Resûl-i Ekrem Efendimiz Ramazan ayını hasretle beklerdi. Üç aylara kavuşunca sevinir; Receb ayında -her zamankinden çok- oruç tutardı. Şa’bân ayının ise tamamına yakınını oruçla geçirir ve:
“Ramazan ayına hürmeten şaban ayında oruç tutmak daha faziletlidir.” buyururdu. Fakat ramazanı karşılamak maksadıyla bir iki gün öncesinden oruç tutmayı doğru bulmazdı. Yolunu gözlediği sevgiliye, ramazana kavuşunca, vuslatın verdiği haz ve neşeyle mübarek ayın feyzini coşkuyla anlatırdı. Şöyle buyururdu:
* “Ramazan gelince, cennet kapıları ardına kadar açılır; cehennem kapıları kapanır; şeytanlar zararsız hâle getirilir.”
* “Cennetin sekiz kapısı vardır. Bunlardan birinin adı Reyyân’dır. O kapıdan sadece oruçlular girecektir. Oruçluların sonuncusu da içeri girince Reyyân Kapısı kapanacak. Bu kapıdan girenlere bir içki ikrâm edilecek; onu içen bir daha susuzluk çekmeyecek.”
Sevgili Efendimiz bu cihâna bedel müjdeleri, orucun ihlâs ve samimiyetle tutulması için söylerdi. Cenâb-ı Mevlâ’nın yüce katına sunulacak bu kıymetli ibadetin, yüz ağartacak mükemmellikte olmasını isterdi.
Sahur Vakti, Seher Vakti
Sahur vaktine ayrı bir değer verirdi:
“Aman sahura kalkmayı ihmâl etmeyin; zira sahur yemeği mübarek bir gıdadır” derdi. Nitekim Mescid-i Nebevî’nin sofasında yatıp kalkan fakir sahabîlerden ve İslâm’a ilk giren bahtiyarlardan biri olan İrbâz ibni Sâriye’yi bir gece sahura çağırırken:
– “Mübarek gıdaya buyur!” demişti.
Bir başka zaman sahur yapmanın önemini şöyle anlatmıştı:
“Sahur yemeği bereketlidir. Yemezlik etmeyin. Bir yudum suyla bile olsa sahur yapın. Zira Allah Teâlâ ve melekleri sahur yapanlara rahmet yağdırır.”
Cihan Güneşi Efendimizin sahura neden bu kadar değer verdiği gayet açıktır. Zira sahur vakti, seher vaktidir. İlâhî rahmet ve bereketin sağanak sağanak yağdığı zamandır. Allah’a gönül verenlerin ibadet, dua ve zikirleriyle gergef gergef işlediği mübarek bir zaman dilimidir.
Müminler hiç değilse mübarek ramazan ayı boyunca bu kıymetli vakti değerlendirmeye çalışmalıdır. Gönül derinliklerinden kaynayıp gelen bir coşkuyla Cenâb-ı Hakk’a niyaz edenler gibi boyun büküp arz-ı hâl etmelidir; zira bu feyizli zamanda uyanık olmanın büyük bir manası vardır. Sahura kalkan mü’minler o mütevazi boyun büküşleriyle sanki şöyle derler:
“Rabbim! Çok şükür ben de seni bilen, seni seven, sana gönül verenlerden biriyim. Sana olan bağlılığımı arz etmek için uykumu bölüp kalktım. Yarın senin rızan için oruç tutacağım. Ne olur benden hoşnut ol, Allah’ım!”
