Ebû Hureyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre,
— Yâ Rasûlallâh! Kıyamet günü senin şefaatine; ilgi ve teveccühüne nail olacak en bahtiyar insan kimdir? suâli soruldu. Rasûlullah (sas):
— Ebû Hureyre! Hadise olan hırs ve merakını gördüğüm için, bu hadisi senden evvel bana hiç kimsenin sormayacağını biliyordum. Kıyamet gününde benim şefaatime nail olan insanların en bahtiyarı, içten bir yönelişle kulluğu Allah’a has kılarak lâ ilâhe illallâh diyen kimsedir” buyurdu[1].
Kıyamet günü Rasûl-i Ekrem’in şefaatine, onun ilgi ve teveccühüne kimin nail olacağına cevap veren bu hadis-i şerif, metni içinde hadîs kelimesi geçtiğinden burada zikredilerek hadisin mahiyeti hakkında bilgi verilmesi uygun görülmüştür. Şüphesiz içinde hadîs lafzı geçen başka hadisler mevcuttur. Onlardan birisi şudur:
Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a) rivâyet edildiğine göre bir kadın Rasûlullah’a (sas) gelerek:
— Yâ Rasûlallah! Senin hadisini (söz, haber ve konuşmalarını) erkekler alıp götürmekte ve ondan sadece onlar faydalanmaktadırlar. Bize de bir gün ayır, o gün sana gelelim de Allah’ın sana öğrettiklerinden bize öğretirsin, dedi. Rasûlullah (sas):
— Şu gün (şu yerde) toplanın, buyurdu. Bunun üzerine kadınlar toplandılar. Rasûlullah (sas) onların yanına gelerek, Allah’ın kendisine öğrettiklerinden onlara bir şeyler öğretti[2].
Hadis lugatte, “söz, haber, sonradan olan, yeni” gibi mânalara gelir. Hadisin, terim olarak yaygınlık kazanmış olan tarifi ise, Rasûlullah’ın (sas) sözü, fiili, takriri yani, sahâbenin yaptığını görüp de reddetmediği hareket ve davranışları (kabul, takrir ve tasvibi), yaratılışı (fıtrî-fizyolojik özellikleri) veya ahlâkı ile ilgili intikal eden her türlü bilgi demektir.
Bu durumda, Rasûl-i Ekrem’in “Yavrucuğum! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!”[3] hadisi sözlü bir ifadedir. Sahâbe tarafından, Rasûl-i Ekrem’in namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetleri nasıl yerine getirdiğine dair nakledilen rivâyetler; hareket ve davranışlar da fiil için birer misal olmaktadır. Enes b. Mâlik’in (r.a), “Rasûlullah (sas) sima olarak insanların en güzeli, yaratılış bakımından en mükemmeli ve en mütenâsibi idi. O, ne çok uzun ne de kısa idi”[4] şeklindeki ifadesi Hz. Peygamber’in yaratılışı ile alâkalı bir misaldir. Abdullah b. Abbâs’ın (r.a), şu tesbiti de onun ahlâkına dair bir misal teşkil etmektedir: “Rasûlullah (sas) insanların en cömerdi idi. O, ramazan ayında Cebrâil ile buluştuğunda daha da cömert olurdu. O, ramazanın her gecesinde Cebrâil ile buluşup karşılıklı olarak Kur’ân’ı okurdu. Hayır konusunda Rasûlullah (sas), sürekli esen ve yağmur yüklü bulutları taşıyan rüzgardan kesinlikle daha cömerttir.”[5]
Hadis denildiğinde bilhassa Türk dili ve edebiyatında Peygamber’in (sas) sözleri anlaşılır. Kelimenin çoğulu ehâdîstir. Hadis ilmi ile meşgul olan kimselere “muhaddis, hadisçi (hadîsî), hadis âlimi, ehl-i hadîs, ehl-i eser” gibi adlar verilir.
Tirmizî (v. 279/892), Sünen/ Câmi adlı kitabını tasnif edip Hicaz, Irak ve Horasan ulemâsına onu arz ettiğini, onların da bunu kabul ve tasvip ettiklerini belirttikten sonra şöyle der: “Kimin evinde bu kitap var ise, sanki onun evinde konuşan bir peygamber vardır (ve men kâne fî beytihî fe keennemâ fî beytihî nebiyyün yetekellemu)”[6] derken, bir bilgi hazinesi ve feyiz kaynağı olarak hadis kitâbiyâtına vurgu yaptığı görülür.
Hatîb Bağdâdî (v. 463/1071), hadis ilminin kapsam alanı hakkında şu bilgileri verir:
“Hadis, usûl-i tevhid, vaad-vaîd, sıfâtullah, cennet ve cehennem tavsifi, ehl-i cennet için hazırlanan mükâfat ve ehl-i cehennem için verilecek ceza, Allah’ın yerlerde ve göklerde yarattığı ilginç varlıklar, melekler âleminin sıfat ve mahiyeti hakkında bilgiler ihtiva eder. Hadiste peygamberlerin kıssaları, zâhitlerin ve Allah dostlarının haberleri vardır. Edip ve hatiplerin vaazları, fakihlerin sözleri, Arap ve Acem meliklerinin siretleri, geçmiş ümmetlerin hayat hikâyeleri ordadır. Rasûlullah’ın (sas) gazvelerinin ve seriyyelerinin açıklaması, verdiği hüküm ve fetvâları, konuşmaları, hutbe ve vaazları, mucizeleri, nübüvvetini gösteren her türlü hali ordadır. Hanımları, çocukları, damatları ve ashabı, onların faziletleri, ibretâmiz hatıraları, ahbâr ve menâkıbı, yaşadıkları ömürleri ve neseplerine dair bilgiler hep ordadır. Kur’ân-ı Azîm’in tefsiri, ondaki haber ve hikmetli zikri orada bulursun. Sahâbenin ahkâma dair sözleri ve bilâhare onlardan herbirinin sözüne kâil olan müctehid imamların ortaya koydukları bilgi yine ordadır”[7].
