İnsanlık tarihi bir çok devrime, değişime ve inkilâba şahit olmuştur. Bizim devletimiz, ideolojimiz ilelebed yaşayacaktır, iddialarını bir tarafa bırakırsak varlık alemi içerisinde hiçbir şeyin ebediyet taşımadığını ebed ve ezel kavramlarının yalnız Allah için kullanıldığını itiraf etmek zorunda kalırız. Ünlü yazar Monteigne’nin de dediği gibi “Dünya masaldan başka bir şey değildir. Terzi dükkanı gibidir, ölçüyü veren gider. Bu nedenle insanın en büyük eseri bir ideal uğruna yaşamayı bilmesidir.”
Ama insanın hırsı, bencilliği ve eşyaya düşkünlüğü bazen terzi dükkanından hiç çıkmayacakmış gibi davranmasına sebep olur. Bu hırs bireysel anlamda da, toplumsal anlamda da ortaya çıkmaktadır. Hayatın temel yasası olan ölümden hiç kimse kaçamayacaktır. Nasıl şu ana kadar gelenler gittiyse bizde o gidilen yere gideceğiz. Önceki iktidar sahipleri nasıl birer birer tarihin sayfaları arasına karışıp gittiyseler, şimdikilerde gideceklerdir. Çünkü devletlerde aynı insanlar gibidir; doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Bu gerçek aslı Arapça olan devlet kelimesinde de zaten ifade edilir. Dûval fiilinin mastarı olan devlet kelimesi; Arap dilinde birinden diğerine nakletmek, aktarmak, dolaştırmak manalarına gelir. Kur’an bu anlamda birkaç yerde bu kelime ve türevlerini kullanır. “Servet sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlete dönüşmesin.” ( Haşr 59/7 )
Yine Kur’an derki; “Ve tilke’leyyamünüdaviluhabeyne’n nas”. “İşte bu günleri biz insanlar arasında dönderir dururuz.” (Ali imran 3/140)
Bu ayet Müslümanlara Uhud mağlubiyetinin akabinde nazil olmuş, her zaman zafer değil bazen de mağlubiyet gelebileceğinin terbiyesini vermek istemiştir. Bu gün iktidarda olanlar yarın muhalefet, yönetimde olanlar yönetilen, güç sahibi olanlar zayıf, zayıf olanlar güç sahibi olabilirler. Çünkü günler, seneler dönüp durmakta, dönerken de birilerini yerlerinden müspet yada menfi anlamda etmektedir. Burada aslolan bulunduğu yerin hakkını verebilmek, elindeki imkanın emanet olduğu bilincinde olmak, ebedi olmadığının farkında yaşamak, elindeki gücün ve otoritenin devamlılığı için birilerinin feryadı ve gözyaşları üzerine bir şeyler bina etmemektir. Halk ile halkın değerleri ile savaşmamak tarihe kötü nitelendirme ve sıfatlarla değil, güzel ve iyi işler ile imza atabilmektir. Eğer bir düşünce ve fikre mensup iseniz temsil ettiğiniz o fikirlere gölge düşürecek tavır, davranış ve dayatmalardan vazgeçmelisiniz. Yapacağınız yanlış bir tavır tüm iyi şeylerinizi gölgeleyerek sizin o davranışınız ile tanınmanıza, nitelendirilmenize sebebiyet verecektir.
Bugün ülkemizde Kemalizm arkasına sığınarak ortalığı velveleye veren bir avuç azınlığın başta temsil ettiği düşünceye verdiği zarar herkesin malumudur. Bu azınlığın Kemalizm’den anladığı tek şey insanların gardroplarıdır. Nasıl giyinecek? Erkekse eğer, parmağına ne takacak, sakal bırakıp, cübbe, şalvar takkemi kullanacak? Hanımsa eğer eşarp mı, başörtüsü mü takacak ?başörtüsüne iğne takıp onu siyasallaştıracak mı? Başörtüsü sıkma başlımı olacak yoksa Anadolu kadını gibimi bağlayacak?
Bunların tek derdi insanların kılık kıyafetleridir. Eğer sizin düşünceniz, ideolojiniz sadece bundan ibaretse o zaman hiç kızmaya hakkınız yok! Size gardrop devrimcisi denmesine. Çünkü siz bu nitelendirmeyi hak ettiniz.
Bırakın insanlar nasıl istiyorlarsa öyle giyinsinler, size ne zararı var. Ama yok zararı var haklısınız! Bu başörtülüler olmasaydı siz çoktan aya çıkmıştınız. Onların yüzünden aya çıkamadınız. Bu gericiler olmasaydı, siz şu an ilimde, tıpta, ekonomide çok ileri seviyelere varmıştınız. Çoktan çağdaş muasırlar medeniyeti yolunda oldukça yol katetmiştiniz. Ama olmadı, bunlar ayağınıza bağ oldu, sizin yolunuzda size engel oldular. İyisi mi ne yapın biliyor musunuz? Sadece üniversitelerde, LES yada ÖSS sınavlarında onları ve annelerini ağlatmak yetmez, onların ödül törenlerinde kapı dışına itmeniz yetmez, gidin evlerine açın gardroplarını ve tespit edin bu çağdışı (!) kıyafetleri ve yakın aleme ibret olsun diye. O zaman köklü çözersiniz bu meseleyi. Sizde kurtulacaksınız onlarda…?
Eğer bunda da çözüm alamaz iseniz o zaman oturun düşünün terzi dükkanın da daha ne kadar kalacağınızı. Ölçüyü verip gideceğiniz yerde nelerle karşılacağınızı, o gözyaşlarının, o yüreği yanık mazlumların beddualarının size nasıl yansıyacağını…
Temennimiz ve duamız terzi dükkanından ayrılmadan, hayatınızı sonlandırmadan bu anlamsız yasaklara son vermeniz. Yoksa hem tarihin sayfalarında hem de silinmez kayıtların bulunduğu ilahi arşivde işiniz zor bunu bilesiniz.
Muhammed Emin YILDIRIM