Örneklik Medresemiz, ikinci dönemi ile devam ediyor Elhamdülillah…
Bu ikinci dönemin ilk dersinde; benim medresede yapacağım 5. dersimize eriştik; bu dersteki konumuzda 5. Raşid halife olan, Hz. Hasan olacak…
“Her Peygamber’in nesli kendindendir, benim neslim ise Fâtıma’dandır.”[ Taberânî, el-Mü‘cemü’l-Kebîr, 2630]
Hasan veya Hüseyin demek, Evlad-ı Ali demektir; Evlad-ı Fâtıma demektir ama aynı zamanda Nesl-i Muhammedî (sas) demektir. Ne demişti Efendimiz? “Benim dünyadaki nasiplerim.” [İbn Manzûr, Muhtasaru Tarihi Dımaşk, VII, 8] demiş, Hasan ile Hüseyin’i bağrına basmış, öpmüş, koklamış, kendi kokusunu onların üzerinden diğer nesillere ulaştırmıştı.
“Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!”[ Buhârî, “Fezâilü’s-Sahâbe”, 22; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe,” 59.]
Tam burada söylenir değil mi o cümle? Nasıl sevmem senin sevdiklerini yâ Resûlullah?
“Cennet gençlerinin efendileri”[ Tirmizî, “Menâkıb”, 30.]
Efendimiz (sas) dedi ki: “Ey Ümmü’l-Fadl! Sen hayır görmüşsün. İnşallah yakın bir zamanda Fâtıma’nın bir çocuğu olacak. O çocuğa sütannesi sen olacaksın. Kusem’in sütünden ona da vereceksin!” [İbn Sa‘d, Tabakât, X, 301; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 339.]
Doğumu: Bir Ramazan ayıydı. 15 Ramazan’dı. Hicret’in 3. yılı milâdî olarak da 1 Mart 625’ti.
Efendimiz (sas) bebeği kucağına, öyle bir sevindi, öyle bir sevindi ki… Sonra Ali’ye döndü ve dedi ki: “Ali ne koyacaksın ismini?” Hz. Ali cevapladı: “Yâ Resûlullah! Eğer müsaade edersen adını Harb koyacağım.” Ali’nin tabiatına uygun bir isim Harb. Efendimiz (sas) “Ey Ali! Böyle güzel bir çocuğa Harb ismi konur mu? Benim oğlumun adı Hasan olsun.”[ Hâkim, el-Müstedrek, III, 374; İbn Sa‘d, Tabakât, VI, 357] dedi.
Efendimiz (sas) bir gün şöyle dedi: “Ben oğullarıma Harun peygamberin çocuklarına koyduğu isimler gibi isimler verdim. Onun oğullarının isimleri Şebber, Şebiyr ve Müşebbir idi. Benim oğullarımın isimleri ise Hasan, Hüseyin ve Muhassin’dir.” [Hâkim, el-Müstedrek, III, 374; İbn Sa‘d, Tabakât, VI, 357.]
Hz. Ali’nin Fâtıma validemizden sonra sekiz kez evlendi. Bu sekiz evliliğinden 11 erkek, 15 kız toplam 26 çocuğu oldu. Erkek çocuklarının içerisinde Muhammed vardır, Cafer vardır, Abdullah vardır, Ebû Bekir vardır, Ömer vardır, Osman vardır, Yahya vardır, Ubeydullah vardır ama Harb yoktur. Neden Hz. Ali daha sonra Harb ismini koymamıştır? O da Ali’nin âliliği, yani yüceliğidir. Diyor ki: “Efendimiz’in (sas) sevmediği bir ismi ben de sevmem, onun koymadığı bir ismi ben de koymam!”
“Allah’ım! Ben onları seviyorum, senin de onları sevmeni ve onları sevenleri de sevmeni niyaz ediyorum!”[Buhârî, “Libâs”, 60; Müslim, “Fezâilü’Sahâbe”, 57]
Güreş tutuyorlar Hasan ile Hüseyin. Efendimiz (sas) iki de bir “Hadi Hasan göreyim seni, Hadi Hasan şöyle yap, böyle yap!” diyor. Fâtıma annemiz dayanamıyor diyor ki “Babacığım! Hüseyin küçüktür, onu tutmanız gerekmez mi?” Efendimiz (sas) cevap veriyor: “Onu da Cibril tutuyor, ona da Cibril destek veriyor.”[Zehebî, Siyeru â’lâmi’n-Nübelâ, III, 282,283; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 379.]
“Bunlar benim reyhanlarım, çiçeklerim, güllerimdir. Ben onları seviyorum, sizde onları sevin!”[ Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 288; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 379.]
