7 Ekim’de el-Kassam birlikleri, Filistin’deki daha özelde Gazze’deki ölümcül ambargoyu aşmak ve işgal altındaki 106 yıllık Mescid-i Aksa yaramızı tekrar gündeme getirmek içinbüyük bir operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyon Batı’nın teknoloji temelli kadir-i mutlak anlayışını ve İsrail’in büyük kibrini alabildiğine parçaladı. Peşinden ABD’nin ve Avrupa’daki sömürgeci devletlerin teşvik ve desteği ile siyonist İsrail, Gazze’de ve kısmen de Batı Şeria’da katliamlara başladı.
Ayrıca 7 Ekim operasyonu ve sonraki gelişmeler dünyadaki vicdan sahibi insanların da Müslümanların da uyanışına ve “küresel intifada” arzularını dillendirmelerine vesile oldu.
75 yıllık süreçte olduğu gibi bugün de İsrail’in Gazze’deki katliamlarına ses çıkarmayan ve destekleyen Batılı egemenlerin tutumu şunu gösteriyor: İşgalci İsrail’in, Filistin halkına uyguladığı zulüm, tehcir ve katliamlar bölgesel değil küresel bir meseledir. Bu nedenle de önce İslâmî çerçevede İhvan-ı Müslimin’e bağlı “Nizamü’l-Has” adlı silahlı direniş örgütü ve rahmetli İzzeddin el-Kassam liderliğinde yükselen Filistin direnişinin öncülerini; sonra da işgalci mandacılara ve yerleşimci Siyonistlere karşı Arap milliyetçiliği ve vicdanî adalet arayışı çizgisindeki mücadele öncülerini değerlendirmek istiyoruz.
Ama ilkin muharref Tevrat’ı, onun dinî rivayetlerle yorumu olan Mişna ve Talmud kültürünü istismar ederek dinî olanı ulusa ve ırk kurgusuna çevirmeye çalışan ve bir Batılılaşma hareketi olan Siyonizm’in (Smith, 1982: 239) Filistin topraklarında İslam dünyasına karşı nasıl kullanıldığı üzerinde durmalıyız.
Filistin’in işgal süreci
Siyonistler, 20. yüzyılın başında başta İngiltere olmak üzere Rusya’sından Amerika’sına kadar bütün emperyalist güçlerce desteklenmişti. 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lloyd George Bolfour’un “Bolfour Deklarasyonu” ile, İngilizler tarafından Osmanlıdan işgal edilen Filistin topraklarında, Batılı paradigmaya göre şekillenmiş laik Siyonistlerin öncülüğünde bir İsrail devletinin kurulmasını ön görmüştü.
1917’den sonra Filistin’de İngiliz manda rejimi kurulmuştu. Bu tarihten itibaren Yahudiler Filistin’e taşınmaya başlanmış, desteklenen Hagana ve İrgün gibi Siyonist çeteler İngiliz manda rejimine karşı başlayan 1935-39 ayaklanması sürecinde silahlandırılmıştı. Irkçı Hitlerin Holkost katliamı veya soykırımı da Avrupa’daki Yahudilerin Filistin’e göçü konusunda bu projeye hayat suyu sağlamıştı.
8 Ekim 2023’te başlayan son Gazze katliamına karşı protestolar gerçekleştiren vicdan sahibi Alman vatandaşlarınınkullandığı “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganı Alman Hükümeti tarafından yasaklandı. Niçin yasaklandı? Çünkü ümmet coğrafyasının merkezine bir ileri kontrol karakolu olarak yerleştirilen İsrail, sömürgeci küresel kapitalizmin vazgeçilmeziydi.
İsrail, kapitalizmin son dönem patronu ABD açısından bölgemizdekien önemli jandarma üssüdür. Siyonist İsrail’in İslâmî uyanış ve vesayetten kurtulma hareketlerini Pakistan’dan Kuzey Afrika’ya, Türkiye’den Güney Sudan’a kadar istihbaratıyla, ajitasyonuyla gerektiğinde askeri operasyonlarla denetleyici acil müdahale gücüdür.
