Allah’a davet için gelmiş bir peygamberin ne zaman doğduğu, davet etmekle mükellef olduğu insanlar açısından ne önem arz eder?
Pazartesi günü doğmasıyla Salı günü doğması arasında da önemli bir fark yoktur. Şüphesiz, ona ait ne varsa bizim açımızdan el üstünde tutulur niteliğe haizdir. Ancak ona ait olanları iki sınıfta ele almamız daha doğru olacaktır:
Bizi ona iman bağıyla bağlayan konular ve onun kendine ait, bizce de el üstünde tutulması gereken konular.
Onun boyunun uzunluğu, annesinin adı, evlenme yaşı gibi konular elbette hoş bilgilerden oluşur. Asıl bizi ilgilendiren ise onun bize vermek için ortaya koyduğu şeyler olmalıdır. Aksi takdirde biz, bize ait olanı ihmal ederek kazanacaklarımızı kaybetmiş oluruz. Onun sünnetine ittiba etmeye denk sayabileceğimiz hiçbir tarihi bilgi yoktur.
Bu nedenle siret bilgisinin, doğum günü veya hicretin abartılması, asıl mesele olan onun sünnetini yaşamaya yatırım yapmanın yerini oyduğu sürece öncelikli işlerimiz arasında olmaması gereken bir listede kalmalıdır. Allah Teâlâ peygamberini insanları imana davet etmesi ve ona uymalarını sağlamak için göndermiştir. Onun varlığının temel gayesi peşinden gidilmesidir. Bir dönemin insanları onun peşinden gitmeyi, reklamının yapılması olarak algılamışlarsa da asıl alınması gerekeni ihmal etmiş olmaktadırlar. Hedef; ittiba etmek, onun şeriatını üstün kılmaktır.
Mekke ve Medine’nin tarihini, iki şehrin tarihi olarak gördüğümüzde de aynı yanılgıya düşmüş oluruz. Mekke ve Medine, iki şehir olmaktan öte, ilk iki uygulama alanı olarak görüldüğünde din penceresinden bakmış oluruz. Mekke ve Medine’nin tarihini, bugün bir benzerini yaşadığımız ve gelecek nesillerin de muhakkak benzerlerini yaşayacakları olayların önümüze konmuş krokisi olarak görmeliyiz.
Mekke ve Medine’yi tarihi mekânlar olarak görenler, Uhud’da Hamza radıyallahu anhın kabrini ziyaret edip Hamza’ya ağlayarak boşalıp gelirler. Hamza’ya ağlamak diye bir ibadet yoktur aslında. Hamza’nın Allah yolundaki fedakârlığından ibret almak ise kazandıran bir ziyaret olur. Medine’yi bize ait yapının, kimliğimizin, idealimizin ilk ve ebedi örneği olarak gören göz, hakikati gören bir gözdür.
Mekke tarihimizin özeti Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin nübüvvetini ilan ettiği Mekke’deki görüntü ana hatlarıyla şöyleydi:
a- Hak ve batıl cepheleri bütün güçleriyle hareket halindeydi. Hakkın adamı olanlar ellerindeki her imkânı hakkın hizmetinde kullanıyor, batılın adamları da batılı güçlü kılmak için ellerindekini esirgemiyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve mü’minler, şartları ileri sürerek kendi içlerine kapanıp kalmıyor, fırsatları iyi değerlendirerek davet hamlesi yapıyorlardı. En olumsuz şartları bile davetin lehine kullanmaya çalışıyorlardı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına sürekli olarak, önlerine bakma yerine ileriyi, yarınları görmelerini tavsiye ediyordu.
