Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılmasının en büyük vesilelerinden biride hiç kuşkusuz ayetlerin iniş sebeplerini bilmek kadar, nüzul ortamını da bilmektir. Ayetlerin iniş üssü diyebileceğimiz nüzul ortamını incelemek; o günün insanın ait olduğu sosyal çevrenin her boyutu ile bilinmesini sağlayacak, bu bilindiği takdirde ise; vahyin ilk muhataplarının Kur’an’ı nasıl anladıkları yönünde selim veriler elde etmiş olacağız.
Kur’an’ı anlamak için onun önünde oturan biz modern muhataplar; onun bize ne dediğini (lafız-mana) anlamak zorunda olduğumuz gibi, ne demek istediğini de (maksat) kavramak zorundayız. İşte Kur’an’ın nüzul ortamı bize Allah’ın ne demek istediğini öğretecek en önemli imkânlardan biridir.
Böyle bir ön bilgi ile Bakara Sûresinin 189. ayetini okuyoruz: “Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki: ‘Onlar, haccın ve bazı işlerin vaktini gösteren ölçülerdir.’ Öte yandan erdemlilik onların zan ettiği gibi evlere arkalarından/bacalarından girmek değildir. Asıl erdemlilik Allah’a karşı istenilen düzeyde sorumluluk bilincini kuşanmaktır. O halde evlere kapılarından girin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki gerçek kurtuluşa erebilesiniz.”
Birçok önemli mesajı bizlere ulaştıran bu ayette, ilk bakışta sanki iki farklı konu iç içe girmiş gibidir. Ayetin sadece lafızları biranda zihnimizde; “ayın evreleri ile evlere kapılardan girin emrinin ne alakası olabilir ki?” dedirtebilir. Ama dikkatli bir okuyuş, yani ayetler üzerinde verilecek zihni bir çaba (tefekkür) iki farklı konu gibi gözüken meselenin aslında birbiri ile çok ilintili olduğunu bizlere öğretecektir. Şöyle ki; burada ayın evrelerinin ne olduğu sorusunun muhatabı bir peygamberdir. Bir peygambere sorulacak sorunun bu olmaması gerektiğini Kur’an muhataplarına öğretmek istemektedir. Bunun içinde sorunun aslî muhatabı olmadığı halde, onu köşeye sıkıştırmak, toplum nezdinde küçük düşürmek maksadı ile ona sorular sormak, evlere kapılardan değil, bacalardan girmektir. Hani bizde derler ya; “maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir” aynen bunun gibi; soru öğrenme maksadından ziyade, farklı bir mülahaza ile sorulmuştur ve Kur’an bunun yanlışlığını belirtme adına evlere bacalardan değil, kapılardan girilmenin yanlışlığına değinmiştir.
Aynı ayeti birde nüzul ortamını dikkate alarak anlamaya çalışırsak daha farklı ve önemli bilgilere ulaşırız. Bölge Araplarından Ahmesiler/Humusiler yani yerleşik olanlarının o dönemde dindarlık adına yaptıkları bir uygulama vardı. Bunlar özellikle Hac ve Umre dönüşlerinde evlerine kapılarından gireceklerine daha fazla sevap kazanma adına kendilerini sıkıntıya sokarak, ya evlere bacalarından yada arka taraflarından açtıkları deliklerden girerlerdi. Böyle yapmak ile Allah’a daha yakın olacaklarını zan eder ve bununla büyük bir erdem/iyilik kazandıklarını kabul ederlerdi. İnen ayet bu davranışın erdemlilik ve takva ile alakasının olmadığını onlara söyledi.
Şimdi ayetin nüzul ortamındaki bu bilginin ışığında, Kur’an’ın nazil olduğu ilk dönemde bir yanlış davranışı eleştirdiğini görmüş oluyor ve Allah’ın bu mesaj ile bize ne demek istediğini anlamaya çalışıyoruz. Anladıkça da vahyin evrensel mesajı karşısında yine hayran oluyor, 1500 sene önce inmesine rağmen sanki yeni nazil oluyormuş gibi capcanlı haykırışı karşısında teslim olmaktan başka çıkar yol bulamıyoruz.
Bu ayet bugünün insanına neler söyler?
Her soru her önüne gelene sorulmaz. Her sorunun içeriğine göre bir muhatabı olmalıdır.
Neyin iyilik ve erdemlilik olduğuna beşer değil; Allah karar verebilir.
Dindarlığın ve takvanın ölçüsü özünü kaybetmiş ve sadece şekilde kalmış şeyler değildir.
İbadet sahasının tek bir kanun koyucusu vardır; o da Allah’tır. Ancak O (c.c.) bu işin yöntem ve usulünü belirleyebilir.
Din binasına bacadan değil, kapıdan girilmelidir. Yani zaruri olanı tahsini olana, tahsini olanı, haciî olana değiştirmemelidir. Her taş yerinde ağırdır; o halde her taşı yerine koymalıdır.
Oluk oluk Müslüman kanının aktığı bir dönemde pirenin kanının peşine düşülmemelidir.
Zihinlerimizde oluşan yanlış bir istikbal anlayışı ile dünya hayatımızı imar etme adına, ebedi hayatımızı imha etmemelidir.
Geleneğin din dışı dayatmalarını, din gibi algılayıp; insanlara olmazsa olmaz gibi takdim etmemelidir.
Bu ayetin mesajları sadece bu kadar mı? Elbette ki değil; onun söyleyeceği daha çok söz var. Eğer bizler onun haykırışını daha iyi duymak istiyorsak, onu sahabe gibi kırâetünhayyetün yani canlı, diri ve yaşayan bir okuma tarzı ile okumak zorundayız.
Muhammed Emin YILDIRIM