Filistin’de yaşanan ve soykırım mesabesine varan katliam ve yıkım bir anda tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çekti. Kabaca 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren yoğunlaşan çatışmalar bağlamında bazı çevreler bu olayları sorgulamaya başladı. Türkiye’de de örneklerine rastlandığı üzere bazıları, “Gazze’deki Hamas’ın neden şimdi durup dururken bu çatışmaları tetiklediği ya da arı kovanına çomak soktuğu sorusunu” dillendirdi. “Acaba bunun arkasında işgalci İsrail’in, onun istihbarat servislerinin ya da bunlarla yakından ilişkili olan Batılı egemen güçlerin planları olabilir mi Hamas’ı bunlar tuzağa mı çekti?” soruları soruldu.
Filistin’de yüz yılı aşkın bir süredir var olan problem ve bugün yaşanan hadiseler bu ve benzeri sorularla hadiseye yaklaşmanın ne kadar yüzeysel olduğunu ortaya koymaktadır. Zira sanıldığının aksine bu hadise 7 Ekim tarihinde Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonuyla başlayan bir olay değildir. Onlarca yıldır yalnızca Gazze ve civarında değil Filistin genelinde yaşanan sistematik işgal, baskı, takibat, zulüm ve etnik temizlik politikasına karşı bir başkaldırıdır. Hamas ve Hamas’a destek veren direnişçiler sistematik şekilde sürdürülen ve yalnızca Batı dünyasında değil yöredeki ülkelerin birçoğunda da artık neredeyse sıradanlaşan bir gelişme olarak görülüp adeta içselleştirilen bu zulme dünya genelinde insanların dikkatini çekmiştir. Böylelikle Filistin özelindeki emperyalist yayılmacı işgali dünya gündemine sokarak büyük bir iş başarmışlardır. Bununla işgalci güçler tarafından işlenen zulmün, katliamın, baskının ve halkı yerinden yurdundan etme politikasının on yıllardır Filistin’de hemen her gün yaşanan hadiseler olduğunu göstermiş, buna dünya genelinde vicdan sahibi insanların dikkatini çekmiştir.
Yaşanan hadiselerde bir başka ortaya çıkan durum işgalci İsrail üzerinde oluşturulan yenilmezlik, güçlülük algısının yıkılması, silahlı güçleriyle, istihbarat örgütleriyle ve savunma sistemleriyle işgalcilerin karizmasının çizilmesidir. İşgalci güçlerin ateş ve silah gücüyle asla kıyaslanamayacak oranda yetersiz imkânlarla Hamas ve diğer direnişçiler, işgalci İsrail’in gerçekte ne kadar kâğıttan kaplan olduğunu göstermiştir. ABD, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere dünya genelinde emperyalist güçlerin tüm ekonomik, askerî ve siyasal desteğine rağmen işgalcilere karşı kahramanlık destanı yazmıştır. İşgalciler bebekleri, çocukları, kadınları ve yaşlıları katlederek, eğitim kurumlarını, mabetleri, hastanelere sığınan sivilleri hedef gözetmeksizin bombalayıp yok ederek çizilen karizmalarını kurtarmaya çalışmaktadırlar. Hamas’ın verdiği mücadele ve direniş dünya genelinde emperyalist zalim güçlere karşı yeni bir başkaldırının fitilini ateşlemiş, direniş ruhunu canlandırmıştır.
Ayrıca Gazze özelinde yaşanan olaylarda Batılı emperyalist güçlerin işgalci İsrail arkasında saf tutması ve askerî, ekonomik, siyasal her anlamda yapılan soykırım ve etnik temizliğe destek vermesi, Batı tarafından dillendirilen insan hakları, özgürlük, eşitlik ve benzeri söylemlerin dünya genelinde insanlarca ne kadar içi boş olduğunun ve Batı’nın ikiyüzlülüğünün kavranmasına da vesile oldu. Yıllar yılı tüm dünyaya insanlık dersi vermeye çalışan Batılı güçlerin bu söylemlerinde gerçekte ne kadar tutarsız ve ikiyüzlü olduklarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serildi. Dolayısıyla “Aksa Tufanı” operasyonu ve sonrasında yaşananlar vicdan sahibi insanların gözlerini açtı ve adeta “kral çıplak” dedirtti.
