Bir evden ne çıkar ki? İşte bir evden ne çıktığının en büyük cevabı Darü’l-Erkam’dır. Allah Resulü’nün (sas) muallimliğinde kurulan bu medrese, 23 yıllık risalet davasını omuzlayacak, nüve/çekirdek kadronun oluşmasına zemin olmuş, burada yetişen tabir caiz ise bu tohum nesil, koca İslam ümmetinin kökü ve temeli olmuştur.
Bu evde yetişmiştir; Efendimiz’in (sas) sağının adamı olan Hz. Ebû Bekir… Varlığını ilk günden son güne kadar risalet davası uğruna vakfeden, sadakat timsali o abidevi şahsiyet… Allah Resulü’nün (sas) solunun adamı olan Hz. Ömer bu evde iman etmiş, bu evde Hatttab’ın oğlu olmaktan, Kur’an mektebinin oğlu olmaya adım atmış, Farûk lakabının sahibi olmuştur. Ümmetin Yusuf yüzlüsü ve Yusuf özlüsü Hz. Osman da bu evde pişmişti. Hayânın, edebin ve iffetin temsilcisi olarak hayâsız bir çağda yaşamak zorunda kalacak olanlara hep nasıl yaşanacağını gösterme adına… Hz. Ali bu evde yetişecekti. Risalet davasının abisi Ali, bu evde, yeri ve zamanı geldiğinde; “kalkmak için değil, ölmek için yatağıma yatacaksın” diye bir emir duyduğunda, “Lebbeyk Ya Resulullah!” deyip o emre icabet edecekti. Gün gelecek Bedir’in meydanına, gün gelecek Uhud’un eteklerine, gün gelecek Hendek’in çukurlarına, gün gelecek Hayber’in kalelerine hep “Lebbeyk” deyip atılacaktı. Bu evde yetişecekti, hanımlar âleminin sultanı olan Hz. Hatice validemiz… Bu evde yetişecekti; Yesrib’i Medine yapan, Kur’an öğretmeni Mus’ab b. Ümeyr… Bu evde yetişecekti; Habbab b. Eret, Ammar b. Yasir, Süheyb-i Rûmî ve daha niceleri… Bu evde yetişmişti; rıza makamını elde edip, kendileri Allah’tan razı, Allah’ın da onlardan razı olduğu o güzide topluluk. Bu evde yetişmişti ganimetin ya da madalyanın değil, ihlâsın ve aşkın kahramanları… Bu evde yetişmişti kolay ve ucuz zamanların değil, zor ve bedel isteyen zamanların yiğitleri…
Peki, bir daha evler Darü’l-Erkam gibi ol(a)maz mı? Bizler hep o saadetli çağın, saadetli insanlarının sadece kıyl-u kâllerini/dedikodularını mı yapacağız? Elbetteki hayır! Bizler çok iyi biliyoruz ki; Darü’l-Erkam, Efendimiz’in (sas) bize bir miras olarak bıraktığı nebevî bir tereke, yeniden tekrarı mümkün olan bir model ve örnektir. Aramızdaki tek fark 14 asırlık bir zaman dilimi ve coğrafyanın değişikliğidir. Bugün başta kendi evlerimiz olmak üzere, tüm İslami hizmet alanlarımız birer Darü’l-Erkam adaylarıdır. Bizlerin ellerine teslim edilen bu nimetleri, Darü’l-Erkam modeli ile çağın dili ve idrakini dikkate alarak yeniden yapılandırmak zorundayız. Çünkü Darü’l-Erkam ve bu destan evin sahibi olan Erkam b. Ebî’l-Erkam, bize en gür sedası ile seslenmekte ve “nasıl ideal İslam şahsiyeti olunur ve nasıl İslam şahsiyetleri yetiştirilir?” bunu öğretmektedir. O bize “gelin benim talebem olun” diye davetiye göndermektedir. Bu sahabîce davetiyenin altına küçücük bir not iliştirilmiştir. O notta denilmektedir ki: “Eğer benim talebem olmazsanız, eğer evlerinizi Darü’l-Erkam’lara, sofralarınızı Suffa’lara çevirmezseniz, unutmayın ki evleriniz Daru’n-Nedve olur. Ben Darü’l-Erkam olmayacağım demeniz ya da bu konuda gayret içerisinde olmamanız, aslında “ben Daru’n-Nedve oluyorum” demek anlamına gelecektir. Çünkü tabiat boşluk kaldırmaz, sizin boş bıraktığınız yeri birileri dolduracaktır. Eğer evleriniz Daru’n-Nedve olursa ne olur biliyor musunuz? Artık evlerinizde bereket adına hiçbir şey kalmaz, evlerinizde huzur namına hiçbir şey durmaz ve böyle evlerde iki cihan saadetini sağlayacak herhangi bir zeminde kalmaz.”
