamın misali gibidir ki, insanlar dolaşmaya ve binayı beğenmeye başlarlar ve: ‘Şuraya bir kerpiç koysan da binan tamam olsa!” derler. İşte o kerpiç benim.” (Buharî, Kitabu’l-Menakib, 18; Müslim, Kitabu’l-Fedail, 7)
“Ben bir sarayın eksik kalan tuğlasıyım!”
Enes b. Malik diyor ki; “Biri geldi, huzur-u risalette durdu ve başladı Resulullah’ı övmeye, birkaç cümle sonra Efendimiz (sas) dedi ki: “Dur be adam ne yapıyorsun, beni Allah’ın yerleştirdiği konumdan daha fazlasına çıkartma! Vallahi böyle yapman asla benim hoşuma gitmez!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/153)
Bütün mesele kıymete kanaat etmektir…
“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı yücelttikleri gibi siz de beni aşırı derecede yüceltmeyin. Ben sadece ve sadece bir kulum. O halde bana Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” (Buhari, Enbiya, 64)
Beş temel alana ait örnekler:
1- İbadette İtidal
2- Sevgide İtidal
3- Düşmanlıkta İtidal
4- Sevinçlerde İtidal
5- Hüzünlerde İtidal
İbadette de itidal olur mu? İbadette de itidal olursa, artık geri kalan tüm alanlarda nasıl olacağını siz anlayın…
“Unutmayın benim sünnetimden yani benim yolumdan yüz çeviren benden değildir. Size düşen her hak sahibine hakkını vermenizdir.”
“Ey Abdullah! Ben de bazen oruç tutar, bazen tutmam. Gecenin bir vaktinde Rabbimle baş başa olurum; ama ailemle de vakit geçirim. Unutma her hak sahibinin sende hakları vardır. Bedenin bir hakkı var; ailenin bir hakkı var, komşuların bir hakkı var; tabi ki Allah’ın bir hakkı var. Sana düşen her hak sahibine hakkını vermendir. Bu benim yolumdur; kim benim yolumdan yüz çevirirse benden değildir.”
“Hayır, böyle yapmayın. İsteğiniz olduğu zaman namaz kılın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiğiniz zaman yatıp uyuyun. Siz bıkıp usanmadıkça Allah haşa bıkıp usanmaz! Az ama devamlı ibadet, çok ama kısa olan ibadetten daha makbuldür!”
“İçinizden bazıları öyle şeyler yapıyorlar ki, insanları bıktırıyor, nefret ettiriyorlar. Siz insanları dinlerinden mi etmek istiyorsunuz. Bundan sonra kim bir cemaate imam olursa kısa sürelerle namaz kıldırsın. Unutmasın ki cemaatte yaşlılar var, zayıflar var, işi acele olan insanlar var!”
“Dostunu severken ölçülü sev. Zira günün birinde o dost, düşman olabilir. Düşmanına da ölçülü bir şekilde buğz et, çünkü günün birinde o düşman, dostun olabilir!” (Tirmizi, Birr, 60)
“Ey İnsanlar! Sizden önceki milletlerin helak sebeplerinden biri şuydu. İçlerinden zayıf ve kimsesiz olanlar, bazı suçlar işlediklerinde onlara cezalar tatbik edilirdi. Ama içlerinde sayılı ve soylu mevki makam sahibi olanlar suç işledikleri zaman onlara ceza tatbik etmezlerdi. Ama ben Allah’a yemin ederim ki: Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa ona had cezası uygulamaktan bir an geri kalmayacağım!”
“Hel şekakte kalbehu/Onun kalbini mi yarıp baktın? Nerden biliyorsun korkudan olduğunu?”
Abdullah b. Mes’ûd’un aktardığı ve Resulullah’ın üç kez tekrar ettiği, Müslim’de geçen bir hadiste şöyle demektedir: “Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar yani itidal çizgisine riayet etmeyenler helak oldular!” (Müslim, İlim, 7; Ebû Dâvûd, Sünnet 5)