İnsan, akıllı bir varlık olmakla birlikte doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte pek çok konuda desteğe ve rehberliğe muhtaçtır. Eğitim, iyi bir insan olma yolunda ona birçok kazanımlar sağlasa da insanın, hayatına yön verecek örnek ve rol model şahsiyetlere ihtiyacı vardır. İşte Yüce Allah, insanların bu ihtiyaçlarını gidermek, onlara rehberlik etmek, emir ve yasaklarını onlara iletmek ve bunların nasıl uygulanacağını onlara göstermek için peygamberler göndermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin kendilerine uyulması, dolayısıyla model alınmaları için gönderildiği belirtilmiş (en-Nisâ, 4/64) ve insanlardan onlara tâbi olmaları istenmiştir (el-En‘âm, 6/90). Yine pek çok âyet ve hadiste Resûlullah’ın (sas) bildirdiği ve hayatında uyguladığı hükümlere uyulması ve onun izinden gidilmesi emredilmiştir. Kur’ân, Hz. Peygamber’e itaat etmeyi Allah’a itaat etmekle eş değer tutmuş (en-Nisâ, 4/80), Allah Resûlü (sas) de kendisine itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını, isyan edenin de Allah’a isyan etmiş olacağını bildirmiştir (Müslim, “İmâre”, 33).
Peygamberler tarih boyunca söylemleri ve eylemleriyle insanlığın en önde gelen örnek şahsiyetleri olmuşlar ve insanlara hidayet yollarını göstermişlerdir. Peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed (sas) de insanlığa gönderilen en güzel örnektir. Şu âyet, Hz. Peygamber’in örnekliğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 33/21). Allah’ın rızâsını arzulayan, âhirette pek çok nimetlere mazhar olmayı ümit eden kimseler için eşi bulunmaz en güzel örnek, O’nun sevgili kulu ve elçisi Resûlullah’tır.
Kur’ân’da yüce bir ahlâk üzere olduğu bildirilen (Kalem, 68/4). Hz. Peygamber, kendisi de ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildiğini belirtmiştir (Mâlik, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Hz. Âişe’nin ifadesiyle onun ahlâkı Kur’ân’dı (Müslim, “Müsâfirîn”, 139). Allah Resûlü, Kur’ân’daki bütün hükümleri hayatında tatbik ederek adeta yaşayan Kur’ân olmuş, üstün ahlâkı ve yüce şahsiyetiyle insanlığa örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olmuştur. Ona inanmayanlar bile Hz. Peygamber’in (sas) ahlâkî üstünlüğünü kabul etmiş ve onu el-Emîn (güvenilir) olarak tavsif etmişlerdir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiyâ, 21/107) Hz. Peygamber, 23 yıllık peygamberlik süresi içinde ortaya koyduğu ilkeler ve yaşam biçimiyle insanlara örnek bir hayat sunmuş ve Asr-ı Saâdet dediğimiz bir toplum inşa etmiştir. Onun ahlâkı ve örnek yaşayışı sadece kendi dönemi için değil, sonraki dönemlerde de Müslüman toplumlar için bir model olmuş ve Müslümanlar onun gibi olmayı, onun gibi yaşamayı ilke edinmişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabîler, karşılaştıkları yeni meselelerde onun sünnetini esas alarak Allah Resûlü’nün örnekliğini sürdürmeye çalışmışlardır. Pek çok rivayette ashâbın kendi tutum ve davranışlarının gerekçesini, “Resûlullah’tan böyle gördük, böyle duyduk, Resûlullah şöyle şöyle yapardı …” şeklinde açıklamaları bu durumu teyit etmektedir.
İslâm tarihinde Hz. Peygamber’i (sas) ve onun nebevî öğretilerini örnek alan nice model şahsiyetler yetişmiş ve insanlığın manevî yönden terakki etmesinde etkili olmuşlardır.