Bu uyarılar sizce çok yerinde ve isabetli değil mi? Bugün Darü’l-Erkam olma yolunda yürüyenlerle, hiçbir şey yapmayıp yatanların evlerine baktığınız zaman çok rahat bir şekilde bunları göreceksiniz. Peki, neden böyledir? Çünkü bu iki evin azıkları farklıdır, iki evin gündemleri farklıdır, iki evin dünyaları çok farklıdır. Farklı oldukları için de elbette ortaya çıkan sonuçlar da farklı olacaktır.
Darü’l-Erkam olmaya aday evlerin azıkları; Kur’an’dır, ilimdir, irfandır, hikmettir, seccadedir, gözyaşıdır, merhamettir, sevgidir… Bu ev inşa olmayı ve inşa etmeyi düşünür. Bu evin sakinleri boş işlerin değil, ulvi işlerin sevdalılarıdır. Bunun için bu evin sakinleri kavga etmeye dahi fırsatları olmayanlardır. Hal böyle olunca elbette ki, böyle bir evden bu çağın Mus’abları, Hamzaları, Alileri, Ebû Dücaneleri, Nesibeleri, Sümeyraları, Aişeleri yetişecektir.
Ya böyle olmazsa? O zaman o ev, adı ne olursa olsun Daru’n- Nedve olmaya adım atmıştır. Daru’n-Nedve olunca bu evin azıkları, gündemleri, dünyaları tamamen farklılaşacaktır. Eğer bir ev Daru’n-Nedve olmuşsa o evin azıkları; kavgadır, gürültüdür, tahammülsüzlüktür, kanaatsizliktir, dedikodudur, küfürdür, gıybettir, boş iş ve sevdalardır. Bu ev kendini boş işler uğruna imha ettiği gibi başkalarını da imha etmeyi düşünmeye başlamıştır. Bu evin öğretmeni artık insanın en büyük düşmanı olan şeytan olmuştur. Şeytan bu evin sakinlerinin dostu olmuş, onları daha da yoldan çıkarmanın yollarını bulmaya koyulmuştur.
O halde bizim başka alternatifimiz, başka bir yolumuz, başka bir çaremiz var mı? Ya evlerimiz Darü’l-Erkam olacak, orada yiğitler yetişecek, ya evlerimiz Daru’n-Nedve olacak Allah muhafaza etsin oradan adı Ahmet, Mehmet, Mustafa da olsa, Ebû Cehil ve Ebû Leheb zihniyetli, yada o zihniyetlere hizmet eden adamlar yetişecektir.
Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber’in (sas) talim ve terbiye sahasındaki çok önemli bir modeli olan Darü’l-Erkam örnekliği çok iyi öğrenilmeli ve bu çağa taşımanın usulüne dair ciddi gayretler ortaya konmalıdır. Bu nebevî örnekliğin doğru bir biçimde tespiti, bize özelde yetişkinlerin eğitimi olmak üzere, eğitim ve öğretimin her alanında nebevî bir modelin nasıl olması gerektiğini sunmaktadır. Ayrıca bu ilk eğitim modelinde vahyin insanı inşa sürecini görmek mümkündür. Çünkü Efendimiz (sas) Darü’l-Erkam’daki talebelerini vahyin rehberliğinde yetiştiriyor, semadan gelen mesajlar çerçevesinde nasıl bir eğitim süreci izleyeceğini belirliyordu. O halde bu süreci anlamak ve insan yetiştirmede nasıl bir yöntemin takip edileceğini çok iyi kavramak zorundayız.
Evlerimizi ve bulunduğumuz ortamları Darü’l-Erkam’a benzetebilmek için şu bilgilere dikkat etmeliyiz. Öncelikle şunu söyleyelim ki, bu evin o gün için tek bir eğitim ve öğretim kitabı vardı; bu da o ana kadar nazil olmuş ve halen üç-beş sureyi daha geçmemiş olan ve o günden sonra da nazil olmaya devam edecek olan Kur’an’ın ayetleriydi. O ana kadar inen ve özellikle ilk 6 yılda inecek olan ayetlerin muhtevasını dikkate aldığımızda Erkam’ın evindeki eğitimin bir şahsiyet eğitimi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu medreseyi oluşturan talebeler farklı cinslerden ve yaş gruplarından, farklı kabile ve aşiretlerden ve tabi ki farklı ekonomik seviyelerden oluşuyordu. Böyle olmasına rağmen bu talebeler Erkam’ın evinde aynı potaya giriyor ve nübüvvetin bu potasında, nasıl girerlerse girsinler elmaslaşmış insanlar olarak çıkıyorlardı. Bu medrese ve potanın muallimi olan Allah Resulü (sas) talebelerini çok ciddi bir şahsiyet eğitimine tabi tutuyor ve bu eğitimin seviyesini vahiyden aldığı ilham ile sürekli yükseltiyordu.