İftar Zamanı
Yüce Mevtamız, kulunun kendine bağlılığını ve saygısını görmekten memnun olur. İftar vakti bu bağlılığın ve saygının en iyi gösterildiği bir zamandır. Bu sebeple Resûl-i Kibriyâ Efendimiz iftar vaktini titizlikle takip ederdi. İftar vakti girince “Rabbim, ben akşama kadar senin emrine uyarak aç kaldım. Şimdi de senin buyruğunu tutarak hemen orucumu bozuyorum.” dercesine süratle orucunu bozardı. İftar vakti girer girmez oruç bozmanın gerekli oluşuna, bir çocuk safiyetiyle oruç bozma telâşına girmenin Allah Teâlâ’yı memnun edeceğine işaret buyurur ve bunu, dinî hayatı canlı tutmanın bir belirtisi kabul ederdi. İftarı geç yapmanın bir nevi kayıtsızlık ve gevşeklik olduğuna işaret ederek şöyle buyururdu:
– “Bir an önce iftar etmek için gayret gösterdikleri müddetçe, ümmetim hayır ve bereketten ayrılmamış olur.”
Efendimizin sözünü ettiği bu hayır ve bereketin insanı ilâhî muhabbete erdirecek kadar geniş kapsamlı olduğunu bir hadis-i kutsiden öğrenmekteyiz. Cenâb-ı zü’l-Celâl buyuruyor ki:
– “Kullarım içinde en çok sevdiklerim, bir an önce iftar etmek için gayret gösterenlerdir.”
Demek oluyor ki, Yüce Allah’ın eşsiz sevgisine nail olmanın yolu, Hz. Peygamber’e uymak ve O’nun yaptıklarını yapmaktır. Bunun böyle olduğunu zaten Kur’ân-ı Kerim açıkça söylemiyor mu?
“Ey Muhammed! De ki:
Eğer siz Allah’ı gerçekten seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”
Resûlullah Efendimize tutunmadan, onu sevmeden ilâhî muhabbete ermenin mümkün olmayacağını şâir ne güzel söylemiş:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?
İftar sırasında yapılan duanın kabul edileceğini söyleyen Nebîyi Muhterem Efendimiz, iftara başlamadan önce dua ederdi. Dualarından biri şöyleydi:
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum. Senin verdiğin rızıkla orucumu açıyorum.” Sonra da varsa hurma ile yoksa su ile orucunu açar ve böyle yapılmasını tavsiye buyururdu.
Rabbim Bana Yedirir
Kainatın Efendisi, oruç tutmaktan öylesine derin bir haz duyardı ki, bu hazzı devam ettirmek ve açlığın verdiği manevi derinliği sürdürmek için birkaç gün aralıksız oruç tuttuğu olurdu. Ramazan ayının gecesini, gündüzünü hep ibadetle geçirmek isterdi. Onun bu hâline imrenen sahabîleri, savm-ı visâl denen bu orucu tutmaya kalkınca, Efendimiz onlara engel oldu.
– Kendin tutuyorsun da bize neden izin vermiyorsun? dediklerinde de:
– “Ben sizin gibi değilim. Rabbim bana yedirir, içirir” buyururdu.
Sevgili Peygamber’ine Allah Teâlâ’nın ne yedirip içirdiğini bilemiyoruz. Bu maddî bir gıda mıydı; yoksa Cenâb-ı Bârî’ye yakın olmanın verdiği manevi bir doyum hâli miydi, anlayamıyoruz. Ama şundan eminiz ki, Sevgili Peygamberimiz, ümmetine duyduğu aşırı muhabbet sebebiyle, açlığa dayanamayıp zayıf düşerler; belki bir müddet sonra usanıp vazgeçerler; dolayısıyla diğer ibadetleri gerektiği şekilde yapamazlar düşüncesiyle, aralıksız iki gün oruç tutmaya izin vermemişti.
Teravih
Ramazanla birlikte Resûl-i Kibriyâ’nın nafile namazlarında da bir artış görülürdü. Bunun en belirgin olanı, şüphesiz teravih namazıydı.