Yaşanan olayların bir başka önemli etkisi içinde yaşadığımız coğrafyaya dair gerçeklerin yalın bir şekilde gözler önüne serilmesidir. Bu olaylar, Filistin’deki soykırım ve etnik temizlik karşısında adeta üç maymunları oynayan bölge iktidarlarının şahsında küresel emperyalist güçlerden bağımsız, “İslâm Dünyası” diye tabir edilen bir yapının gerçekte olmadığını gösterdi. İslâm dünyası iktidarları bazı Latin Amerika ülkelerinden Güney Afrika’ya çeşitli gayrimüslim ülke yönetimlerinin oraya koyduğu, işgalci Siyonistlerle hiç olmazsa siyasal ilişkileri dondurulması ya da kesilmesi tarzı bir tepkiyi bile ortaya koyamadılar. Üstüne üstlük arka planda işgalci Siyonistlerle ekonomik, askerî ilişkileri sürdüler. Tüm bunlar soykırım ve etnik temizliği sadece kınamakla yetinerek iç kamuoyunun adeta gazını alan İslâm dünyası yönetimlerinin gerçekte Filistin ve Kudüs konusunda ne kadar samimi ve emperyalist küresel güçler karşısında ne kadar özgür olduğu sorusunu gündeme getirdi.
Dünya genelinde vicdan sahibi insanların kitleler halinde sokaklara dökülüp katliamı protesto etmeleri, katliama destek veren uluslararası markalara boykot uygulamaları karşısında Müslüman dünya halklarının cılız bazı gösteriler dışında genelde buna sessiz kalmaları da dikkat çekici oldu. Gazze olayları, yönetimleriyle ve bunlara destek veren halklarıyla sözde İslâm dünyasının küresel emperyalizme ne kadar teşne olduğunu da gözler önüne serdi.
“Aksa Tufanı” ve sonrasında Gazze’nin işgaline karşı direnişin gösterdiği askerî ve ahlâkî performansın dünya genelinde insanların İslâm’a ilgisini artırmasına yönelik gelişmeler de oldukça dikkat çekicidir. ABD’den Avustralya’ya İspanya’dan İsveç’e birçok ülkede insanların direniş ruhunun ve direnişçilerin savaş ortamında gösterdikleri ahlâkî olgunluğun dayanağını merak etmeleri ve bu doğrultuda İslâm’ın temel referansına Kur’ân’a başvurmaları, bunlardan bazılarının kalplerinin İslâm’a ısınması gibi gelişmeleri tetikledi. Böylelikle hemen her gün sayıları hiç de azımsanmayacak oranda kişinin Müslüman olduğuna dair haberler medyaya düştü. Kuşkusuz bu da Filistin’de yaşanan hadiselerin farklı bir etkisi olarak tarihe geçmiş oldu.
Hamas ve direnişçiler, zulme karşı onurlu duruşlarıyla ve İslâm’ın izzet ve şerefini, cihad ruhunu yansıtmalarıyla dünya genelinde İslâm’a ve Müslümanlara yönelik emperyalist güçler tarafından on yıllardır yürütülen kara propagandayı ve bunun ürünü olan önyargıları önemli ölçüde yıkmış oldu. Dünya genelinde birçok kişi İslâm ve Müslüman karşıtlığının, korkusunun ifadesi olan İslâmofobinin nasıl emperyalist güçler tarafından planlanıp pazarlanan bir deformasyon olduğunu anlama fırsatı buldu. Direnişçilerin pratiğe döktüğü malıyla ve canıyla Allah yolunda cihad ruhu, Müslüman dünyada da içi boşaltılıp neredeyse unutulmuş olan cihadın ne kadar önemli ve Müslüman yaşamı açısından ne kadar vaz geçilmez bir değer olduğu göstermiş oldu.
