Rabbimize binlerce hamdolsun ki, rahmet, mağfiret ve azat ile müjdeli bir ay olan ramazanı idrak edip, yine büyük bir lütuf ve ikram olan bayrama eriştik. İnşallah ramazanı hakkı ile ihya etmişizdir; inşallah ramazan ömrümüzün kalan tüm aylarına etki edip, onların imamı olmuştur. Ramazanın imamiyeti yani önderliği, ömrümüzü ramazanlaştıracağı gibi, akıbetimizi de bayramlaştıracaktır. Sonu bayram olanlardan olma duası ile bir bayram günü yolumuzun yegâne rehberi olan Efendimiz’in (s.a.v.) nasıl bayram yaptığını beraberce öğrenmeye çalışalım.
Bayram Allah Resulü’nün (s.a.v.) hayatına oruç ile birlikte, yani Hicretin 2. senesi giriyor. Birçok hadis kitabımızın aktardığı rivayetlere göre o yıl Efendimiz (s.a.v.) Medine halkının yılda iki bayram kutladıklarını görür. Bu bayramların ne olduklarını sorar, onlarda: “Ya Resulullah! Bunlar öteden beri bizim kutladığımız nevruz ve mihrican bayramlarıdır” derler. Efendimiz (s.a.v.) işte o gün bir müjde vererek; “Allah sizin için o iki gününüzü daha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramları ile değiştirmiştir” diyerek, bayramları o günün insanın gündemine koymuştur. O günden sonrada artık Müslümanlar haftalık bayramları olan Cuma günü dışında senede iki kez bu bayramları ihya etmeye çalışmışlardır.
Hicretin 2. senesi gündeme giren bayramların nasıl ihya edileceği konusunda sahabede merak içerisindedir. Bunun içinde gözler her zaman olduğu gibi bu işte de Efendimiz’in üzerindedir. Allah Resulü bunu bildiği için başta sahabe olmak üzere, ümmetinin tamamına nasıl bayram yapılacağını öğretecektir.
Efendimiz (s.a.v.) başta Buhari ve Müslim olmak üzere bir çok hadis kitabında bayramın nasıl başlayacağını şöyle belirtir: “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır.” İki rekat şeklinde kılınan ve Cuma namazı gibi hutbesi olan bayram namazı, o günün en önemli ve en ilk işidir. Allah Resulü bayram namazlarını bayramın coşkusunu ziyadeleştirmek ve o havayı tüm aleme duyurma adına kapalı mescitlerde değil, açık alanlarda kılardı. Bugün Medine’de Mescid-i Gamâme diye bilinen mescidin yeri o gün için açık ve düz bir alandı. Allah Resulü’de tüm Medine ahalisini çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek herkesi bu alanda toplar, semayı inletecek bir coşkuyla, tekbirler ile namazlarını eda eder, hutbelerini irat ederlerdi. Açık havada, büyük bir coşku ve heyecan ile kılınan bayram namazı, sonraki zamanın hepsini müspet yönde etkiler, bayram o günün insanın hayatında hava boşluğu olan bir zaman dilimine dönüşmez; sevinç, coşku, heyecan hatta eğlence ile birlikte yine Allah’ı memnun etme fırsatına dönüşürdü. Bugün halen bir çok İslam ülkesinde devam eden bu uygulama, katılanların malumu olduğu üzere insan üzerinde çok olumlu tesirler uyandırmaktadır. İnşallah bizim topraklarımızda da unutulmuş olan bu sünnet dirilir de, bizde her bölgede tespit edilen musallalarda/namazgâhlarda bayram namazlarımızı eda eder, o coşkuyu yaşar ve bu güzelliği bizlerde yaşama imkânı buluruz.
Allah Resulü (s.a.v.) binleri aşan kalabalıkla namazı eda ettikten sonra orada bulunan cemaat ile bayramlaşmaya başlardı. O güzide topluluk bir yandan Efendimiz ile diğer yandan birbirleri ile musafaha yapar, samimiyet ve hiçbir beklenti içerisine girmeden günahlarının affına sebep olabilecek bir ihlâs ile bayramlarını tebrik ederlerdi.
Orada başlayan coşku evlere de dağılır; bugünün insanı gibi bayramları şehrin dışında piknik ve tatil beldelerinde geçirme yerine, imanın bir yükümlülüğü olarak sıla-i rahim ve sıla-i iman ziyaretlerinde bulunurlardı. Varsa küskünler barıştırılır, yetimler ziyaret edilerek başları okşanır, mahallenin fakir ve kimsesizlerinin gönülleri alınır, çocuklar hediyeler ve harçlıklarla sevindirilirdi. Elbette sevinç günleri olan bayramlarda ruhuna uygun bir şekilde ama itidali elden bırakmadan çeşitli eğlencelere de imkân tanınırdı. Mesela; Efendimiz (s.a.v.) Hz. Aişe’nin odasında def çalıp şarkılar söyleyen iki genç kızı susturmaya çalışan Hz. Ebubekir’i uyarıp; “Bırak Ey Ebubekir söylesinler! Bugün bizim bayramımız” demesi, bayram günlerinde sınırları belli eğlencelerin yapılmasının bir mahsuru olmadığını göstermektedir. Yine bir bayram günü Efendimiz’in Hz.Aişe’yi, insanları eğlendiren Habeşli oyuncuları bıkana kadar seyretmesine müsaade etmesinden biz bugünlerde eğlencenin yasaklanmadığını, bilakis izin verildiğini görüyoruz. Ancak böyle bir izin asla itidal sınırlarını aşmamalıdır. Bu noktada ramazan, bayram, mübarek gün ve geceler her ne varsa magazinleştirmeye alışmış bizlerin eğlence kültürlerini dinin hayat boyutu olan Sünnet ışığında yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Allah Resulü’nün (s.a.v.) özelde bayramlarında, genelde ise tüm hayatında müthiş bir coşku, heyecan ve itidal eksenli bir eğlenceye müsaade vardır. Ama hiçbir zaman bunlar bir festival ve karnaval havasını yansıtmıyordu. Şunu da unutmamak gerekiyor ki; Efendimiz’in (s.a.v.) bayram yaptığı zamanlar en azından kendisine iman edenler bugünkü gibi zelil değil, aziz durumdaydılar.
Acaba Allah Resulü (s.a.v.) bugün yaşasaydı nasıl bayram yapardı? Aslında O’nun (s.a.v.) hayatına biraz olsun vakıf olanlar, nasıl bir bayram yapacağını tahmin ediyorlardır. Nasıl mı? Her gün Bir-i Maune faciasını aratmayan hadiseler yaşayan İslam ümmeti, bu olayın arkasından Efendimiz’in (s.a.v.) nasıl bir hale girdiğine baksınlar. İnanın o günkü hali ne idiyse, bugünkü de aynısı olacaktır.
Ne diyelim; Rabbim bir buçuk milyarlık koca İslam ailesine bir daha Bir-i Mauneler yaşatmasın. Sadece yüzlerimizin değil, yüreklerimizin gülecekleri bayramları bizlere nasip etsin. Bayramımız mübarek olsun.
Bayram O Zaman Bayram Olur
Muhammed Emin YILDIRIM