Bu demektir ki, hadis ilminin konusu Hz. Peygamber’dir. Teknik tabirle bu, râvi (hadisi rivâyet eden) ile mervî (rivâyet edilen hadis) demektir.
Hadis ilminin gayesi ise, sahih/ sâbit olanını olmayandan tefrik etmek ve Hz. Peygamber’i kendisine yapılan yakıştırmalardan tenzih etmektir. Demek oluyor ki, hadis ilminin asıl hedefi, doğru olan rivâyeti tesbit etmek ve onu sağlıklı biçimde uygulamaya hazır hale getirmektir. Başka bir tabirle, nakledilen sözün Rasûl-i Ekrem’e âidiyetini ortaya koymak; ait ise gereğini, mâna va maksadını tesbit etmek, ait değil ise, söylemediği bir sözü Rasûl-i Ekrem’e isnad etme cinayetinden sakınmak ve sakındırmaktır. Hadis ilmi, kendisine bağlı bütün disiplinlerle birlikte işte bu gayeye hizmet eder. Buhârî’nin (v. 256/869), “Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e yalan nisbet eden kimsenin günahı” başlığı altında, yukarıdaki hadisle birlikte zikrettiği hadisler arasında yer verdiği şu hadis, bu açıdan dikkat çekicidir: “Benim söylemediğimi benim adıma uydurmayın. Benim adıma hadis uyduran kimse ateşe girsin!”[8].
Müekked sünnet hatta farz-ı kifâye olarak görülen hadis ilmindeki isnad sistemi, mes’uliyet duygusunun bir tezahürü olarak işte bu hizmeti gerçekleştirmek için doğmuş ve gelişmiştir.
Şu’be b. el-Haccâc’ın (v. 160/776), “Kendisinde haddesenâ veya ahberanâ (yani râvisi ve senedi) olmayan her hadis abur cuburdur”[9] şeklindeki uyarısı ile Abdullah İbnü’l-Mübârek’in (v. 181/797) “Muttasıl isnad talebi dindendir”[10] veya “Bana göre isnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, isteyen istediğini söylerdi. ‘Sana kim rivâyet etti?’ diye ona sorulacak olsa, suskun ve şaşkın bir vaziyette kalır”[11] tesbiti ya da onun “Dininin hüküm ve meselesini (emr) isnadsız olarak talep eden kimse, çatıya merdivensiz olarak çıkmak isteyen kimse gibidir”[12] tarzındaki benzetmesi, vazgeçilmez bir temel olarak senedin/ isnâdın yerini ve onun din ile olan münasebetini dile getiren örneklerdir. Zira bir mesken için tapu neyi ifade ediyor ise, hadis için de sened/ isnâd onu ifade eder.
Ayrıca Ebû Hâtim er-Râzî’nin (v. 275/888), “Allah’ın Âdemi yarattığı günden beri, hiçbir ümmet içinde bu ümmet gibi, peygamberlerinin haberlerini ve onların haleflerinin neseplerini hıfzeden bir topluluk olmamıştır”[13] sözü isnadın, eski-yeni diğer ümmetlerin aksine bu ümmetin hususiyetlerinden birisi olduğunu ifade eden diğer bir örnektir.
Temelde iki cihan saâdetine ulaşmayı hedefleyen bu hizmet anlayışı, ehl-i hadis tarafından ilmî mes’uliyet/ emânet-i ilmiyye gereği “kınayanın kınamasına aldırmadan” hayata geçirilmiştir.
Prof. Dr. Zekeriya Güler
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ocak-Mart 2017/1 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
siyerdergisi.com
[1] Buhârî, İlim, 33, Rikâk, 51.
[2] Buhârî, İlim, 34; İ’tisâm, 9; Müslim, Birr, 152; Ahmed b. Hanbel, II, 246, III, 34.
[3] Buhârî, Et’ıme, 2; Müslim, Eşribe, 108.
[4] Buhârî, Menâkıb, 23; Müslim, Fezâil, 113.
[5] Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 5; Müslim, Fezâil, 50.
[6] Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, II, 634; İbn Hacer, Tehzîb, IX, 389; Kâtib Çelebi, Keşfu’z zunûn, I, 559.
[7] Hatîb, Şerefu ashâbi’l-hadîs, s. 8.
[8] Buhârî, İlim, 38; Tirmizî, İlim, 8.
[9] Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 517; Hatîb, el-Kifâye, s. 412, 454.
[10] Hatîb, a.g.e., s. 557.
[11] Müslim, Mukaddime, 5; Tirmizî, Sünen, V, 740; Hatîb, Târîhu Bağdâd, VI, 166; a. mlf., el-Kifâye, s. 558; Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, III, 1054.
[12] Hatîb, el-Kifâye, s. 558.
[13] Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâzıla, s. 24.