Fıkıh medeniyetimizi diğer tüm medeniyetlerden ayıran en önemli özellik; düşünce,akıl, mantık ve muhakeme yörüngesi ile, korkmadan; her farklı düşünce ve fikre kapılarını açarak bunların karşısında varlığını istikamet üzere temsil edebilmesidir. Unutmayalım ki; Hz. Peygamber; Mekke’de bu medeniyete insanları davet etmeye başladığı zamanlarda, dünya Roma ve Sasani medeniyetlerinin hakimiyeti altındaydı. Böyle bir dönemde ortaya çıkan Fıkıh medeniyetimiz;her zaman zirvelerde yer almış, ne Yunan ve Grek’in felsefe medeniyetinin, ne Babil ve Harran’ın irfan medeniyetinin, ne de Mısır’ın firavun medeniyetinin karşısında aciz kalmamış, onların düşüncelerini benimseyip, potaların da erimemiştir. Bilakis o coğrafyaların bir çoğuna da hakim olarak, irade ve kudretini hepsine ispat etmiştir.
Bu noktada isterseniz şöyle bir soru soralım: Bizlerin de içerisinde bulunmakla iftihar ettiğimiz bu yüce medeniyetin en bariz özelliği nedir? Bu sorunun cevabı aslında bizzat medeniyetimize isim olan Fıkıh kavramında saklıdır. Bu Kur’anî kavramın burada genişçe tahlilini yapmak zordur, ama bir cümleyle özetlemek istersek;“meseleyikavrama,sözü doğru anlamadır” diyebiliriz. Demek ki; bu medeniyetin en bariz özelliği kimden gelirse gelsin, söyleyenin kimliğine takılmadan; doğru sözleri, doğru bir şekilde anlayıp, kavramak ve ortaya çıkan güzelliğe tabi olmaktır. (39/18)
İşte bizler Fıkıh medeniyetinin temsil kabiliyeti olan müntesipleri olabilirsek, nerede olursa olsun, hangi düşünce ve fikrin karşısında olursa olsun iletişimden korkmadan güzellikleri alıp, yanlış ve kötülükleri sahibine bırakarak her an düşünce dünyamızı zenginleştirebilir, gelişen olay ve sorunlara karşı çözümler üretebiliriz. Bunun için bazı alimler Fıkhı şöyle de tarif etmişlerdir: “Değişmez değerler olan Kur’an ve Sünneti, değişen zamana göre yeniden uyarlayabilmektir.” Burada ki uyarlamak ifadesi çağın insanın akıl, zihin ve idrakine uygun bir din dili oluşturmak anlamındadır. Yoksa dinin temel meselelerini yozlaştırmak, birilerinin yapmaya çalıştığı gibi dinde reform yapmak değildir.
Bugün Müslümanlar olarak bizler elimizin altındaki bu büyük sermayenin halen tam anlamı ile farkında değiliz. Ne yazık ki İslam’ın düşmanları, onun dostlarından daha fazla bu büyük potansiyelin bilincindedirler. Ama geçtiğimiz iki hafta zarfında İstanbul’da yapılan iki büyük toplantıda konuşulanlar yüreklerimizde ümit tohumlarını yeşertecek düzeydeydi.
Bu toplantıların ilki Avrupa Fetva ve Araştırmalar Komisyonu’nun 16. dönem toplantısı idi. Merkezi İrlanda’da olan bu komisyon son iki toplantısını İstanbul’da yaparak, bizlerinde istifade etmesine imkan sağlamışlardır. Bu toplantının başlığı Din ve Siyaset’ti. Konseyin başkanlığını yapan değerli alim Yusuf el- Karadavî, bu başlıkta geniş bir tebliğ sunarak, Müslümanların çağdaş siyasi fıkıhlarının nasıl olması gerektiği konusunda çok önemli bilgilere dikkat çekti. Dr. Yusuf el-Karadavî’nin dışında da birçok alim, tebliğlerini sundular,görüşlerini dile getirdiler. Bu konuşulanların hepsi önemliydi, ama özellikle Dr. Salah Sultan’ın Müslümanlara siyasi fıkhı öğretecek ve bu alanda rehberlik edecek bir merkezin kurulması teklifi gerçekten dikkate değerdi.
İkinci toplantı ise; TGTV’nin ev sahipliğinde yapılan Uluslararası Müslüman Alimler Birliği’nin 400’e yakın alim ve düşünürün katılımı ile yaptığı toplantı idi. Bu güzel toplantıya başka programlarımız nedeni ile katılamadık ama takip edebildiğimiz kadarı ile büyük bir coşku ve heyecan içerinde geçmiş olmasıdır. Bu toplantı dünyanın dört bir yanından gelen ilim ve fikir adamlarının katılımı, ayrıca şu an İslam coğrafyalarının acil yardım bekleyen meselelerini konuşmaları bakımından çok anlamlıdır. İlk kez böyle bir organizasyonun olması ümmetin birliği sevdasında olan tüm gönülleri sevindirmiş, daha hayırlı ve köklü hizmetlerin yapılabileceği yönünde ki ümitlerimizi artırmıştır.
Muhammed Emin YILDIRIM