Hicret, bir savunma ve sabır sistemi olarak denenmişti. En son merkez olarak kullanılacak bir zemin araştırması da yapılıyordu. Sonunda bu araştırma Yesrib olarak noktalanmıştı.
b- Hakkın adamları insanî ve ahlâkî ilkeler doğrultusunda çalışıyor, ilkesizliğe kapı açmıyordu. Batılın adamları ise gözleri dönmüş olarak meydanda duruyor, hakkı ezebilmek için ilkeli veya ilkesiz her hareketi benimseyebiliyorlardı. Kendi koydukları ilkeleri bile çiğnedikleri oluyordu.
Batılın taviz karşılığı anlaşma tekliflerinin hiç biri kabul edilmemiş, akideden tavize yanaşılmamıştı.
c- Hakkın adamı olanlar kitle sayılamayacak kadar azınlıktılar. Batılın adamları ise kalabalıkları oluşturuyordu. Bunun yanında hakkın adamı olan mü’minler umumiyetle zavallıları temsil ediyordu. Şehir gücünü elinde tutanlar ve toplumun güçlü gördükleri ise öbür tarafta idiler. Bunun sonucu olarak da mü’minlerin kıt imkânlarla yola devam etmeleri, müşriklerin de dilediklerini yapabilecekleri imkânlarla yol almaları durumu ortaya çıkıyordu.
d- Muhtelif ayetlerden anladığımız önemli bir hakikat Mekke’deki durumu bize izah etmektedir. Mekke’de o dönem için, ahlâkî ölçüler dâhilinde bir kültür mücadelesi yapılmamıştı. Müşrikler, eğlenme, alay etme, delilikle itham etme, şahsiyet yıpratma, ekonomik abluka, sosyal baskının her türü ile mücadele ediyorlardı. Mü’minler de en güzel sabır örneklerini, fedakârlığın her türlüsünü yaparak karşılık veriyorlardı. Bu duruma ait çeşitli olayların örnekleri yaygın bir şekilde bilinen siret bilgilerimiz arasında vardır.
Buna karşılık olarak mü’minler, cemaat mantığı ile hareket ediyor. Tek vücut oluyorlardı. Cihadın adı kullanılıyor ama tatbik edilen cihad Kur’an’ın tebliği cihadı idi.
Mekke’deki bu tablodan, mü’minlerin müdafaa hattında kalmaları, müşriklerin ise sürekli saldıran konumunda olmaları gerekiyordu. Vakıa ise öyle olmadı. Şirk kendini savunma durumunda görüyor, hakları olan putlara tapınmanın kendilerinden gasp edildiğini iddia ediyorlardı. Allah’ın yardımına hak kazanan mü’minler, sabrın akıbetini görmüş ve şirki kendi kalesinde yok olmaya mahkûm etmişlerdi.
Medine tarihimizin özeti
Yesrib’in Medine haline gelme sürecini ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin oradaki on yılını ana hatlarıyla şöyle izleyebiliriz:
a- Darulerkam’da gizlice Kur’an okunmaya çalışılan Mekke döneminden sonra, İslam’ı devlet yapma, Allah’ın ahkâmını kanunlaştırma dönemi oldu, Medine dönemi. İslam, lütfedenlerin emirlerini yerine getirdiği bir din olmaktan yükselip ayet ayet, hadis hadis hayata nüfuz eden bir din haline geldi. İslam devletinin temel ilkeleri yerleştirildi. Kıyamete kadar yaşayacak bütün insanların rehberi olacak sistem oluşturuldu. Medine’de yaşayan farklı kesimleri ihtiva eden önemli bir anlaşma yapılarak, kurallı ve ilkeli bir yapılaşma tesis edildi. Kadın ve kölelik gibi insanlığın kangrenleşmiş sorunlarına en mükemmel çareler getirildi. Kadınlar erkeklerin oturduğu yere oturtuldu.
b- Mü’minler, aynı anneden doğdukları kardeşleriyle hissettikleri yakınlığı bile aşacak düzeyde bir kardeşlik bağını tesis ettiler.