Bu nedenledir ki Batı ve küresel kapitalizmin patronları İsrail’in utanç verici katliamları karşısında tıynetlerine uygun olarak üç maymunu oynamaktadırlar.
Filistin direnişinde ıslah öncüleri
19. yüzyılda Afgani, Abduh ve Mercani öncülüğünde mayalanmaya başlayan ıslah ve yeniden İslamlaşma (Nisa, 4/136) sürecimizin örgütlü yapısı Urvetu’l-Vuska’yı nasıl ki Osmanlı İstanbul’unda Sıratımustakim, Sebilürreşad ve Beyanü’l-Hak takip ettiyse, Mısır’da da el-Menâr, Hindistan Altkıtası’nda da Tercümanü’l-Kur’ân ve çevresi takip etmişti. Islah çizgisinin I. Dünya (Paylaşım) Savaşı öncesinde de sonrasında da öncelikli hedefi, Kur’ân ve Sünnet temelinde ümmeti uyandırıp itikadi anlayışını ıslah etmek, istibdat/saltanat yönetimlerine ve sömürgecilere karşı mücadeleyi yükseltmek yanında İttihad-ı İslâm stratejisiydi. Bu proje Filistin mücadelesindeki İslami mücadele öncülerine ve hareketlerine de istikamet oluşturan bir programdı.
Hasan el-Benna (1906-1949)
1928’de İhvan-ı Müslimin’in kuruluşuna öncülük eden Hasan el-Benna gibi birçok İslâmî uyanış ve ıslah öncüsü büyük ölçüde usulî ve siyasi perspektifini el-Menâr dergisi ve çevresinden almıştı. Reşid Rıza’nın 1935 yılındaki vefatından sonra da el-Menâr’ı Benna ve arkadaşları 1940 yılına kadar devam ettirmeyi başarmış ama Hüseyin Paşa Hükümeti’ne bağlı askeri mahkemenin emriyle kapatılmasını engelleyememişlerdi (Rıza, 2007: 27-28).
İhvan-ı Müslimin ve lideri Hasan el-Benna, İngiliz mandası altındaki Filistin’in özgürlüğü meselesini, Mısır’ın en ücra köşelerine kadar yaymış, ülke çapında İngiliz Konsolosluğuna yönelik protesto gösterileri yapmış ve ülke çapında Filistin meselesini bir halk hareketine dönüştürmüştü. 1933 yılında da Mısır Ulusal Hareketi ile Filistin’e sahip çıkma konusunda ittifak yapılmıştı (Tilmisani, 1987: 34).
İzzeddin el-Kassam (1882-1935)
Bu süreçte 1882 Lazkiye doğumlu ve tahsilini el-Ezher Üniversitesi’nde tamamlayan İzzeddin el-Kassam, 1911’de işgal edilen Trablus’da Osmanlı birlikleriyle beraber İtalyanlara karşı savaşa katılmıştı. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusuna yazılmıştı. Savaşın ardından imamlık yapmak üzere doğduğu köye dönüp Şam’ın Fransız işgalinden kurtarılması için mücadele etmeye ve halkı örgütlemeye başladı. Fransızlar gıyabında ölüm cezası verince 1922’de Filistin topraklarında Hayfa’ya yerleşti. Hayfa’da öğretmenlik yaparken İngilizlerin teşvikiyle Yahudi göçmenlerin toprak almasına ve işgalde bulunmalarına şiddetle karşı çıktı. Mücadele için Genç Müslümanlar Birliği’ne katıldı ve Müslüman Kardeşlerle irtibata geçti.
İzzeddin el-Kassam, işgal altındaki memleketi Suriye ve Filistin’de işgalci güçlere karşı küçük askeri hücreler kurdu. 1935 yılında Filistin’de 500 kişilik İngiliz birliği tarafından kuşatıldı ve Kerbela vakıasında olduğu gibi şehid edildi. Cenazesine binlerce Filistinli katıldı ve mirası Filistin direnişinin ümmet kaygılı İslami rengini oluşturdu (Bilge, 1995: 34/852).