O saadet devrinde bir ramazan akşamıydı. Ramazan ayının çıkmasına da yedi gün kalmıştı. O güne kadar Nebiyi Hüdâ Efendimiz, yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine çekilirdi. Fakat o gece ilk defa teravih namazı kıldırdı. Teravih, gecenin üçte biri geçene kadar devam etti. Ertesi gün ağızdan ağza Peygamber Efendimizin teravih namazı kıldırdığı haberi yayıldı. Ama o akşam teravih namazı kıldırmadı. Bir sonraki gün yine bir teravih namazı kıldırdı. Namaz gece yarısına kadar devam etti. Bir sonraki gün yine kıldırmadı. Nihayet ramazanın çıkmasına üç gün kala, bütün gece devam eden bir teravih daha kıldırdı. Fakat teravih namazının farz olabileceğini düşünerek bir daha da kıldırmadı. Herkesin evinde kılmasını tavsiye buyurdu. Teravih namazlarının, camide cemaatle kılınması âdeti Hz. Ömer devrinde başlamıştır.
Kur’ân Tilâveti
Bu, ibadet, dua ve zikir ayında Efendimiz Kur’ân-ı Kerim’i daha çok okurdu. Zaten Cebrâil (as) ramazan ayı boyunca her gece Fahr-i Cihân Efendimizin yanına gelir, karşılıklı olarak birbirlerine Kur’ân okurlar ve böylece o güne kadar gelen âyetleri bir daha gözden geçirmek suretiyle kontrol ederlerdi. Her yıl bir defa yapılan bu karşılaştırma olayı, Habîb-i Ekrem’in son ramazanında iki defa yapılmıştı.
Ramazan boyunca Kur’ân-ı Kerim okumanın manevi dünyamıza bambaşka bir zenginlik getireceğine dikkatimizi çeken Gönüller Sultanı Efendimiz buyururlar ki:
“Ramazan’da tutulan oruç ile okunan Kur’ân-ı Kerim insana şefaat ederler. Oruç der ki:
– Rabbim! Ben bu kulunu bütün bir gün yemekten, maddî isteklerden alıkoydum. Bu kulun hakkında şefaatimi kabul eyle! Okunan Kur’ân-ı Kerim de:
– Ben bu kulunu geceleyin uyumaktan alıkoydum. Onun hakkında benim şefaatimi de kabul eyle!
Böylece her ikisi de o insana şefaat ederler”.
Onun dillere destan cömertliği, ramazanda coşup taşardı. Üç aylarda, “Hiç durmadan esen bir rüzgârdan daha cömert olurdu.”. Eline geçen imkânları derhal Müslümanlara dağıtır, kendinden ne istenirse hemen verir, yanında yoksa başkalarından temin ederdi. Hangi sadakanın daha makbul olduğunu soranlara “ramazanda dağıtılan sadaka” cevabını verirdi.
Veda Günlerine Doğru
Ramazana vedâ günleri yaklaşınca, Fahr-i Âlem Efendimizin ibadetlerinde bir artış görülürdü. Zira “bin aydan daha hayırlı” Kadir Gecesi’nin ramazanın son on gününde, özellikle 25, 27 ve 29. gecelerde bulunması ihtimali, onu bu geceyi kaçırmamaya sevk ederdi. Şöyle buyururdu:
“Her kim Kadir Gecesi’nde bu gecenin büyüklüğünü kabul ederek ve sevabını Allah’tan bekleyerek namaz kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır”.
Ramazanın son on gününde Resûl-i Ekrem (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Mescid-i Nebevî’de îtikâfa çekilirdi. “Rabbim, kapına geldim. Sen beni affetmedikçe, buradan bir yere gitmem.” anlamına gelen namaz, dua, zikirden ibaret bu yoğun ibadet esnasında, evine sadece zaruri ihtiyaçları için giderdi. Hatta bu günlerde Mescid-i Nebevî’ye bitişik olan evinin kapısından içeri mübarek başını uzatır, o güzelim saçlarını Hz. Âişe annemiz tarardı.
Sevgili Efendimizin ramazan hayatı özet olarak böyleydi.
Yüce Rabbimin bu feyizli zamanı, bu ele geçmez fırsatı değerlendirmeyi hepimize lûtfetmesi niyazıyla…