Gazze’de yaşanan hadiseler Siyonizm’in yalnızca Filistin’deki işgal güçleriyle sınırlı bir hareket olmadığını küresel anlamda egemen güçlerce sahiplenilip üstlenilen bir şeytanî proje olduğunu da açığa çıkardı. Siyonizm’in yalnızca ırkçı fanatik Yahudi geleneği bağlılarının değil aynı zamanda Hristiyan Batı’da iktidarların paydaşı olan birçok kesimle yakından ilişkili sapkın bir ideoloji olduğu anlaşıldı. İşgalci İsrail’in emperyalist Batılı Siyonist güçlerin bir projesi olduğu, işgal gücünün onlar tarafından kurulup her anlamda korunduğu ve desteklendiği gözler önüne serildi. İşgalci İsrail’in yalnızca Filistin’deki bir avuç Yahudi Siyonistiyle ilişkili olmadığı tam tersine bunun kolonici ve emperyalist niteliğiyle öne çıkan küresel Siyonizm’in Ortadoğu’ya yönelik plan ve projelerinin yürütülmesinde kullanılan bir Truva Atı olduğu aşikâr oldu. Öyle ki ABD başkanının “İsrail olmasaydı bir İsrail icat etmek zorunda kalırdık.” sözü ya da yine bir ABD yetkilisinin İsrail’in varlığı bizim için bölgede çıkarlarımızı koruyan büyük bir savaş gemisi konumunda tarzı açıklamaları, Filistin’deki bu işgal gücünün nasıl bir küresel proje olduğunu ortaya koydu. Böylelikle Filistin’de yaşanan hadisenin yalnızca işgalci İsrail ve Hamas ya da işgalci İsrail ve Filistin arasındaki bir savaş olmadığı gerçekte ABD’den İngiltere’ye Fransa’dan Kanada’ya küresel Siyonizm ile buna karşı direnen ve başını Hamas’ın çektiği direnişçiler arasında yaşanan bir mücadele, küresel emperyalizme karşı bir başkaldırı olduğu açığa çıktı.
Gazze olayları küresel Siyonizm’in Filistin’deki işgalcileri ve Siyonist Yahudileri de kapsamakla birlikte bunların çok daha ötesinde küresel emperyal hedeflerle ve politikalarla şekillenmiş bir yapı olduğunu gösterdi. Esasen her ne kadar on dokuzuncu yüzyıl sonlarında ilk defa kullanılan bir terim olsa da Siyonizm’in, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerine dair bir fikir, inanış ve düşünce olarak çok daha gerilere gitmekte olduğu bilinmektedir. Öyle ki bu zihin yapısının hem siyasal hem de dini bağlamda bir öğreti olarak en azından on dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yaygın olduğu görülmektedir.