Ebû Eyyüp el-Ensârî bir gün Efendimiz’in (sas) iki torununu sırtına alıp evde dolaştırdığına şahit olmuştu. Manzarayı hayal edin: Efendimiz (sas) dizleri üzerinde, iki torunu ise arka arkaya onun mübarek sırtında, onları gezdiriyor; çocuklar da bu işten gayet memnun, gülüp eğleniyorlar. O anda Ebû Eyyüp el-Ensârî bu manzarayı görünce çocuklara hitaben ne güzel bineğiniz var diyor. Efendimiz (sas): “Biniciler de güzel, biniciler de…” diyor.[el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl, XIII, 650.]
Efendimiz (sas) hutbedeydi. Onların o hallerine dayanamadı, sözünü yarım bıraktı, indi aşağıya, sevdi, öptü sonra bir daha çıktı minberine ve dedi ki: “Allah (cc) kitabında ne kadar doğru buyurmuş: ‘Mallarınız ve evlatlarınız sizin için hiç şüphe yok ki birer fitnedir (yani birer imtihan vesilesidir)’[Enfâl, 8/28; Teğâbûn, 64/15.]… Onlara olan sevgim beni, sizin huzurunuzdan aşağıya indirdi…”[Buhârî, “Fiten”, 20; Tirmizî, “Menâkıb”, 30]
Hz. Hasan’ın en bariz özelliği fedakârlığı idi.
O, başkaları rahat etsin diye rahatından vazgeçen bir mü’mindi.
Kardeşi mutlu olsun diye elinden gelen her ne varsa onu ortaya koyan bir abiydi.
Babası razı olsun diye birçok cefaya katlanan bir evlattı.
Ailesi huzurlu olsun diye koca bir aileye kanat geren bir aile büyüğü idi.
Ümmet selâmete erişsin diye yüzde yüz hakkı olan hilafetten el çeken bir vahdet kahramanı idi.
Fedakârlıklarına Örnekler
Hz. Hasan’ın en mühim vasıflarından biri de cömertliği ve yardımseverliğidir. (Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 216)
İki defa malının tamamını, üç defa da yarısını Allah yolunda sarf edip tasadduk ettiği rivâyet edilir. (İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 1208)
25 defa yürüyerek hacca gitmiştir.
İbadetlerinde inanılmaz bir duruşu vardı. Abdeste, namazda, ihramda, telbiye de…
Hz. Hasan (ra), abdest alıp bitirdiğinde rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulduğunda ise şöyle buyururdu: “Yüce Arş’ın Sâhibi’nin huzûruna girmek isteyen kişinin hakkı, renkten renge girmektir.” (İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a’yân, II, 69)
Mezîd bin Havşeb şöyle der: “Hasan bin Ali ve Ömer bin Abdülaziz’den daha fazla korkan bir insan görmedim. Sanki Cehennem ikisinden başkası için yaratılmamıştı!” (İbn Sa’d, Tabakât, V, 398)
Ona ilk biat eden de Hz. Ali’nin gözde komutanlarından meşhur sahâbî Sa‘d b. Ubâde’nin oğlu Kays b. Sa‘d oldu. Biat ederken “Allah’ın kitabına, Resûlün sünnetine ve isyan edenlere karşı savaş etmenin gerekliliğine” diye bir cümle kullandı. Hz. Hasan biat için “Allah’ın kitabı ve Resûl’ün sünneti” ifadesinin yeterli olduğunu söyledi.
Hz. Hasan dedi ki: “Bundan böyle benim savaştıklarım ile savaşacak, barıştıklarım ile barışacaksınız!”[ İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 402.]
Hz. Hasan, Medâin’e dönerek hilâfeti Muâviye b. Ebî Süfyân’ya teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir’e bildirmek zorunda kaldı. İleri sürdüğü şartlar şunlardı:
1. İntikam için Iraklılar’dan hiç kimse tutuklanmayacaktır.
2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır.
3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecek, kimseye bu manada hesap sorulmayacaktır.
4. Ahvâz’ın[Basra’nın yaklaşık 120 km. kuzeydoğusunda, şu anda İran sınırları içerisinde bulunan tarihi bir şehirdir.] haracı yıllık olarak kendisine (Hz. Hasan’a) ödenecektir.
5. Kardeşi Hüseyin’e 2 milyon dirhem verilecektir.
6. Hâşimoğulları’na da Abdüşemsoğulları’na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır.
7. Hutbelerde, sokaklarda Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e seb’edilmesi/kötü söz söylenmesi yasaklanacaktır.