BM’in 29 Aralık 1947’te Filistin’i bölme kararından sonra İngilizler Filistin’den çekilirken Siyonistlerin Milli Konsey’i 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de yeni İsrail devletini ilan ettikten sonra hemen ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği tarafından tanındığı açıklandı. İsrail’i 29 Mart 1949’da halkı Müslüman ülke olarak da ilk tanıyan Devlet’te maalesef ki Türkiye oldu.
1944 İskenderiye Protokolü ile oluşturulan Arap Birliği, işgal devletinin ilan edilmesinden 4 saat sonra İsrail’e 1948 Mayıs ayında savaş açtı. Ancak Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak zaten bir nevi İngiliz ve ABD komiserlerince yönetiliyordu. Tabii ki en modern silahlarla donatılan Siyonist çetelerden oluşan, SIS/M16 ve CIA istihbaratlarıyla bilgilendirilen modern İsrail ordusu, İngiltere ve ABD denetimi altında bulunan Arap Birliği devletlerini yendi ve Filistin’in bölünmesinde kendi payına düşen yüzde 56’lık Filistin toprağını yüzde 78’e çıkardı. Siyonistler karşısında korkutan direnişi sadece İhvan-ı Müslimin’e bağlı “Nizamü’l-Has” birlikleri ile beraber Filistin’e çevre ülkelerinden geçenbazı gönüllüler gerçekleştirdi.
Ahmed Yasin (1937-2004)
Selahaddin-i Eyyübî’nin Kudüs’ün fethi için ilk aşama menzili olarak gördüğü Askalan’da 1937’de doğdu. Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için mücadele veren İslami Direniş Hareketi’nin (HAMAS) kuruluşunda öncülük yapanlardandı.1948 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra mülteci konumuna düştü ve Gazze Şeridi’nde Curat Şams bölgesine sığındı. Yüzme eğitimi aldığı 1952’de baş üstü düşmesi nedeniyle boyun kemiği kırıldı ve boynundan aşağısı felç oldu. Lise eğitiminden sonra Kahire Ezher Üniversite’sine gitti ve o süreçte İhvan-ı Müslimin’e katıldı.
Mezun olup Gazze’ye döndüğünde felçli haline rağmen öğretmenlik yaptı ve camilerde vaazlar verdi. Gazze İslam Üniversite’sinin başına getirildi. Müslüman Kardeşler’in Muiama al-İslamiya teşkilatıyla ilişkili Gazze’de bir İslami yardım kuruluşunun ve diğer İslami faaliyetlerin örgütlenmesine öncülük etti. İlgilendiği çevresini1987 Birinci İntifa hareketine mobilize ederken başta Abdülaziz el-Rantisi olmak üzere 6 arkadaşıyla birlikte HAMAS’ı kurdu. Hamas yönetim organı, Kur’ân temelli istişare keyfiyetine ve halk meclisi kavramına dayandı. Yasin, Birinci İntifada’ya katılımı teşvik ettiği için 1989’da İsrail güçleri tarafından tutuklandı ve Ramallah Cezaevi’nde sekiz yıl hapis yattıktan sonra Ürdün’de yakalanan iki Mossad ajanı ile takas edilerek serbest bırakıldı. FKÖ’nün 1993 Oslo Anlaşması ile İsrail’i tanıma kararına karşı çıkarak silahlı direnişten yana tavır almaya devam etti. HAMAS örgütlenmesi Ahmed Yasin’le birlikte dört alanda yoğunlaştı. a. Dini eğitim, b. Toplumsal hizmetler ve güvenlik birimleri, c. Bağımsız şura yönetimi altında askeri birim, d. Medya birimi. Mart 2004 tarihinde İsrail’in hava saldırısı ile şehid edildi (insamer.com).