Yahudilerin “vaad edilmiş topraklar” olarak tanımladıkları bölgeye dönmeleri ve buraya yerleştirilmeleri fikrinin kolonici Batılı emperyalist güçlerle yakın irtibatlı olan Anglosakson dünyadaki fanatik Hristiyan ekollerin gelecek dönem beklentileriyle yakından ilişkili olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle on dokuzuncu yüzyıl başlarında İngiltere’de, ABD’de ve benzeri Batı ülkelerinde çeşitli kilise akımları ahir zamanda yeryüzüne gelmesi beklenen “Tanrı Oğlu İsâ Mesih” öncesi dönemde yeryüzünü adeta onun gelişine hazırlamakla görevli olduğuna inanılan Yahudilerle ilgili bir restorasyon projesini sıkça dillendirmeye başladılar. Buna göre Hristiyan kutsal kitabı, İsâ’nın yeryüzüne ikinci gelişi öncesi Yahudilerin Kudüs ve civarına dönüp burada mabedi yeniden inşa edecekleri ve mabet ritüellerini yeniden ihya edecekleri kehanetinde bulunmaktaydı. Yine kutsal metinlerine göre bunun üzerine yöredeki diğer halkların onlara saldırması ve oluk oluk kanın akacağı büyük bir savaşın çıkması bekleniyordu. Bu kilise çevreleri bu nedenle Yahudilerin bir an önce kutsal topraklara yani Filistin’e dönmelerinin ve orada yerleşmelerinin teşvik edilmesi gerektiğine gönülden inanıyorlardı. En azından on dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren yaygın şekilde dillendirilen bu kanaat yalnızca o dönemle sınırlı kalmadı. Bugün de hatırı sayılır oranda kilise mensubu, özellikle de Evanjelikler, Yahudilerin Filistin’e dönmeleri ve orada Kudüs’e tam hâkim olarak mabedi yeniden inşa etmeleri gerektiğine yürekten inanmakta ve bu nedenle işgalci Siyonistlere her türlü desteği koşulsuz vermektedirler. Bu şekilde düşünen Hristiyanlar “Hristiyan Siyonistler” olarak adlandırılmaktadır. Bu Hristiyan Siyonistler, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Yahudilere ulusal bir vatan oluşturmak fikri etrafında başlangıçta seküler bir hareket olarak ortaya çıkan Siyonizm’e yürekten destek vermiş ve birincisinden itibaren Siyonist kongrelerde katılımcı olarak yer almışlardır. Hatta Yahudi Siyonizm’inin teşekkülünde bile bu akımın ciddi etkilerinin ve katkılarının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bundan başka Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerine yönelik politikanın on dokuzuncu yüzyıl sonlarından itibaren zamanın emperyal güçlerinin özellikle İngiltere’nin bir projesi olduğu da bilinmektedir. Bu nedenledir ki Siyonistlerin oldukça etkili olduğu İngiltere’de 1917 yılında Yahudi Siyonistlere Filistin’de bir vatan sözü verilmiş, aynı yıl İngiltere tarafından Filistin işgal edilerek İngiliz himayesi, koruması ve desteği altında Yahudiler buraya yerleşmeye teşvik edilmiştir. İngiltere ve diğere emperyalist güçler her ortamda onların hamiliğini yapmıştır. Kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde işgalci Siyonistlerin baş hamiliği yeni küresel güç olarak tebarüz eden ABD’ye geçmiştir.
Bu küresel güçlerin Yahudi Siyonistlerin Filistin’i işgaline verdikleri destek tamamıyla bölgeye yönelik kendi politik, ekonomik ve askerî çıkarlarıyla doğru orantılıdır. Bir taraftan işgalci Siyonist yapıyı adeta bölgenin kalbine bir bıçak gibi sokmak suretiyle Birinci Dünya Savaşı sonrası şartlarında yörede oluşturdukları kukla devletleri zapturapt altında tutma ve su yollarıyla doğal kaynakların kontrolünü sağlama politikalarını güvence altına almışlardır. Bir taraftan da yüzyıllarca Batı’da var olan bir problemi, bir türlü topluma entegrasyon sağlayamayan ve hep çıban başı olarak görülen Yahudi problemini, onları Filistin bölgesine göndermek suretiyle çözmüşlerdir.
Bir düşünce ve siyasal bir hareket olarak Siyonizmin teşekkülüne ve gelişimine dair tüm bunlar dikkate alındığında Siyonizm emperyalist güçlerle ve onlarla doğrudan irtibatlı olan siyasal ve dinî çevrelerle yakından ilişkili küresel bir projedir. Nitekim günümüzde ABD’den İngiltere’ye ve diğer birçok Batı ülkesine kadar cari dünya düzeninin hegemonyal güçleri bu projeye müdahildir. Küresel bir akım olarak Siyonizm, siyasetten ekonomiye, medyadan eğlence ve silah sektörüne hemen her alanda oldukça güçlüdür. Bu küresel güç bugün Gazze’de, Kudüs’te ve Filistin’de kendi çıkar ve menfaatine karşıt olarak gördüğü herkesi yok etmekte, soykırım ve etnik temizlik yürütmektedir.