Eğitimde izlenilecek bu nokta çok önemlidir. Bugün din eğitimi ile uğraşan ister bireysel çabalarda, ister kurumsal faaliyetlerde olsun, en fazla ihmal edilen hususlardan biri talebeye hep aynı şeylerin, aynı usul ve üsluplarla öğretilmeye çalışılmasıdır. Böyle bir yöntem talebenin merak etme özelliğini yitirmesine, heyecan ve hevesinin kırılmasına yol açmaktadır.“Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” diye deyimleşen böyle bir mantık ile ne yazık ki istenen netice elde edilmediği gibi, sonrasında onarılmaz yaraların açılmasına da sebep olmaktadır. Ama Allah Resulü’nün (sas) oluşturduğu modelde böyle bir anlayış yoktur. Belki vahyin doğrudan muhatapları olmanın avantajı ile Erkam’ın evinin talebelerinde müthiş bir heyecan ve merak vardır. Oraya gelen her talebe; “Acaba bugün semadan üzerlerimize ne süzülüp gelecek? Acaba Rabbimiz bize bugün neler söyleyecek? Acaba Cibril hanemizi bugün hangi müjdelerle süsleyecek?” heyecanını taşıyarak büyük bir coşku ile Erkam’ın evine geliyorlardı. Hal böyle olunca da her gün yeni bir mesaj ve her gün yeni bir aksiyon kazanarak şahsiyetlerinin gelişimini sağlıyorlardı.
Erkam’ın evinin talebelerinin nasıl bu eve gelip gittikleri ve medreseyi nasıl kullandıkları da bize bazı hususları anlamamıza yardımcı olacaktır. Genelde bu ilk talebeler bu nebevî potaya sabahın erken saatlerinde geliyor, akşamın geç saatlerinde ise ayrılıp kendi evlerine gidiyorlardı. Yine bazı talebelerin bu büyük evde gecelediklerini de tahmin edebiliyoruz. Ama bilmemiz gereken bir husus var ki, genelde eğitim ve öğretim için kullanılan vakit sabahın erken saatleriyle başlayıp, akşam karanlığı ile biten bereketli bir zaman diliminde yapılmasıdır. Gece ise herkes kendi hanesinde Rabbi ile baş başa kalma, öğrenilen hakikatler üzerinde tefekkür etme, gece neşesi olan teheccütlerle; kıyamın, rükünün ve secdenin tadına varmak için ayırdıklarını, yani şahsiyet eğitimlerine bireysel olarak da devam ettiklerini biliyoruz.
Efendimiz’in (sas) Erkam’ın evinde eğitmeye başladığı bu altın nesle verdiği şahsiyet eğitiminin 3 mühim basamaktan oluştuğunu görmekteyiz. Bunlar: “Sağlam bir akidenin inşası, akılların eğitim ve tabi ki ruhların eğitimi” idi. Bugün bizlerde Siyer ve Hadis kitaplarına müracaat ederek, bu eğitimin muhteva ve usulüne dair bilgilere ulaşabilir, evlerimizi Darü’l-Erkamlara, muhabbetin en önemli alanı olan sofralarımızıda, Suffalara çevirebiliriz.
Son söz yine Sözün Sultanının: “Ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol, ya da onları sevenlerden ol; Ama sakın beşincisi olma. Yoksa helâk olursun.” (İmam Taberâni, Mu’cemü’s-Sağir, s.541)
Efendimiz’in (sas) bu sözünden ilham alarak diyoruz ki: “Ya Rabbi! Ya bizleri evlerini Hz. Erkam gibi risalet davasına adayanlardan eyle. Ya bizleri bu evlerde Sahabe hasbiliği ile ilim talep eden talebelerden eyle. Ya bizleri bu talebelere hizmet eden bahçıvanlardan eyle. Ama sakın ha bizleri yan gelip yatan, sağa sola laf atan, gelip geçene çelme takanlardan eyleme. (amin)”
Muhammed Emin Yıldırım