Allah Resulü’nün yüce ahlakına biraz olsun vakıf olanlar, O’nun (s.a.v.) hayatında şikâyetin yerinin olmadığını bilirler. O (s.a.v.) engin şefkat ve merhametiyle, risalet davası uğruna yüreğinde taşıdığı bitimsiz sevda ve aşk ile 23 yıl boyunca başladığı aynı heyecan ve coşkuyla nasıl çırpınıp durduğunu ve en zorlu zaman dilimlerinin hiçbirinde bile, kimseleri şikâyet etmediğini de bilirler. Ama ortada bir şikâyetin olacağını haber veren, sözün en doğrusunu ve en güzelini söyleyen Kur’an’dır. Sizce Efendimiz (s.a.v.) kimlerden şikâyetçi olacaktır?
Acaba O (s.a.v.) Şib-i Ebi Talip’te kendisini 3 yıl adeta ölüme mahkûm eden Mekke’nin o kara yüzlü adamlarını mı şikâyet edecektir? Yoksa O (s.a.v.) 10 yıllık bir davetin ardından Taif’e büyük bir umutla gidip, oradan eli boş olarak dönerken, kimi ne adına taşladığını bilmeyen çocukların taşlarının hedefi olup, her tarafından kanlar akarken kendisine böyle bir karşılığı reva görenleri mi şikâyet edecektir? Yoksa 53 yıl yaşadığı, çocukluğunun gençliğinin geçtiği, binlerce hatırasına mekân olan baba ocağı Mekke’ye sırt çevirip, Medine’ye doğru hicret etmek zorunda kalınca, kendini buna mecbur eden o zalimleri mi şikâyet edecektir? Yoksa Uhud’da emrini dinlemeyip Ayneyn geçidini terk eden okçuları mı, yada savaş bitmeden ellerinden kılıçları bırakanları mı şikayet edecektir? Yoksa Huneyn’de kendisine savaşın başlangıcında ikinci bir Uhud yaşatan askerlerini mi, yada bir Cuma günü kendisini minberde ayakta bırakıp, gelen kervana doğru koşanları mı veya ifk hadisesine adları karışan sahabeden bazılarını mı şikayet edecektir? Hayır, Alemlere Rahmet olarak gönderilen o kutlu Nebi, ne burada saydıklarımızdan, nede 23 yıllık o zorlu hayatta karşılaştığı nice olaylardan dolayı birilerinden şikayetçi olacaktır?
Peki, Rahmet abidesi Efendimiz, kimleri kime şikâyet edecektir? İşte insanı dehşete düşüren bu haberi bize Furkan Sûresinin 30. ayeti verir. Ayet der ki: “ O gün Resul diyecek ki: ‘Ey Rabbim! Benim kavmim/ümmetim şu Kur’an’ı mehcur bıraktı.” Ayette geçen mehcur ifadesine bir çok Türkçe meal; “terkedilmiş, bırakılmış, uzaklaşılmış” anlamları verirlerken, Muhammed Esed; “gözden çıkarılacak bir şey olarak görmek” şeklinde farklı bir çeviri yapmıştır. Esed’in çevrisini esas alırsak, Allah Resulü (s.a.v.) kıyamet günü ümmetinden bazılarını, Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördükleri için Allah’a şikâyet edecektir. Bir an bu tabloyu zihinlerimizde canlandıralım: Hâkim; hüküm verenlerin en adili ve güzeli olan Allah (c.c.). Davalı; biz yani Kur’an’ı mehcur bırakanlar. Davacı ise; Efendimiz… Sizce bu mahkemenin sonucu nasıl olacaktır? Sonuç baştan bellidir değil mi? Cehennem! Elim, yakıcı ve ne kadar süreceği belli olmayan bir azab… Ve başlıyor dilden keşkeler dökülmeye; “keşke toprak olsaydım, keşke falancayı dost edinmeseydim, keşke Resulullah’ın rehberliğini ve dostluğunu kabul etseydim, keşke… keşke…”
Kur’an orada keşkelerin hiçbir fayda vermeyeceğini bize anlatır; o halde daha fırsat elde iken gelin Allah Resulü’nün şikâyet edeceği bahtsızlardan değil; o dehşetli günde O’nun mübarek ellerinden bize ikram edilecek bir bardak suyu kazanacak talihlilerden olalım. Nasıl mı? Elbette ki ilahî vahyi doğru anlayıp, onu hayata taşıyıp, onun gölgesinde bir hayat sürerek.
Peki, doğru anlamanın yolu ve yöntemi nedir? İşte bu hayati sorunun cevabını ancak köklerimiz olan Sahabe neslini anlamak ile bulabiliriz. İlahî kelamı doğru bir biçimde anlamak, onun gözden çıkarılacak bir şey olmadığını, ne kadar büyük bir potansiyel ve sermaye olduğunu kavramak için Müslümanlığımızın aynaları olan Sahabe nesline müracaat etmek zorundayız. Çünkü o bahtiyarlar topluluğu vahyin ilk muhataplarıydılar. Herhalde ilk ve doğrudan muhatapların, bizim gibi dolaylı ve modern muhataplara söyleyecek çok sözleri vardır değil mi?
Gelin öyleyse şu sorulara beraberce cevaplar arayalım: Kur’an o nesli nasıl inşa etti? İlahî kelam onları nasıl etkiledi? Onlarda ayetlerin oluşturduğu etki neden bizlerde oluşmamaktadır? Onların avantajları nelerdi? Bizlerde eksik olan ise nelerdir? Nüzul ortamı ne demektir ve bunları bilmenin faydaları nelerdir? Vakıa-vahiy ilişkisi ne demektir? Böyle bir ilişki bir daha kurulamaz mı? Sahabe nesli Kur’an’ın rahle-i tedrisatına oturunca neleri öncelledi? Neler ilk sıralara alındı? Neler sonralara bırakıldı? Sahabede tesis edilen saf Kur’an kültürü ne demektir? Sahabe Kur’an ayetlerini duyar duymaz hepsini anlıyorlar mıydı? Anlamadıkları ayetleri Efendimiz’e nasıl soruyorlardı? Efendimiz Kur’an’ın ne kadarını onlara açıkladı? Efendimiz’in vefatından sonra hayatta kalan Sahabîler Kur’an’ın anlaşılması yönünde ne tür zorluklarla karşılaştılar? Bu yeni sorunları hangi yöntemlerle aştılar?Ve bu konuda daha nice sorular…
Muhammed Emin YILDIRI(M