Hz. Peygamber’i (sas) diğer önder ve örnek şahsiyetlerden ayıran en önemli özellik, teoride ortaya koyduğu ilke ve esasları, bizzat kendisinin yaşaması ve pratikte hayatına yansıtmasıdır. İnsanlara neyi emretmiş veya öğütlemiş ise öncelikle kendisi uygulamış, sonra insanlara tebliğ etmiştir. Resûlullah’a inanmayanlar bile onun bu özelliğini takdir etmişler ve ona bu konuda herhangi bir eleştiri yöneltmemişlerdir. Hz. Peygamber’in tebliğindeki başarısında bu özelliğinin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Günümüz tebliğ faaliyetlerinin karşılık bulmasında bu ilkeye riayet etmenin ve özle sözün birbiriyle uyumlu olmasının önemi ortaya çıkmaktadır.
Allah Resûlü’nün örnekliğini sadece ibadet hayatında veya dış görünüşte değil, insan ilişkilerinde, aile hayatında, ticarette, çalışma hayatında, çocuklar ve gençlerle olan ilişkilerinde, çevreye karşı duyarlılıkta, hayvan haklarında ve burada sayamayacağımız daha birçok alanda aramak gerekir. Onun güzel ahlâkı, iyi niyeti, samimiyeti, insanlara sevgisi ve saygısı, doğruluğu, güvenilirliği, sabrı, şükrü, kanaati, adaleti, iffeti, hayâsı, şefkat ve merhameti, hoşgörüsü, cömertliği, ahde vefası ve vefakârlığı gibi ahlâkî vasıfları tüm insanlık için en güzel örnektir. Diğer yandan gıybet, dalkavukluk, alay, iftira, su-i zan, tecessüs, aldatmak, israf, bencillik, iltimas, haset, ihanet, riya ve zulümden uzak durmasıyla da kaçınmamız gereken konularda bizlere örnek olmuştur.
Hz. Peygamber’in en önemli vasfı “güvenilir” olmaktı. Peygamberlik gelmeden önce de Mekke’de doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenirliliği ile tanınan biriydi. Bu sebeple Mekkeliler önemli eşyalarını ona emanet olarak bırakırlardı. Gerçek Müslümanı, dilinden ve elinden insanların güven içerisinde olduğu kişi olarak tanımlayan Allah Resûlü (sas) (Nesâî, “Îmân”, 8), kendisine güvenen kimseye yalan söyleyen kişinin davranışını ihanet olarak nitelendirmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 71). Günümüzde bozulan güven duygusunun yeniden inşası için el-Emîn olan Hz. Peygamber’in ahlâkını ve hayat tarzını kendimize örnek almamız ve “Müslümansa, güvenilirdir” imajını yeniden oluşturmamız gerekir.
Hz. Peygamber’i yakından tanıyan sahabîlerin onun ahlâkıyla ilgili verdiği bilgiler ve Allah Resûlü’nün söz ve davranışları, onun insanlık için en güzel örnek olduğunu gösterir.
Hz. Âişe şöyle anlatıyor: “Allah Resûlü (sas) kötü sözlü ve ağzı bozuk değildi. Çarşı pazarda bağırıp çağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi; bilakis bağışlar ve hoş görürdü.” (Tirmizî, “Birr”, 69).
Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’ye Resûlullah’ın dost ve arkadaşlarıyla olan münasebetlerini sorunca Hz. Ali şöyle cevap vermiştir: “Resûlullah (sas) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve nazikti. Asla kötü huylu, katı kalpli, bağırıp çağıran, çirkin sözlü, kusur bulan ve cimri bir kimse değildi. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onların isteklerini boşa çıkarmazdı…” (Tirmizî, “Şemâil”, 160).
Ebû Hüreyre de şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sas) hiçbir yemeğe kusur bulmazdı. Canı çekerse yer, hoşlanmazsa yemezdi.” (Buhârî, “Etʻime”, 21).
Allah Resûlü’nün yemek âdâbında esas olan sadelik, kanaat, tevazu, temizlik ve helallik idi. O yemekte gurur, lüks, gösteriş ve israf gibi olumsuz tavırlardan uzak dururdu. Acıkmadan yemez, doymadan kalkardı. Yemeğe Allah’ın adını anarak başlar, yemekten sonra da “Bizi yediren, bizi içiren ve bizi Müslüman yapan Allah’a hamdolsun.” diyerek nimetin sahibine şükrederdi (Ebû Dâvûd, “Etʻime”, 52).