8. Muâviye’nin vefatının ardından hilafet Hz. Hasan’a, eğer o günler Hasan vefat etmişse Hz. Hüseyin’e tevdi edilecektir. [İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 405; Mes’ûdî, Mürücü’z-Zeheb, II, 480; Dineverî, el-Ahbârü’t-Tıvâl, s. 221, 222.]
İbn Hacer el-Heytemî’ye (v.974/1567)) göre bu son madde şu şekildedir: “Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra Müslümanların şûrası ile tespit edilecektir.”[el-Heytemî, eş-Şavâ’iku’l-Muhrika, 136.]
O günler tarihler, hicrî olarak Cemâziyelevvel 41, milâdî olarak Eylül 661’i gösteriyordu. İslâm tarihinde hicretin 41. yılına yapılan bu antlaşmadan dolayı “âmü’l-cemâa/birlik yılı” denilmiştir.[ İbn Abdirabbih, el-Ikdü’I-Ferid, V, 109-111; Halife b. Hayyât, et-Târih, s. 203;]
“Hiç şüphe yok ki benim bu oğlum bir seyittir. Umulur ki Allah onun sayesinde iki büyük mü’min grubunu barıştıracaktır.”[ Buhârî, “Fiten”, 20, Sulh, 9; Ebû Dâvûd, “Sünne”, 12.]
“Bu benim evladım Hasan, o seyyiddir. Allah (cc) onunla iki büyük cemaatı birbiriyle sulh ettirecek/ barıştıracaktır.”[Darimi, “Sünne”, 12; Tirmizî, “Menâkıb”, 25]
“Benden sonra hilafet otuz yıl sürer, sonra krallık yani saltanat başlar!”[Ebû Dâvûd, “Sünne”, 8; Tirmizî, “Fiten”, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 272.]
Yolda onu görenlerin bazıları “Antlaşma yaparak Müslümanların başını yere eğen imam bu mu?” diyordu. Onun bu kınayıcılara söylediği bir söz var ki o sözü hiçbir zaman unutmamalı ve hayatımızın birçok alanında kendimize o sözü ilke etmeliyiz. Ne diyordu kınayıcılar? “Sen Muâviye ile antlaşma yaparak çok utanılacak bir iş yaptın?” Hz. Hasan buna nasıl cevap veriyordu: “El-Âr, hayrun mine’n-nâr/ Utanmak ateşten daha hayırlıdır!”[ İbn Hacer, el-İsâbe, I, 376; İbn Abdilberr, el-İstiâb, I, 438.]
“Ey Allah Resûlü’nün evladı! Malım senindir, ne olur gel istediğin fiyata o malı ya satın al ya da o malı sana hediye edeyim!” Ne demiştir Hz. Hasan bu söze? Dedesinin torunu, Ali’nin oğlu o! “Ben asla dedemin adını ticarette kullanmam, şu andan sonra da senin malını da almam!”
Sözleri
Hz. Hasan (ra) umûmî bey’at öncesinde halka yaptığı konuşmada Allah’a hamd ve senâdan sonra şöyle buyurmuştur: “Herkes için gelecek yakındır. İnsanlar hoş görmese de Allah’ın takdiri mutlak gerçekleşecektir. Vallahi Muhammed ümmetinin bir damla kanının akması bana sevimli gelmez. Bana neyin fayda ve neyin zarar vereceğini biliyorum. Bana tâbî olunuz!”
“Ey Kûfeliler, bizim hakkımızda Allah’tan korkun, bizler sizlerin emirleriniz ve misafirleriniziz. Ve biz Allah’ın hakkımızda “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü pisliği giderip sizi tertemiz kılmak ister” buyurduğu Ehl-i Beytiz.”
Ravî burada: “O güne kadar bu kadar çok insanın ağladığını görmedim!” demiştir. (İbn Sa’d, Tabakât, VI, 380)
Hz. Hasan (ra) bir gün etrafındakilere şöyle buyurmuştur: “Size insanlar arasında gözüme en büyük görünen bir kardeşimi haber vereceğim. Onun gözümde büyümesinin temel sebebi, dünyanın onun gözünde küçük görünmesidir. O, kendi karnının hâkimiyetini hiçe saymıştır. Bulamadığı şeyi arzulamaz, bulduğu zaman da daha çok bulmak istemez. Cinsî arzularının peşinde koşmaz. Aklını ve görüşünü hafife almaz, cahilliğinin hâkimiyeti dışına çıkmıştır. Bir şeyden mutlak fayda sağlayacağına inanmazsa, elini o şeye uzatmaz. Attığı adımı da mutlaka iyilik yapmak için atar. Öfkelenmez, kimseye kızmaz. Âlimlerle bir araya geldiğinde konuşmaktan çok dinlemeyi tercih eder. Konuşmasına mânî olunursa da susmasına mânî olunamaz. Zamanının çoğunu sükût ile geçirir. Konuştuğu zaman konuşmacılara aldırış etmez. Onları kendi haline bırakır. Davaya ortak olmaz, karşılıklı bahiste bulunmaz. Tartışmaya girmez, başkalarına karşı hüccet ileri sürmez. Ancak yapmadığını söyleyen, söylemediğini yapan bir kadıyı gördüğü zaman onunla tartışır. Bunu da faziletinden dolayı yapar. Kardeşlerini unutmaz. Her hangi bir şeyde kendini onlara tercih etmez. Bir kimseye ayıplanacak bir hususta ikramda bulunmaz. İki şeyle karşılaştığında hakka en yakın olanına bakar. Hevesine en yakın olanına ise muhalefet eder.” [İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 1210, 1211]
Hz. Hasan (ra), Ehl-i Beyt hakkında aşırı giden ğuluv ehli birine şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Bizi Allah için sevin! Eğer Allah Teâlâ’ya itaat edersek bizi sevin, isyân edersek bize buğzedin!”