Arap ulusçusu öncüler
Şerif Hüseyin (1852-1931)
Kudüs ve Hicaz toprakları üzerinde İngiliz işbirlikçiliği ile Arap milliyetçiliği yapan ilk tanınmış aktör İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin idi. Modernite’nin Batı-dışı toplumlar için kurduğu ulusculuk enstitüleri, nasıl ki eğitim için Avrupa’ya giden Genç Osmanlıları Batı hayranı ve Türk ulusçusu Jön Türkler haline dönüştürdüyse, 1865’ten sonra Genç Araplar’ı da (Fetât) Batı hayranı Arap ulusçularına dönüştürdü (Kılınç, 2023, 13).
Hâşimî Zevî Avn sülâlesinden olan Şerif Hüseyin İstanbul’da doğdu, 1908’de Sultan II. Abdulhamid tarafından Mekke’ye Şerif olarak atandı. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin işbirlikçisi olarak İngiliz istihbaratçı Lawrence ile 1916’da İngilizlerden destek görerek Hicaz bölgesinde Arap Ayaklanmasını başlattı. Kendini Arap Kralı ilan etti. 1924’te Ankara’da Halifeliğin kaldırılmasıyla Mekke ve Medine’nin elinde olmasına dayanarak kendini Halife ilan etti. Savaş’tan sonra bölgede kurulan İngiliz ve Fransız manda yönetimleri yerine bütün Arap ulusunun kralı olmaya kalkışınca, İngilizler tarafından yakalanıp Kıbrıs’a sürgün edildi (Rıza, 2007: 11-12). Daha sonra Ürdün Kralı ilan edilen oğlu I. Abdullah’ın yanına sığındı ve 1931’de işbirlikçiliğin cürümleriyle yaşadığı hayatı sona erdi. Karşıtına sığınarak varolma ve uluslaşma asabiyesi ile kimliğini karşıtının kimliğine benzetme zaafları sonraki Arap bağımsızlık akımının da tekrarladığı ezberler oldu.
Emin el-Hüseyin (1897-1974)
1897 Kudüs doğumlu, Arap-İslam sentezinin biçimlendirdiği “Fetat / Genç Araplar” ulusal akımının takipçisi Emin el-Hüseyin, İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’de okudu ve kurmay subay olarak Osmanlı ordusunda görev aldı.
I. Dünya Savaşı sonrası Kudüs’te İngiliz Valisi’nin yardımcılığına getirildi. 1918’den itibaren bir taraftan da Filistin’de İngiliz mandasına karşı mücadele eden Fidâiyyûn adlı küçük grupların organizasyonuyla ilgilendi. Daha sonra Filistin’de ilk Arap ulusçusu en-Nâdi’l-Arabi teşkilatının başkanlığına seçildi. Takibata uğrayınca Şam’a kaçtı ancak 1922’de İngiliz Yüksek Komiserliği’nce Kudüs Müftülüğü’ne getirildi. 1932’den itibaren Alman Naziler’e yakınlaştı ve 1941’de Berlin’e gitti Adolf Hitler ile görüştü. Zaten 1936’da Yahudilere ve İngilizlere karşı 1936 Arap İsyanı’nı başlatanlardandı. Hitler ile ittifakını Balkanlar’a taşıdı ve Nazilerin amaçları doğrultusunda Balkanlarda silahlı birlikler oluşturdu.
1945’te Nazi Almanyası’nın yenilmesi akabinden Fransızlarca gözaltına alınıp Paris’e götürüldü ve savaş suçlusu olarak yargılanması taleplerini Fransız yönetimi dikkate almadı. Daha sonra Mısır’a kaçan el-Hüseyin, Fransa dışişleri bakanı Bidault’a misafirperverliği için teşekkür mektubu yazdı ve Arapların, Filistin sorununda Fransa’nın desteğine karşılık Kuzey Afrika sorununda tarafsız bir tutum benimseme önerisinde bulundu.
Nazi avcısı Siyonist çeteler Mısır’daki Emin el-Hüseyin’i savaş suçlusu olarak 1947’de Mısır İngiliz Komiserliği’nden istedi. Ama hem Mısır’ın hem Filistin’in kontrolünü elinde tutan İngilizler karizmatik hale gelen veya getirilen böyle bir liderin Siyonistlere teslim edilmesi talebini reddetti.