Resûlullah (sas), kendisine iki iş arasında seçim hakkı tanındığında günah olmadığı sürece kolay olanını seçerdi. Şayet kolay olan iş günah ise ondan insanların en uzak duranı o olurdu (Müslim, Fedâil, 77). İnsanlara kolaylaştırıcı olmayı, zorlaştırıcı olmamayı öğütlerdi (Buhârî, İlim 11).
Hz. Peygamber, haksız olduğu hâlde haklı görünmeye çalışan kimseleri ikaz etmiş ve bu tür yollarla elde edilen kazancı ateş parçası olarak nitelemiştir (Buhârî, “Hiyel”, 10).
İşçi ücretinin teri kurumadan verilmesini emreden Allah Resûlü (İbn Mâce, “Rühûn”, 4), ticaretin helal yolla ve aldatma olmadan yapılmasını öğütlemiştir. Medine çarşısında dolaşırken malın kusurunu gizleyen bir satıcıyı uyarmış ve “Aldatan kimse bizden değildir.” (Müslim, “Îmân”, 164); buyurarak Müslümanın ticarette dürüstlüğü esas alması gerektiğini hatırlatmıştır. Bir başka hadisinde de alışveriş yapanların dürüst davranıp malın kusurunu açıkça söyledikleri takdirde bu ticaretin bereketleneceğini, kusuru gizleyip yalan söylediklerinde ise bu alışverişte bereket olmayacağını haber vermiştir (Ebû Dâvûd, “Büyûʻ”, 51). Dürüst ve güvenilir tüccarın peygamberler, sıddîklar (dosdoğru kimseler) ve şehitlerle beraber olacağını müjdelemiştir (Tirmizî, “Büyûʻ”, 4).
Hukuk karşısında herkesin eşit olduğu ilkesini esas alan Allah Resûlü, suç işleyen kim olursa olsun cezayı uygulamaktan çekinmemiş ve hâkimlere şu prensibi hatırlatmıştır: “Allah’ın hadlerini (kanunî cezaları, size) yakın olan ve uzak olan herkese uygulayın. Sakın hiçbir kınayanın kınaması sizi Allah’ın hükmünü uygulama hususunda alıkoymasın!” (İbn Mâce, “Hudûd”, 3). Bir defasında bazı insanların hırsızlık yapan Fâtıma adında bir kadını affetmesi için aracılık yaptıklarını görünce ayağa kalkıp şu konuşmayı yapmıştır: “Sizden önceki insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!” (Müslim, “Hudûd”, 9).
İltimas ve adam kayırmanın toplumsal düzeni olumsuz etkileyeceğinin farkında olan Hz. Peygamber, herhangi bir göreve birini atayacağı zaman akrabalığı veya yandaşlığı değil, liyakati esas alır ve o iş için en uygun kişiyi görevlendirirdi. “İş, ehil olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” (Buhârî, “İlim”, 2) buyuran Sevgili Peygamberimiz, işlerin liyakatsiz kimselere verilmesinin toplumsal bozulmaya yol açacağına işaret etmiştir.
Devlet malına ihanet edenlerin kıyamet günü ihanet ettiği şeyle birlikte geleceğini haber veren (Tirmizî, “Ahkâm”, 8) Allah Resûlü, “Kimi bir işte görevlendirip (yaptığı işin karşılığı olarak) bir ücret verdiysek, onun bu ücret dışında alacağı her şey (kamuya) hainliktir.” (Ebû Dâvûd, “İmâre”, 9-10) buyurmuştur. Bir defasında İbnü’l-Lütbiyye isimli bir adam Süleymoğulları’nın zekâtlarını toplamak üzere Hz. Peygamber (sas) tarafından görevlendirilmişti. Toplama işini bitirip Medine’ye geldiğinde zekât için verilen malları Resûlullah’a teslim etmiş ancak bir kısmını kenara ayırıp, “Yâ Resûlallah! Bu size aittir. Bu da bana verilen hediyedir.” demişti. Bunun üzerine Resûlullah, “Gerçekten öyleyse, sen ana-babanın evinde otursaydın bu hediye sana gelir miydi?” buyurmuş, ardından bir konuşma yaparak insanların haksız yolla elde ettiği malların, kıyamette ağır bir ceza olarak karşılarına çıkacağını hatırlatmıştır (Buhârî, “Hiyel”, 15).