Adam da ona: “Ama siz Rasûlullah’ın akrabaları ve ehl-i beytisiniz!” dedi.
Hz. Hasan (ra) ona şu cevâbı verdi: “Yazıklar olsun sana! Eğer Allah Teâlâ, kendisine tâatte bulunmadan sırf Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e yakınlığı sebebiyle birisini azaptan koruyacak olsaydı, bu, anne ve baba olarak bizden daha yakın olan kimselere fayda verirdi! (Amcası Ebû Leheb gibi). Vallâhi ben, bizden günah işleyenlere azâbın iki kat verilmesinden korkuyorum. Aynı şekilde iyilik edenlere de ecrin iki kat verilmesini ümid ediyorum. Yazıklar olsun size, Allah’tan korkun! Bizim hakkımızda hak sözü söyleyin! Bu, sizi, istediğiniz şeye daha kolay ulaştırır. Biz de sizin hakkı söylemenizden râzı oluruz.”
Hz. Hasan sözlerine şöyle devam etti: “Bu sizin iddialarınız, Allah’ın dîninden ise ve bunları bize öğretmemiş, bizi onlara teşvik etmemişlerse o zaman babalarımız bize çok büyük kötülük yapmışlar demektir.”
Râfizî olan adam: “Rasûlullah (sas) Hz. Ali için ‘Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur.’ buyurmuyor mu?” dedi. Hasan (ra): “Evet, ama dikkat et! Eğer bu sözleriyle idareciliği ve saltanatı kastetmiş olsalardı bunu mutlaka açıkça ifade ederlerdi. Tıpkı namazı, zekâtı, Ramazan orucunu ve haccı açıkça beyân ettikleri gibi! Mutlaka: ‘Ey insanlar! Bu, benden sonra sizin velinizdir!’ buyururlardı. Zîrâ insanların iyiliğini en çok düşünen kişi, Rasûlullah (sas) Efendimiz’dir. Vaziyet sizin iddia ettiğiniz gibi olsaydı, yani Allah ve Rasûlü, idare için, Nebiyy-i Ekrem (sas) Efendimiz’den sonra bu vazifeyi yerine getirmek üzere Hz. Ali’yi seçmiş olsalardı, şu anda o bu hususta en büyük hatâyı yapmış, en büyük cürmü işlemiş olurdu. Çünkü şu hâliyle Rasûlullah (sas)’in yapmasını emrettiği şeyi O’nun emrettiği şekilde yapmamış ve in- 108 sanlara da bu hususta geçerli bir mâzeret beyan edememiş olurdu!” (İbn Sa’d, Tabakât, V, 319; İbn-i Asâkir, XIII, 70; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, VI, 86-87)
Hz. Muaviye, bir gün Medine halkından bir kişiye Hz. Hasan’ın ne durumda olduğunu sordu. O da şöyle anlattı: “Ey mü’minlerin emiri! Hasan (ra), sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar Mescid’de kalır. Mescid’de bulunan ne kadar şerefli, saygıdeğer insan varsa onun yanına gelir ve güneş yükselinceye kadar sohbet eder, konuşurlar. Güneş yükselince iki rekât namaz kılar, ardından mü’minlerin annelerinin yanlarına uğrar ve onlara selam verir, hal hatırlarını sorar. Onlar da ona yanlarında bulunan yiyeceklerden ikram ederler. İşte Hasan bin Ali’nin günleri böyle geçer.”
Bunları dinleyen Muaviye teessürle: “Biz onun gibi olamadık!” dedi. (İbn-i Manzûr, Muhtasaru Tarîhi Dımeşk, VII, 23)