Emin el-Hüseyin 1948’te Gazze’de toplanan I. Filistin Halk Meclisi’ne başkanlık yaptı. Merkezi Kahire’de olan Filistin Hükümeti’nin kurulduğunu ve hükümet başkanı olduğunu ilan etti.
Böylece Büyük Biritanya, II. Dünya Savaşı sonucunda ABD inisiyatifine geçen Ortadoğu’da hem İsrail’in kurulmasına ön ayak olmuştu, hem de el-Hüseyin gibi Müslüman sıfatlı Arapçı milliyetçi önderleri koruyarak, risk taşısa da Filistin direnişinin muhtemel liderliğinin, İslamcıların değil Modernite bağımlısı olan Arap ulusalcılarının elinde bulunmasını planlamıştı.
Ancak Emin el-Hüseyin bir Arap milliyetçisi olarak Filistin ulusu ve bağımsızlığı için İsrail topraklarının zaten Filistinlilere ait olduğunu ve geri alınması için de gerekirse savaşılması söylemini geri çekmedi. el-Hüseyin 1967 Altı Gün Savaşı’nda İsrail, Doğu Kudüs’ü ele geçirince Beyrut’a taşındı ve orada 1974’te öldü (el-Arid, 1995: 11/116-117).
Onun işbirlikçi ulusçuluk politikası daha sonra Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri Yaser Arafat’ın da Mahmut Abbas’ın da takip ettiği uzlaşma yolu oldu.
Abdülkadir el-Hüseyni (1907-1948)
Hüseyni Kudüs’te doğmuş, öğrenimini yabancı kolej ve üniversitelerde tamamlamasına rağmen İngiltere, Amerika ve Siyonizm karşıtı bir Arap ulusçusu olarak hayata atılmıştı. Yürüdüğü istikamette gazete yazıları yazmış, Filistin Arap Partisi’nin sekreterliğini üstlenmiş, 1936-1939 yıllarında İngiliz manda rejimine karşı başlatılan ayaklanmada yaralanmıştı. Tedavisi için Şam’da ve Almanya’da bulunmuş, Kudüs’e döndüğünde katıldığı mücadelede 1939’da tekrar yaralanmış ve matematik öğretmeni olarak Bağdat’a geçmiştir. 1947’de gizlice Kudüs’e geçirdi. Siyonist çetelere karşı Cihad-ı Mukaddes’in komutanı oldu. İşgalcilere karşı hem ulusalcı hem İslâmî duygularıyla sürekli mücadele etti. Mescid-i Aksa’ya hâkim olan el-Kastel Tepesi’ni Haganah Siyonist çetelerinden geri almak için 1948 yılında giriştiği çatışmada öldürüldü.
Yaser Arafat (1929-2004)
1958-1960 arasında kuruluşuna öncülük ettiği el-Fetih örgütünün lideri Arafat, 1973 yılında da FKÖ’nün başkanı olmuştu. Babası Gazzeli annesi Mısırlı olan Arafat 1929’da Kahire’de doğmuştu. 1947’de Kral I. Faruk/Kahire Üniversitesi’ne girdi bu dönemde Yahudilik ve Siyonizm hakkında okumalar yaptı. 1948’de Arap-İsrail Savaşı’nda Filistinli fedailer ile birlikte İhvan-ı Müslimin’in silahlı birimi Nizamü’l-Has ile İsrail güçlerine karşı savaşmak üzere Filistin’e geçti.
Arafat 1949’da lojistik destek eksikliği nedeniyle inşaat mühendisliği okuduğu Kahire’deki üniversitesine döndü. 1952-1956 yılları arasında Filistinli Öğrenciler Birliği’nin başkanlığını yaptı. Gerilla eğitimine başladığında kod adı olarak Ebû Ammar’ı seçti. Her iki ismi de Hz. Muhammed (sas)’ın sahâbîsi Ammar bin Yasir’e dayanıyordu. el-Fetih grubunu 1958/1960 yılları arasında yayınlanan Arap milliyetçisi “Filistinuna Nida el-Hayat” dergisi etrafında toplanan arkadaşlarıyla birlikte kurdu.