Dünya hayatını adeta bir mola yeri gibi gören Hz. Peygamber, kalbini dünyaya bağlamamış, dünyayı ahiretin bir basamağı olarak görmüştür. Hasır üzerine uzandığı için yanaklarında hasırın izlerini gören sahabînin “Ey Allah’ın Resûlü! Üzerinde yatman için sana bir yatak temin etsek!” demesi üzerine şöyle buyurmuştur: “Benim dünya (konforu ve lüksü) ile ne işim olur ki! Ben, dünyada bir ağacın altında gölgelendikten sonra yola koyulup orayı terk eden bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, “Zühd”, 44). Kendisi dünyada yolcu gibi yaşamış, ashâbına da aynı anlayışı tavsiye etmiştir. Nitekim bir gün Abdullah b. Ömer’in omzunu tutarak, “Dünyada (kimsesiz) bir garip yahut bir yolcu gibi ol!” buyurmuştur (Buhârî, “Rikâk”, 3).
Hayat şartları ve maddî imkânları ne kadar değişirse değişsin, Hz. Peygamber’in hayata bakışında ve yaşam biçiminde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Kendisi devlet başkanı olmasına rağmen sade vatandaş gibi yaşamış, dünyaya karşı tamahtan uzak durmuş, şükretmeyi ve kanaati benimseyerek çok mal talebinde bulunmamıştır. “Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını, yaşantılarını sürdürebilecekleri kadar ver!” diye dua ederek sadece ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak miktarı talep etmiştir (Müslim, “Zekât”, 126). Hz. Âişe validemiz, Allah Resûlü’nün bu tavrını, “Resûlullah dünyadan göçüp gidinceye kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yememiştir.” (Müslim, “Zühd”, 21) sözleriyle dile getirmiştir. Hz. Peygamber, dünya nimetlerine karşı bu tutumunu sadece maddî imkânsızlıkların yaşandığı dönemlerde değil, maddî sıkıntının olmadığı dönemlerde de sürdürmüş, mütevazı hayat anlayışını ömrünün sonuna kadar devam ettirmiştir.
Resûl-i Ekrem, içinde yaşadığı coğrafyanın iklim şartlarına, âdet ve alışkanlıklarına uygun biçimde doğal, temiz ve sade elbiseler giymiş ve ashâbına da böyle giyinmelerini tavsiye etmiştir. Onun giyim kuşamdaki temel ilkesi israf ve kibirden uzak olmaktır. O, bu hususu ifade etmek üzere, “İsraf ve kibirden kaçınarak yiyin, sadaka verin ve giyinin.” (Nesâî, “Zekât”, 66). buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz her türlü israftan uzak durmuş, sadece ihtiyacı kadarını kullanmış ve israf edenleri uyarmıştır. Bir defasında abdest alan Saʻd b. Ebî Vakkâs’ın yanına uğramış ve Saʻd’ın suyu fazlaca kullandığını görünce, “Bu ne israf?” demiş, Saʻd, “Abdestte de mi israf olur?” diye sorunca Resûlullah (sas), “Evet, akan bir nehirde(n) bile (abdest alıyor) olsan (suyu gereksiz yere kullandığında israf olur).” buyurmuştur (İbn Mâce, “Tahâret”, 48).
Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Hz. Peygamber, doğruluğun müşahhas örneği olmuş ve doğruluğu benimseyip teşvik etmiştir (Müslim, “Birr”, 105). Bir müminin yalancı olamayacağını ifade eden (Mâlik, “Kelâm”, 19) Allah Resûlü, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalanı yasaklamış, eğer yanında birisi yalan söylese o kişinin hemen tövbe edip günahından arınmasını temenni etmiştir (Tirmizî, “Birr”, 46).