Küresel Siyonizm yaptığı katliam ve soykırımı siyasal, dinî çeşitli argümanlarla ve medyatik dezenformasyonla meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Kontrol ettiği basılı ve sosyal medya aygıtlarıyla sinema ve eğlence endüstrisiyle olayları kendi zaviyesinden insanlara ulaştırmaya önem vermekte, müthiş bir manipülasyon yapmaktadır. Bundan başka yaptıkları katliamı ve soykırımı demokrasinin savunulması, terörle mücadele gibi yaldızlı sözlerle seküler dünya kamuoyunda meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ayrıca Filistin’de yürütülen zulüm ve katliam dindar Yahudiler ve Hristiyanlar nezdinde de teopolitik bir zemine oturtulmaya çalışılmakta, böylelikle hitap ettikleri Yahudi ya da Hristiyan yandaşları bu teopolitik zemin ile konsolide edilmeye çalışılmaktadır.
Katledilen Filistinliler Yahudi kutsal metninde İsrailoğulları’nın tarihsel düşmanları olarak öne çıkarılan Amaleklerle özdeşleştirilerek adeta şeytanlaştırılmakta, bu katliamı yapan Siyonist işgalcilerin tutumları ise Yeşaya kehanetindeki Mesih dönemine yönelik gelişmeler şeklinde yorumlanarak meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle bebeklere, çocuklara ve kadınlara karşı savaşıp onları vahşice katleden, Gazze’yi ve Batı Şeria’yı boş bir kabuğa çevirmeye çalışan katliamcılar dindar fanatik Yahudilerden destek talep etmektedir. Hristiyan Siyonistler de benzer şekilde kutsal metinlerinden hareketle Siyonist Yahudilerin seçilmişliğine, vadedildiğine inanılan toprakları işgal etmelerine inandıkları işgalci Siyonistlere İsâ Mesih’in ikinci gelişi öncesi her türlü desteği vermeyi dinî bir görev addetmekte ve bu gelecek döneme yönelik teolojik beklentileri doğrultusunda onlar tarafından işlenen her cürmü açıktan desteklemektedirler.
Bu arada Filistin’de yaşanan olayların ve buradaki Siyonist işgal, soykırım ve etnik temizlik politikasının nihai hedefinin Kudüs olduğunun da altını çizmek gerekir. Gerek Yahudi gerekse Hristiyan Siyonistler açısından Filistin’in işgalindeki en temel amaç Kudüs’e tamamıyla hâkim olmak ve orada Mescidi Aksa ve Kubbetu’s-Sahra’nın bulunduğu alanda mabedi yeniden inşa etmektir. Yahudiler ve Hristiyanlarca kutsal kabul edilen metinlerde “Tanrı’nın ikamet ettiği” mekân olarak görülen Kudüs, küresel Siyonizm projesinin en temel amacıdır. Bu nedenle bugün yaşanan soykırım, etnik temizlik ve işgal yalnızca Gazze ve Batı Şeria ile sınırlı kalmayacak, bir sonraki adım olarak kesinlikle Kudüs ve civarı da özellikle Müslümanlardan ve İslâmî mirastan arındırılacaktır.
Son olarak Gazze’de yaşananların muhtemel sonuçlarının neler olacağına dair de bir şeyler söylemek yararlı olacaktır. Öncelikle küresel Siyonist güçlerce yürütülen bu soykırım ve etnik temizlik karşısında malını, canını, her şeyini infak eden Gazzelilerin bununla kaybetmediklerini tam tersine kazandıklarını vurgulamak gerekir. Buradaki kayıp ya da kazancın sadece günübirlik değil geleceğe yönelik düşünülmesi gerektiğinin altı çizilmelidir. Bu onurlu mücadeleyle bu dik duruşla ve direnişle Gazze halkı tüm dünyada zulme karşı direniş ruhunu canlandırmıştır. Bununla baskı ve zulüm altındaki insanlar zalimlerle ancak onurlu bir duruşla bir direnişle mücadele edilebileceğini öğrenmiş oldular. Hamas ve direnişçiler tüm dünyaya bunu gösterdiler. Bunun ciddi bir kazanım olduğu aşikârdır.