Birbirlerine mal ve can feda etmeye hazır hale geldiler. Böylece, İslam’ın devlet haline gelmesinin en önemli gereklerinden biri olan kenetlenmiş halk kitlesi oluştu. O halk, canıyla, malıyla dini ve dinini yaşadığı toprağı için hazır ordu haline geldi. Konuşmak gerektiğinde konuşan, iş gerektiğinde iş yapan mübarek bir halk tabakası ortaya çıktı. Medine, Kur’an’ın dediklerinin Mushaflarda yazılı iyi sözler olarak kalmasını önleyip, bütün Kur’an’ı tek harfine kadar yaşanmış, gönül rızasıyla tatbik edilmiş bir kitap haline getirmiştir.
c- Medine, İslam’ın geleceği açısından fitne oluşturabilecek Yahudilerden temizlendi. Çünkü Yahudiler, daha önce din görmüş ve o dini tahrif etmişlerdi. Müslümanların dinlerini sulandırmaları açısından ciddi bir tehlike, askeri açıdan da riskli bir konumda bulunuyorlardı. Kısa bir zamanda, imzaladıkları anlaşmalara hıyanet ederek Medine dışına sürülmelerinin yasal zeminini kendileri oluşturdular.
d- Medine’nin dışında kalan devletler ve kabileler davet halkasına alındı. Bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara elçilerini gönderdi; imana davet edildiler. Açılım merkezden bütün dünyaya doğru gerçekleşti. Medine’ye gelen temsilcilerle görüşüldü. On yıl gibi kısa bir zamanda uluslararası hale gelindi.
e- Ashabı kiram, Mekke döneminde gösterdiği sabrın bir benzerini Medine’de gösterdi. Medine, Mekke’deki olaylardan aşağı kalmayacak sıkıntılarla yoğruldu. İç ve dış sorunlar, ashabın sabır göğsüne çarptı ve zararsız hale geldi. Medine, Mekke’ye göre daha rahat bir dönem değildi. Bilakis daha yoğun ve daha ağır sorunlar yaşandı.
f- Medine döneminde küfrün fikir babalarına karşı yapılan hamleler önemli sonuçlar kazandırdı. Dünya kâfirleri olarak azalmadılarsa da Medine’yi çevreleyen bölgede üretken kâfirler temizlenmiş oldu.
g- Ekonomik yapı güçlendirildi. Sadaka alan konumundan sadaka dağıtan konuma geçildi. Cihadın en önemli türlerinden biri olarak malla cihad geliştirildi.
h- Mescit hayatın merkezi haline getirildi. Ezan simge oldu. Dinin kemale erdiği Kur’an’la perçinlendi.
i- En önemli toplumsal sorunlardan biri olarak münafıklığa karşı tedbirler alındı. Küfür ve nifak meydandan tamamen çekilmedi; fırsatları gözlediği bir sürece girmiş oldu. Müslümanlar da buna karşılık cihad hamlesiyle teyakkuzda oldular.
Özlerde değişme yoktur
İslam’a iman eden insanların özü, ilk mü’minlerle aynıdır. Birinci asır mü’minleriyle günümüz mü’minlerinin özde bir farkı yoktur.
Cephenin diğer bölümlerini oluşturan kâfirlerde ve münafıklarda da bir değişiklik yoktur. Araçlar ve renkler değişik görünse de amaçlar ve gayeler aynıdır. Herkes yolundadır ve yolun gereklerini yapmaktadır. Adların değişmesine, renklerin cazibesine aldanacak değiliz. İslam güçlendikçe nifak yayılacak, mü’minler zayıfladıkça da küfür dişlerini gösterecektir. İslam’ın karşısına dikilenin adı Ebu Cehil olsa ne olur, Ebu Leheb olsa ne olur?
O günkü sıddık Ebu Bekir’di. Aynı sadakati gösterebildikten sonra bugünkü sıddık Ahmed veya Mehmed olsa ne olur? İman aynı iman, küfür aynı küfür, cephe aynı cephedir.