Abdullah b. Âmir şöyle anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (sas) evimize ziyarete gelmişti. Ben henüz küçücük bir çocuktum. O otururken ben oyun oynamak için dışarı çıkmak istemiştim. Bu sırada annem, “Abdullah! Yanıma gel. Bak sana ne vereceğim!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas), “Çocuğa ne vereceksin?” diye sordu. Annem, “Ona hurma vereceğim.” deyince, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: “Eğer çocuğa bir şey vermeseydin, bu söz (amel defterine) bir yalan olarak yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 80).
Merhamet ve şefkatin en güzel örneklerini sunan Hz. Peygamber, insanlara ve diğer bütün canlılara merhametle yaklaşmış, özellikle yetimlere, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve muhtaç kimselere özel ilgi göstermiştir. Dul kadınların ve yoksulların geçimini sağlamaya çalışanın, Allah yolunda cihad eden veya geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutan kimse gibi olacağını bildirmiş (Buhârî, “Nafakât”, 1), yetimlerle ilgilenen kimseler için de “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” (Buhârî, “Talâk”, 25) müjdesini vermiştir. “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Buhârî, “Tevhîd”, 2) buyuran Peygamberimiz, acımasız davranan ve katı kalpli olan insanları merhamete davet etmiştir.
Aile hayatında bizlere örnek olan Resûl-i Ekrem, eşlerine karşı iyi davranmış ve bir eş olarak bütün sorumluluklarını yerine getirmiştir. Hz. Âişe’ye, Resûlullah’ın (sas) evde iken ne yaptığı sorulunca o şöyle cevap vermiştir: “Allah Resûlü herkes gibi bir insandı. Elbisesini temizler, koyununu sağar ve kendi ihtiyaçlarını kendisi görürdü.” (İbn Hanbel, 6/256).
Kadınlarla erkekleri bir bütünü tamamlayan iki parça olarak değerlendiren Allah Resûlü (Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 94), kadınlara karşı şiddeti yasaklamış (Buhârî, “Nikâh”, 93) ve “…Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır.” (Buhârî, “Nikâh”, 93) buyurarak kadınlara iyi davranmayı, iyi olmanın ölçüsü kabul etmiştir. Bu değerlendirmesini, nadir de olsa kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü ve kadınların aşağılandığı bir kültürde dile getirmesi ayrı bir önem arz etmektedir.
Peygamberimiz yaşlılara hürmet etmeye özen göstermiş ve ashabını da yaşlılara iyi davranmaları konusunda uyarmıştır. Bir gün kendisini görmek için gelen yaşlı bir adama insanların yer açmakta ağır davrandıklarını görünce, “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” buyurmuştur (Tirmizî, “Birr”, 15).
Hayvanlara sevgi ve şefkat gösterilmesini, onların korunmasını, onlara merhametle muamele edilmesini emreden Resûlullah, onları hapsederek öldürmeyi (Müslim, Sayd, 58) ve onları canlı hedef yapmayı (Müslim, “Sayd”, 59) yasaklamıştır. Hayvanların yaşama hakkını korumaya yönelik bazı tedbirler alan Allah Resûlü, “Hiçbir kişi yoktur ki, bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere öldürsün de Yüce Allah ona bunun hesabını sormasın!” (Nesâî, “Sayd”, 34) buyurarak haksız yere öldürülen her canlıdan dolayı Allah’ın hesap soracağını hatırlatmıştır.
Yukarıda bir kısmına değindiğimiz Allah Resûlü’nün (sas) örnek davranışları, tüm insanlık için önemli mesajlar içermektedir. İnsanlık, içine düştüğü manevi buhrandan kurtulmak istiyorsa Hz. Peygamber’in hayatını kendine örnek almalıdır. Bugün Müslümanlar olarak nebevî ahlâkın neresinde olduğumuzu ve Hz. Peygamber’in ahlâkını ne kadar temsil ettiğimizi sorgulamalıyız. Allah Resûlü’nün örnek hayatını kendimize rehber edindiğimiz takdirde fert ve toplum olarak huzur bulacak ve İslam medeniyetinin büyüklüğünü tüm insanlığa göstermiş olacağız.
Ne mutlu Resûlullah’ın (sas) hayatını kendisine örnek alanlara!
Yusuf Ziya Keskin
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2024/32. Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com