Arap Birliği Başkanı Nasır’ın yönlendirmesiyle 105 kişilik FKÖ Meclisi’nde İsrail’e karşı birçok silahlı eylem yapan el-Fetih’e 33 sandalye verildi. 1971’de Filistin Devrimci Kuvvetler başkomutanı, 1973’te de FKÖ’nün siyasi başkanlığına getirildi. Arap Birliği’nin 1973’te Rabat’ta yapılan zirvesinde FKÖ Filistin halkının tek temsilcisi kabul edildi. Ürdün, Lübnan, Tunus’ta karargâh edinmeye çalışan el-Fetih, FKÖ ve liderleri değişik saldırı ve suikastlara, sürgünlere uğradı.
Birinci İntifada, bir İsrailli şöförün Gazze’de arabasını Filistinli işçilerin üzerine sürüp 4 kişiyi öldürmesi üzerine 9 Aralık 1987’de Cibaliye Mülteci Kampı’nda işgal güçlerine karşı taş atma ayaklanması olarak kendiliğinden başladı ve Filistin halkının bütün olarak İsrail’e karşı “sivil direniş” başlatmasına neden oldu. Filistinlilerin taşlarına karşı işgal güçleri sürekli ateşli silahlar kullanması sonucunda binlerce insan öldü ve yaralandı. Bu dönemde iç eğitim ve yapılanma süreçlerinde mesafe kateden İslâmî direniş potansiyeli HAMAS ve İslami Cihad kuruluşlarıyla görünür oldu.
İntifada, I. Körfez Savaşı sonrasında Mısır dışında Ürdün, Suriye, Lübnan Arap devletleriyle Filistin’in kendini yönetmesi hakkı için 1991 Madrid Konferansı’nın yapılmasına neden oldu ve Arafat’ın da katılımıyla “iki devletli çözüm”ü öngören 1993 Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına kadar sürdü. Arafat 1994 yılında Gazze’ye dönebildi.
Zaten Arafat, Filistin’de kendilerine ayrılan Gazze ve Batı Şeria’da özerk bir yönetime sahip olabilmek için İsrail’in varlığına karşı olmasına rağmen 1988 BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararına uyarak görüşünü değiştirmişti. 1993 Oslo Anlaşması’ndan sonra Filistin’e geri döndü. 1994 yılında Arafat, Oslo’da yapılan müzakerelerden ötürü İzak Rabin ve Şimon Peres ile birlikte Nobel Barış Ödülü‘ne layık görüldü.
Filistin Yönetimi Başkanlığı için 1996 yılı başında yapılan seçimleri Arafat’ın yüzde 88.2’lik bir çoğunlukla kazandığı bildirildi. Ancak HAMAS ve diğer muhalif hareketler seçime katılmamışlardı. 20 bin kişilik kolluk gücü ve yönetim harcamaları için BM ve bazı uluslararası fonlardan yararlandı.
1993 Oslo Anlaşması ve 2000 Camp David Zirvesi’ne İslâmcılar ve FKÖ’nün bazı sol kanat mensupları muhalefet ettiler. İşgalci Siyonist rejimi ve devleti İsrail’i kabul etmeyen Filistinliler 21. yüzyılın başında İkinci İntifada’yı başlattılar.
Arafat diplomatik olarak İkinci İntifada’ya karşıydı ama tavır da almadı. Uluslararası anlaşmalarda Filistinlilere vadedilen hakların peşinde oldu. Ama İsrail’in sert tepkisiyle karşılaştı. Arafat, son iki buçuk yılını Filistin’in Ramallah şehrinde Mukata adı verilen “sığınak”ta geçirdi. Mukata, Arafat’ın yönetim bürosu ve karargahıydı ama son iki buçuk yıl boyunca İsrail tankları tarafından kuşatılmış, bombalanmış ve çevresi yıkılmış bir durumdaydı. Kendisine sunulan ağır uzlaşma şartlarını reddetti; aslında bu sığınakta geçen süreye, mahkûmiyet yerine direniş süreci demek daha gerçekçi olur. Arafat Mukata sığınağında kaldığı süre içinde kıldığı namaz, Ramazan’da tuttuğu oruç ve söylemindeki İslâmî vurgulara rağmen, İslâm’a yaklaşımı, hayatının büyük bir bölümünde kültürel bir aidiyetten öteye geçmedi.
