Müslim’in Fedail babında yaptığım bir araştırma için bazı hadisler arıyorum; birden gözüm Peygamber evinin hanımlarından biri olan Ümmü Seleme validemizden aktarılan bir rivayete takılıyor. O rivayeti okuyorum; elimden kalem düşüyor ve “Allah’ım! Bu nasıl bir şey böyle” deyip, dakikalarca sessiz sedasız bu olayı düşünüyorum. Efendimiz’in (s.a.v.) insanı hayran bırakan o muhteşem ahlakı geliyor aklıma; nasıl etkilemiş, nasıl dışarıda sadece O’nu (s.a.v.) mescidde, kürsüde yada ayda yılda bir gören insanları değil, her gün beraberce yaşadığı, aynı yastığı paylaştığı, maskelerin düştüğü, rollerin sona erdiği bir mekan olan evinde, O’nunla aynı atmosferi soluyan hanımlarının üzerinde böyle bir tesir bırakmış diye, hayran hayran o tabloları hayal edince; Muhammedün Resulullah demekten başka bir kelime bulamıyorum.
O, (s.a.v.) büyük gözükmeye çalışan küçüklerden değil, bizatihi büyük bir şahsiyettir. O, (s.a.v.) namım büyüsün diye insanların arasından çıkıp, az görünelim de değerimiz artsın gayretinde olan biri değil, insanların arasında ahlakı ile gönüller fetheden bir fatihtir. O (s.a.v.) “içerisi beni yakar, dışarısı eli yakar” sözünde olduğu gibi, evinde ki insanlara bile söz geçiremeyen biri değil, başta aynı yastığı paylaştığı hanımları olmak üzere, kendisi ile beraber yaşama şerefini elde etmiş tüm bahtiyarların sevgilerini kazanan bir maşuktur. Nasıl mı? Nasıl olduğuna dair kitaplarımızda yüzlerce örnek görmek mümkündür. Ama gelin Ümmü Seleme validemizin şu tavrını anlamaya çalışalım.
Müminlerin anneleri olan Peygamber hanımları Hücre-i Saadet denilen, Mescid-i Nebeviye bitişik 9 ayrı bölümden oluşan küçücük odalarda kalıyorlardı. Mescidin hemen yanı başında olduğu için, oradaki tüm olanları işitiyorlardı. İşte bu odalardan birinin sakini de Hicretin 4. yılında Uhud’da şehit düşen kocasının ardından böyle bir şerefe nail olan Ümmü Seleme validemizdir. Bu yüce annemiz bir gün odasında, bir hanıma saçlarını taratıyordu. O anda da, Allah Resulü (s.a.v.) minberine çıkmış insanlara bir şeyler anlatmak için; “Eyyühe’n Nas/ Ey İnsanlar!” diye bir giriş yapmıştı. Ümmü Seleme validemiz bu sesi işitir, işitmez tarağı çanağı bir tarafa bırakarak o hanıma; “Bırak, sonra tararsın” diyerek, ayağa fırlamış, başörtüsünü alarak Efendimiz’i daha iyi duyacak bir mekâna doğru koşmuştu. Hanım şaşırmış; “Ey Ümmü Seleme! Nedir bu halin? Efendimiz (s.a.v.) sana bir şey söylemiyor ki! Mescidde bulunanlara bir şeyler söyleyecek” demişti. Ümmü Seleme validemiz; “Hayır, O (s.a.v.); ‘Ey İnsanlar!’ dedi. Bende bir insan olduğuma göre bu sesi işitmem lazım” demiş ve can kulağı ile evininde, gönlününde sultanı olan Efendimiz’i (s.a.v.) dinlemeye başlamıştı.
Bir an bu tablonun içerisine dahil olalım; aynı yastığı paylaştığımız biri insanlara bir şeyler anlatıyor, kaçımız elimizdeki işi bırakırdaÜmmü Seleme hassasiyetinde konuşan o lisana kendimizi muhatap sayarız. Yoksa “zaten ben her gün bunları dinliyorum. Akşam eve gelince nasıl olsa sorar öğrenirim. Ne de olsa hep aynı şeylerden bahsediyor” gibi bildik laflar mı ederiz? Nasıl tavırlar sergileyeceğimiz bir tarafa, bu olayda Ümmü Seleme validemizin her türlü takdiri hak eden bu davranışına hayran olmamak mümkün değildir. Ama bu tabloda daha fazla hayran olacağımız nokta, herhalde Efendimiz’in (s.a.v.) hanımları üzerinde bıraktığı bu inanılmaz tesir olmalıdır.
Bu tesirin farklı bir çok boyutunu biz hanımlar aleminin sultanı olan Hz. Hatice validemizde de görüyoruz. 15 yıl nübüvvetten önce, 10 yıl nübüvvetten sonra, toplam 25 yıl aynı yastığı paylaşan istisnai bir hanım olarak Hz. Hatice’nin üzerinde, Efendimiz’in nasıl izler bıraktığı hepimizin malumudur. Hira’da vahyin ilk mesajlarına muhatap olan Efendimiz (s.a.v.) büyük bir şok yaşamış, kendini güçlükle mağaranın dışına atmıştı. Şimdi yüreğinde kopan fırtınaları dindirecek bir limana ihtiyacı vardı. Hira’nın aşağısında Efendimiz’i (s.a.v.) gidebileceği 4 liman bekliyordu. Yaşlı ve tecrübeli amca Ebu Talib’egidilebilinirdi. Geçmiş kitaplara ait bilgileri yanında bulunduran Varaka ibnNevfel’egidilebilinirdi. Aziz dost ve sırdaş Hz. Ebubekir’e gidilebilinirdi. Ama Efendimiz (s.a.v.) bu üç limanı geçmiş, asıl sükûnete ereceği Hatice validemizin şefkat dolu kanatları altına kendini atmıştı. Çünkü o gün için söylenebilecek en güzel sözü ancak Hatice validemiz söyleyebilirdi. O; zemmiluni, zemmiluni/beni örtün, beni örtün diyen efendisinin emrine icabet edip önce O’nun üzerini örtmüş, sonrasında; “Ey Muhammed! Tasalanma, mahzun olma. Allah seni asla mahcup etmeyecektir” diyerek, o hayran olduğu ahlakın özelliklerini bir bir saymıştı. Hatice validemiz o güne kadar 15 yıl aynı yastığı paylaştığı eşinin ahlakını çok iyi biliyordu. O lisandan çıkan her söze itimadı ve güveni sonsuzdu. Bunun içinde O’na ilk iman ederek, sultanlar sultanına koşan ilk sultan o oldu.
Şimdi Haticeler bekleyenler, şunu düşünmek zorundadırlar; Muhammedî ahlakı kuşanmayanlar, o yüce ahlakla dirilemeyenler böyle bir hakka sahip midirler? Elbette istisnaları vardır ve bizde istisnaları ayrı tutuyoruz, ama genel bir ifade ile konuşursak; bugün hallerinden şikâyetçi olanlar önce kendi nefislerine bakmak zorundadırlar. O halde ağlamak, sızlamak çözüm değil, çözüm o muhteşem ahlak ile donanmanın yollarını aramaktır.
Sonsöz ilahî kelamın: “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır/yakışır.” (Nur 24/26)
Muhammed Emin YILDIRIM