Bir diğer sonuç; mağduriyet psikolojisiyle ve Holokost endüstrisiyle sürekli kendini korunup kollanması gereken bir yapı olarak sunan işgalci İsrail’in ve buna sınırsız medyatik, siyasal, kültürel destek veren küresel destekçilerinin yıllar yılı oluşturdukları PR çalışmaları ters yüz oldu. İşgalci İsrail’in ve onun yularını elinde tutan sahiplerinin tüm maskeleri düştü, meşruiyetleri dünya genelinde sorgulanır hale geldi. Bu durum artık işgalci Siyonistlerin ve küresel destekçilerinin eskiden olduğu gibi rahatça dünya halklarını kolayca manipüle edemeyecekleri anlamına geliyor.
Yaşanan hadiselerin bir başka sonucu soykırım ve etnik temizliğe rağmen işgalcilerin işgal ettikleri topraklarında asla güven içinde olamayacakları asla huzur bulamayacaklarıdır. Gazze’de, Batı Şeria’da hatta tüm Filistin’de binlerce bebeği, çocuğu katletseler de ileride bu topraklardan zalimleri tahtından indiren yeni bir Mûsâ’nın çıkışını engelleyemeyeceklerdir. Bugünün işkence gören bebekleri yarının Ebû Ubeyde’leri olarak yetişecektir. Hamas askerî olarak bugün tamamıyla yok edilecek olsa de Hamas ruhu dalga dalga yalnızca Filistin’de değil tüm dünyada yayılacak ve zalimlere karşı direnişi ve mücadeleyi örgütleyecektir.
Ayrıca Gazze olayları işgalci Siyonistlerin bölgedeki işbirlikçilerinin maskelerini de düşürmüştür. Bunların küresel emperyalist güçlerle iş birliği içinde yürüttükleri “İbrahim Antlaşmaları” gibi projeler halklar nezdinde sorgulanmaya başlamıştır. Gazze’deki katliamı ve yıkımı sadece kınamakla yetinen bölge yönetimlerinin ne kadar küresel Siyonizm’in tutsağı ve uşağı olduğu, Arap Birliği ve İslâm İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşların ne kadar boş ve işlevsiz olduğu açığa çıkmıştır. Batı Şeria’daki kukla Filistin yönetimi de dahil bölge iktidarlarının bir taraftan göstermelik kınamalar yaparken diğer taraftan işgalci Siyonist yapıyla ve onun hamisi küresel güçlerle nasıl iş çevirdiği, hatta içten içe Hamas’ın ve direnişçilerin bir an önce tamamen yok edilmesi için adeta yağmur duasına çıktıkları ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar içinde yaşadığımız bölgede vicdan sahibi halklar nezdinde böylesi yapıların meşruiyetinin daha fazla sorgulanacağı anlamına gelmektedir.
Son söz olarak; bugün hemen her saat yaşanmakta bu katliamın sonucunun ne olacağını kuşkusuz Allah bilir. Ancak Gazze olaylarında Gazzelilerden çok tüm insanlığın, hepimizin sınanıp denendiği bir gerçektir. Önemli olan zulüm karşısındaki tutumumuzla, yapıp ettiğimizle bu sınanmadan alnımızın akıyla çıkmaktır. Bunun için de zulme karşı çıkmak, amasız fakatsız her şeyimizle mazlumun yanında yer almak, zulme destek verenlerin ya da buna sessiz kalanların safında olmamaktır aslolan… Allah’ın kitabında vurgulandığı gibi “Onların bir planı bir hesabı var, Allah’ın da bir planı bir hesabı var. Allah plan, hesap yapanların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 3/54).
Prof. Dr. Şinasi Gündüz
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Şubat-Mart 2024/29 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com