Arafat sığınaktaki direnişine devam ederken hastalandı, zehirlendiğini ifade edenler de oldu. Ve 75 yaşında 11 Kasım 2004 sabahı vefat etti (Karaman, 2020: EK-1/101-103).
HAMAS, Arafat’ın ölüm haberini alır almaz, aralarındaki tüm ihtilaflara rağmen bir taziye mesajı yayınlamış ve yetkilileri cenaze namazına katılmıştı (Türkmen, 2004: 165).
Naci el-Ali (1938-1987)
Filistin’de doğan Naci el-Ali küçük yaşta Lübnan’a sürüldü ve Aynu’l-Hilva Mülteci Kampı’nda büyüdü. Lübnan Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. Filistin mülteci kampı Sabra Şatilla Katliamına bizzat tanıklık etti. Siyonist işgal rejimine karşı bulunduğu Arap milliyetçilerinin safında insanlık vicdanını harekete geçirecek sırtı dönük ve taş atan Hanzala çizgi karekterini kullandığı karikatürleri ile tanındı. 1897’da Londra’da bir suikast sonucunda öldürüldü. Filistin halkı içindeki direniş bilinci ile okuma oranı halkı Müslüman olan ülkelere nispetle oldukça yüksektir. Bu bağlamda da Naci el-Ali gibi birçok sanatkâr, doktor, mühendis yetişmiştir.
Sonuç
HAMAS’ın siyasî veya askerî işlerini “şura” (Şura, 42/38) hükmünü yerine getirme kaygısıyla gerçekleştirmesi, eylem ve organizasyon niteliğini de giderek olgunlaştırmaktadır. İtikadî ve amelî temel farklılıklar nedeniyle “vahdet” içinde olmadığı diğer Filistinli unsurlarla, ortak düşmana karşı ve Filistin halkının insani haklarını gündemleştirme adına “ittifak” tavrından vazgeçmemektedir.
HAMAS, böylece Müslümanların olguları okurken adaleti elden bırakmamaları gerektiğini göstermektedir. Çünkü Filistin’in özgürlüğü davası, emperyalist ve Siyonist kuşatmaya maruz kalan Müslüman, Hristiyan, sosyalist ve milliyetçi kimlikler içinde yaşayan tüm Filistinlilerin taşıdığı bir davadır. Ancak İslâmsız bir özgürlüğün ferdi ve toplumsal fıtratı felaha ulaştıracak bir özgürleştirmeyi gerçekleştiremeyeceği de vahyi bir hakikattir.
Oslo’dan bu yana geçen 30 yılda Filistinlilere işgalin sona ermesi konusunda verilen vaatlerin hiçbiri yerine gelmezken; İsrail, işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü giderek daha fazla Yahudi yerleşimciyle doldurmaya ve Gazze’ye uyguladığı ambargoyu daha da şiddetlendirmeye çalıştı. Bu kuşatma ve ambargoyu kırmanın yolu mücadele veren ekiplerin öz gücüne dayanan bir niteliği yakalamaktı ve İslâm’a bağlı veya saygı duyan kitlelerle fikri ve sosyal kalbi bağlar kurup hareketlerinin arkasında sosyal bir kararlılık oluşturabilmekti. HAMAS’ın toplumsal yasalar / “sünnetullah” ile ilgili bu gerçekliğe göre davranmaya çalıştığı 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında büyük ölçüde ortaya çıktı. Başta ABD olmak üzere vicdanını kaybetmiş tüm kapitalist devletlerin teşviki ve desteği ile 8 Ekim’den bu yana katliam yapan Siyonist güçlerin son derece zayıf imkânlara sahip İslami Direniş Hareketi karşısında kibir balonu patlıyor.
