Büyük İslam ailesinin fertleri dünyanın dört bir tarafından Hz. İbrahim’in yüzyıllar önceki davetine icabet edip “Lebbeyk” diyerek o kutsal beldelere varmaya başladılar. O bereketli topraklara varmak amacı ile yola çıkan Rahman’ın Misafirlerine “nereye gidiyorsunuz?” diye sorduğunuzda, her yolcudan “Hacca gidiyoruz” diye cevap alacaksınızdır. Ama bu cevap böyle kutsi bir yolculuğun mana ve kıymetini duyurma adına yeterli olmayacaktır. Bunun için bu kutsi yolun yolcularından “hacca gidiyoruz yerine, haccı yaşamaya gidiyoruz” sözünü içini doldurularak ikrar edilmesini ümit etmekteyiz.. Çünkü hacca giden ile haccı yaşayan aynı ruh hali ile evine dönmeyeceği muhakkaktır. Giden ile yaşayan arasında çok önemli farklar vardır. Bu farkı görebilmek için ne ciddi bir araştırmaya ne de özel bir gayrete gerek var; eğer her giden haccı yaşasaydı ve o büyük İslam aşığı İkbal’in deyimi ile dönenler tekke, tesbih, seccade yerine o beldelerin asli sahiplerinin oraya bıraktıkları silinmez izleri anlayıp getirselerdi, herhalde halimiz çok daha farklı olurdu. Bunun için hacca gidenler çok, ama haccı yaşayanlar ne yazık ki aynı çoğunlukta değillerdir. Öyleyse gelin hacca gidenle, haccı yaşayan arasındaki farkları biraz olsun görmeye çalışalım.
Hacca giden işin sadece menasik boyutu ile ilgilenir. Her biri birer sembol olan İhram, Tavaf, Sa’y, Arafat ve Müzdelife Vakfesi, Şeytan taşlama ve diğer tüm amellerin ambalajını görür, onları koruma adına kılı kırk yarar. Ama haccı yaşayan menasiklerin ambalajını koruduğu gibi, o sembollerin arkasında duran manayı da anlar; sembollerin birer parmak olduğunun bilincinde olur, parmağın gösterdiği asıl ruhu kavramanın gayretini de ortaya koyar. İhram: Giden için iki parça bez, yaşayan için ise mahşerin provasını oynamak için giyindiği bir kefendir. Tavaf: Giden için 7 kez Kâbe’nin etrafında kuralları belli bir dönüş, yaşayan için ise kâinatın evrensel akışına dâhil olmaktır. Hacerü’l-Esved: Giden için ya tavafın başlangıcının ve bitişinin bir işareti, yada daha çok sevap kapma adına öpülmesi gereken bir kutsal taş, yaşayan için ise Allah’ın yeryüzündeki sağ elinin bir sembolü, yani Allah ile sözleşme yapmak için yeryüzüne uzatılan ve üzerine el koyup misakların yenileneceği bir vesiledir. Sa’y: Giden için 400 metrelik mesafeyi biran önce bitirme adına koşulan bir saha, yaşayan için ise Hacer’in rolünü oynama fırsatıdır. Kulun elinden geleni yapmadan, Allah’ın rahmetinin ulaşmayacağını öğrenme yeridir. Zemzem: Giden için içtikçe sevap kazanılan bir şifa suyu, yaşayan için ise Hacer’in çabasını, İsmail’in teslimiyetini ve Abdulmuttalib’in gayretini âleme haykıran bir ikramdır. Arafat: Giden için ya ucuzdan cenneti kazanmanın bir mekânı, yada sadece yerine getirme zorunluluğu olan bir bekleme salonu, yaşayan için ise bir tanışma yani marifet diyarıdır. Allah ile insanın kendi nefsi ile evren ile yeniden tanışıp, varlık âlemine karşı sorumluluk bilincinin farkına varmak ve son nefesine kadar nerede nasıl duracağını (vakfe) öğrenme yeridir. Müzdelife: Giden için ya durmak, ya yarın ki şeytan taşlamak için taş toplama yeri, yaşayan için ise bir şuur diyarıdır. Arafat’ta elde ettiği marifeti içselleştirerek bilinç ışıklarını bir daha söndürmemek için yakacağı bir mekândır. Mina: Giden için ya taşa taş atma ya birbirine eziyet verme yeri, yaşayan için ise aşk, savaş, cihad ve hepsinden öte İbrahim’in ve İsmail’in rolünü oynama meydanıdır.
Giden için Mekke ve Medine bazı kutsal yapılar dışında sıradan birer toprak parçası, yaşayan için ise Hz. Âdem’den başlayıp, o güne kadar gelen tüm risalet davasının yiğitlerinin ayak bastığı topraklardır. Giden için oralar görünen yüzü ile soğuk yapıların, volkanik kayaların, ağaçsız ve yeşilsiz tabiatın bir parçası, yaşayan için ise 1500 sene öncesine kurulan köprülerle Bab-ı Selam’dan içeriye giren Âlemin Sultanı’nın arkasına takılma ve O’nunla birlikte bir hac yapma fırsatını bulacağı bir ikramdır. Giden için milyonlarca insanın bir arada bulunma zorluğunu derinden hissettiği ve bu büyük insan selinin oluşturduğu haykırıştan oldukça rahatsızlandığı bir mekan, yaşayan için ise duyduğu o haykırışların arasında Hz. Adem’intevbesini, Hz.Nuh’un inlemelerini, Hz. Hud’un kavmi ile olan mücadelesini ve Hz. İbrahim’in ailesi ile birlikte yola çıkışını bizzat müşahede etme fırsatını yakalayacağı bir yerdir.
Giden için orada gördüğü her insan sıradan bir muamele yaptığı yada bazen kimilerinin cüssesine burun kıvırdığı, kimilerin kirli ve yırtık ihramlarına bakıp güldüğü yada kimilerinin derilerinin rengi ile uğraştığı bir alan, yaşayan için ise; “Her gördüğünü Hızır, her geceyi ise Kadir gecesi bil” sırrı ile doğrulmanın mücadelesinin verileceği bir mekandır. Bu gözle etrafındaki insan manzaralarına bakan sizce sıradan insanlar mı görür? Yoksa gördüğü her Iraklıyı Ümmü Şerik el-Guzeyye’yi hatırlayarak mı selamlar? Yoksa kimilerinin yan göz ile baktığı her İranlı kardeşini Selman-ı Faris’i diye, her Etopyalı’yıHz.Peygamber’in müezzini Bilal-i Habeşi yada adil kral Necaşi olarak mı selamlar? Yoksa gördüğü her hanım gözünde Hz. Hatice’nin rolünü oynamaya gelen biri, her genç kız Hz. Aişe gibi ümmete değer katmaya çalışan biri gibi mi görünür? Yoksa gördüğü her çocuk ona Enes b. Malik’i, Abdullah ibn Ömer’i, her yaşlı amca ise ona Hz. Abbas’ı ve Hz. Ebubekir’in babası Ebu Kuhafe’yi mi hatırlatır?
İşte giden ile yaşayan arasında böyle farklar var. Her halde o kutsal topraklara bu şekilde ayak basanlar hem orada, hem döndükten sonra çok farklı kazanımlarla dönecek, belki her bir hacı hayatının kalan diğer günlerinde bir Hızır rolünü oynama çabası vererek, topraklarımızı yeşerteceklerdir.
Rabbim hepimize böyle haclar nasip etsin. Gidenler bu şuur ile varsın ve bu bilinç ile dönsün; gidemeyenlerde inşallah oralara gidecek bir yol bulsun. (âmin)
Muhammed Emin YILDIRIM