Vefatının üzerinden 46 yıl geçse de, bu toprakların yetiştirdiği önemli bir alim olarak ÜstadBediüzzaman Said Nursi halen yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. O; çağı tanıyan İslam toplumlarının hastalıklarını çok güzel ve derinlemesine teşhis eden ve bu tespitlerini sadece kağıt üzerinde bırakmayıp, bizzat amele dönüştüren bir dava, bir mücadele,bir ilim adamıdır. Üstad Hazretleri hayatın her alanında örnek ve önder olma vasfı ile konuşup yazdıklarını hayatı ile yaşayan, sadece sözle değil, pratik hayatı ile de örnek olan müstesna şahsiyetlerden biridir.
O; hayatımın gayesi dediği milletin iman selametine öylesine aşıktır ki; Van kalesinde, ayağı kayıp, düştüğü sırada bile ölüme dair en küçük bir korkuya kapılmadan; “Eyvah!Davam” diye haykırmış, yoluna baş koyduğu işleri yapamadan gitmenin hüznü ile Erek Dağını bile kendisine hayran bırakmıştı. O’nun davası ilahi kelimetullah davası idi. Bu davaya öylesine bağlıydı ki; patlamaya hazır bir bomba olduğu eski Said döneminde de, yeni Said döneminde de bu aşkını hiç yitirmedi. O; yedisinde nasıl bir aşka sahip idiyse, yetmişinde de aynı coşku ve heyecana sahipti. O; etrafında cereyan eden imansızlık olaylarına karşı öylesine duyarlıydı ki; bu toprakların imansızlaştırma projelerine karşı varlığını feda etmiş, hatta değil dünyasını, ahiretini bile bu yolda kurban etmişti. Bu işin ne kadar ehemmiyetli olduğunun bilincinde talebelerine; “Bana sadece dünyasını feda etmiş adamlar değil, dünyasının yanında ahiretini de feda etmiş adamlar lazım” diyordu.
Üstad Hazretleri İslam ümmeti için çok önemli olan bu toprakların imandan koparılmaması için elinden gelen tüm gayretleri seferber ediyordu. O; imansızlık tohumlarının, bu bereketli topraklarda tutmaması için, bu zehirli tohumların ekilen yerlerlerine, iman panzehirlerini gönderiyordu. Üstad; bu imandan koparma projesini büyük bir yangın olarak nitelendiriyor ve kendisinin o yangını söndürme ile vazifeli olduğunu her fırsatta dile getiriyordu.
“Bana ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’diyorlar. Farkında değilim;karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor,içinde evladım yanıyor,imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de,ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..”
Bediüzzaman Hazretleri işte etrafında planlanan imansızlık hareketlerine böyle ilgiliydi. O; bu işi en önemli görev olarak benimsemiş, bir ömür de bu uğurda çaba harcamıştır. Onun nasıl bir gaye ve amaç doğrultusunda yaşadığını bize en güzel şu sözü verir: “Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında veyahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı…”
Üstad Hazretlerinin böyle bir hayat düşüncesi ve hayatı vardı. O; bir mücadele ve aksiyon adamı idi. Üstad’ı değerli kılan en önemli husus da bu kadar eza ve cefa ile, bu kadar mücadele ve çaba ile geçen hayatına rağmen Rabbi ile olan bağlarının canlı tutulması ve ibadetlerine gösterdiği titizliğiydi. Üstad; yirminci yüzyılda yaşamasına rağmen hep bir sahabî şuuru ile yaşamıştır. O; “Ruhbanu’lleyl, fursanü’nnehar” sırrını hayatının eksenine yerleştirmiştir. Yani gecelerin abidi/ruhbanı, gündüzlerin ise mücahidi/mücadelecisi olmuştur. Yakın talebelerinin şahitliği ile öğreniyoruz ki; Üstad bir ömür boyu zikrini, tesbihatını, gece ibadetini ihmal etmemiştir. En zorlu dönemlerinde bile kendine adet üzere yaptığı üç ciltlik Mecmuatü’lAhzab kitabını on beş günde bir okumaya devam etmiştir. Yine yanında bulunan ve bazen metrelere varan isim listelerinde yazılı isimlere tek tek dua ettiğini öğreniyoruz. Onun hayatında seccadenin ne kadar değerli olduğunu, onsuz hiçbir şeyin olmayacağına şahit oluyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri her alanda örnek olduğu gibi, bu alanda da bizlere en güzel bir şekilde örneklik yapmaktadır. Bugün dava adamıyım deyip de, yolunda mücadele ettiği Rabbine karşı en temel mükellefiyetlerini bile yerine getirmeyen insanların onun hayatından alacakları çok dersler vardır.
Onu anlama yolunda en önemli bir alanda hiç şüphesiz bize bıraktığı ve bir kültür hazinesi olan Risale-i Nur’dur. Bu önemli miras hakkında da birkaç tespit yapmak istiyordum ki; sütunun sonuna gelmişim. İsterseniz bu önemli konuyu da gelecek yazıya bırakalım.
Muhammed Emin YILDIRIM