Gazze’de Siyonizm’e ve küfür güçleri koalisyonuna karşı son derece sınırlı imkânlarıyla direnen el-Kassam birlikleri, Calud’a karşı Talut’un askerleri gibi mücadele şartlarını yerine getirerek “Nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle, büyük topluluklara üstün gelmiştir. Çünkü Allah, dirençli olanlarla / sabredenlerle beraberdir” (Bakara, 2/249) âyetinin hükmünce davranmanın bizlere tazelenen bir örnekliğini göstermektedirler. İzzeddin el-Kassam birliklerinin direnişi hüzünler içinde sevincimiz olmakta, mücadelenin içinde mücadeleyi kazanacak ve şura keyfiyetine yönelecek yeni öncüler yetiştirmektedir. Ayrıca yerel ve küresel çapta dost saflarla, şeytanlaşan safların belirginleşmesine imkân sağlamaktadırlar.
Resulûllah’tan (sas) sonra Rabbimizin emri gereği “Korku ve güvene dair bir haber duyduğunuzda onu sizden olan ulu’l-emr’e götürün.” emrinin (Nisa, 59/83) muhatap olacağı “şura modeli”ni tarihi sürecimiz içinde büyüklerimiz genellikle oluşturamadılar. Fahreddin Razi, Nisaburi, Abduh gibi müfessirlerimize göre “ulu’l-emr”, “ehlu’l-hal ve’l-akd”dır veya şura heyetidir (Abduh-Rıza, 2012: 5/261). Ehlu’l-hal ve’l-akd ise “ulu’l-elbab”tan (ümmetin salim akıl sahiplerinden), “râsihun”dan (ilimde derinleşenlerden) ve “ümera”dan (liyakatli yöneticilerden) oluşur (Türkmen, 2021: 149-151).
2023 Gazze İslâmî direnişinin ayrıca el-Kassâm’ın lideri Yahya Sinvar, sözcüsü Ebû Übeyde gibi fikri ve teknik alt yapı eğitimini tamamlamış, istişare keyfiyetinden şura keyfiyetine yürüyebilecek, hikmet-basiret ehli “ulu’l-emr” (Nisa, 4/59, 83) heyeti oluşturabilecek yeni İslâmî mücadele öncüleri yetiştirme sürecine de katkıda bulunacağına kanaat getirebiliyoruz. Rabbimize şükürler olsun.
Hamza Türkmen
Kaynakça
Gary V. Smith, Siyonizm ve Irkçılık, A.Ü. S. B. Fakültesi Yay., Ankara, 1982.
https://www.insamer.com/tr/seyh-ahmet-yasinin-hayati-ve-mucadelesi.html
Mustafa L. Bilge, “Kassâm, İzzeddin”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, 24/582.
Reşid Rıza, İttihad-ı Osmaniye’den Arap İsyanına, Klasik Yay., İstanbul, 2007.
Oktay Yılmaz, “Mısır’da Müslüman Kardeşler İktidarının Filistin Politikası”, Y. Lisans Tezi, MÜ. Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2019.
Ömer Tilmisani, Hasan el-Benna ve Davet Mektebi, Madve Yay., İstanbul, 1987.
Taha Kılınç, Filistin, Ketebe Yay., İstanbul, 2023
Velid el-Arid, “Emin el-Hüseyin, Filistinli lider ve Kudüs Başmüftüsü”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1995, XI
M. Lütfullah Karaman, “Arafat, Yâsir”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2020, EK-1/101-103.
Hamza Türkmen, “Yaser Arafat’ın Ardından”, Haksöz Dergisi, Aralık 2004.
Muhammed Abduh – M. Reşid Rıza, Menâr Tefsiri, Ekin Yay., İstanbul, 2012.
Hamza Türkmen, Şûrâ ve Şûrâ Yönetimi, Ekin yay., İstanbul, 2021.
Not: Tarihi kronolojinin akışı için, 1991 yılından bu yana aylık olarak yayınlanan Haksöz Dergisi’nden yararlanılmıştır.
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2024/29 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com