Sözlükte “hazır bulunmak, haber vermek, bilmek, gözlemek, görmek” anlamlarındaki şehâdet kökünden türeyen şahid kelimesi, bir olaya veya duruma tanık olan veya tanıklık eden kişiyi ifade eder. Şahitlik ise, bireylerin haklarıyla ilgili konularda bir kişinin elindeki mal veya hakkın bir başkasına ait olduğunu beyan etmektir. Şahitlik sayesinde hakların inkâr edilmesinin önüne geçilerek bu hakların sahiplerine aidiyeti korunmuş olur. [1]
Şahitlik, eda edilmesi gereken bir emanettir. Konuya ilişkin âyet ve hadislerden hareketle İslâm alimleri, şahitliğin farz olduğu ve davacının talep etmesi halinde şahitlerin şahitlikten kaçınma haklarının bulunmadığı sonucuna ulaşmışlardır. [2] Şahit, yargılama konusu olay hakkındaki bilgisini veya gördüğünü tam olarak açıklamakla yükümlüdür.
Kur’ân-ı Kerîm’de şahitlikle ilgili birçok hüküm yer almaktadır. Bu hükümler arasında borç ilişkisi kurma, alışveriş, rüştünü ispat eden yetimin malının vasisi tarafından kendisine teslim edilmesi, boşama, yolculukta vasiyet gibi hukukî işlem ve tasarruflara şahit tutulmasını emreden, [3] şahitlere zarar verilmesini men edip bunu yapmanın doğru yoldan çıkmak olduğunu bildiren, şahit olmaya çağrılanın bunu reddetmemesini isteyen, [4] şahitliği gizlemeyi yasaklayıp gizleyen kişinin kalbinin günahkâr olduğunu belirten, [5] şahitliği yerine getirmenin iyi ve ahlâklı insanın özellikleri arasında sayan, [6] adâletin yerini bulması için şahitliğin önemine dikkat çeken ve kimseyi kayırmaksızın adâletle şahitlik yapmayı emreden [7] âyetler bulunmaktadır.
Hadislerde de şahitlikle ilgili çeşitli hükümler yer almaktadır. Hz. Peygamber faiz gibi haram olan şeyler için şahitlik yapanları lânetlemiş [8] ve çocuklarından birini diğerlerinden ayırıp yalnız ona bağışta bulunan babanın bu tasarrufunu haksız bularak bu duruma şahit olmayı reddetmiştir. Söz konusu rivayet şöyledir:
Sahabî Beşîr b. Saʻd’ın hanımı Amra bt. Revâha, kocası Beşîr’den malının bir kısmını oğlu Nuʻmân’a hibe etmesini istedi. Beşîr, hanımı Amra’yı bir yıl oyaladıktan sonra onun teklifini kabul etti. Ancak Amra, bu malı oğlu Nuʻmân’a verdiğine dair Hz. Peygamber’i (sas) şahit tutmasını istedi. Bunun üzerine Beşîr, hicretten sonra Medine’de doğan ilk ensarlı çocuk olan oğlu Nuʻmân’ı elinden tutarak Hz. Peygamber’e (sas) götürdü ve “Ey Allah’ın Resûlü, bunun annesi olan Amra bt. Revâha, oğluna yaptığım bağışa senin de şahit olmanı istiyor.” dedi. Hz. Peygamber (sas) ona, “Senin ondan başka oğulların var mı?” diye sordu. Beşîr, “Evet.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), “Hepsine (diğer çocuklarına) bunun gibi bağışta bulundun mu?” dedi. Beşîr, “Hayır.” cevabını verince Allah Resûlü (sas), “Ben zulme ve haksızlığa şahitlik yapmam!” buyurdu. [9]
Şahitlik, gerçeğin tespiti, doğrunun yanlıştan ayrılması, hak edene hakkının teslim edilmesi ve adâletin tesisi açısından önemlidir. Zulme şahitlik yapan kişi adeta bu zulmü kabul edip desteklemekte ve böylece zulme ortak olmaktadır. Bu sebeple Allah Resûlü (sas), haksızlığa yol açacağı gerekçesiyle Beşîr’in şahitlik teklifini kabul etmemiştir. Zira şahitlerin görevi hakkı korumak, zulme ve haksızlığa meydan vermemektir.
Şahitlik hem İslamî hem de insanî bir görevdir. Şahitlik, olayla ilgisi bulunan kimselerin şahitler üzerindeki hakkıdır. Şahit olunan bir olayda şahitlikten kaçınmak adâletin tecellisine mâni olur. Bu sebeple Peygamberimiz şahitlerin en hayırlısının kendisinden talep edilmeden şahitlik yapan kişi olduğunu bildirmiştir. [10] Yüce Allah da şahitlikten kaçınmamayı ve şahitliğin gizlenmemesini tavsiye etmiştir. [11]
Peygamber Efendimiz (sas) talep edilmeden şahitlik yapılmasını övmekle birlikte gelecekte kendisinden istenmediği hâlde şahitlik yapacak insanların ortaya çıkacağını haber vermiştir. [12] Bu doğrultudaki hadisler, insanların bildiklerini gelişi güzel açıklayarak bireysel mahremiyeti ihlâl etmelerini engellemeye yönelik olmalıdır. Zira zina, hırsızlık, yol kesme, gasp, uyuşturucu kullanma gibi durumlara şahit olanların bildiklerini rastgele herkesle paylaşmaları diğer insanlara kötü örnek olabileceği gibi toplumsal düzeni de tehdit edecektir. Hz. Peygamber (sas), şahitliğin özellikle ilgili makamlarda, sorumluluk bilinci ile yapılmasını amaçlamıştır. [13]
Şahitliğin Allah için yapılması esastır.14 Şahitliği sebebiyle kendisine menfaat sağlayan kimse şahitliği Allah için değil kendisi için yapmış olur. Hz. Peygamber (sas), emanete ihanet eden erkek ve kadının şahitliğini, aralarında kin ve düşmanlık bulunan kimselerin birbirleri aleyhine olan şahitliğini ve hizmetçinin ev sahibi lehine şahitliğini caiz görmemiş, fakat hizmetçinin başkalarına şahitlik yapmasına izin vermiştir. [15] Çünkü bu gibi durumlarda hakikatin gizlenmesi ve yalancı şahitliğe kapı aralanması mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’de şahitlik yapacak kişilerin toplum içinde şahitliklerine güvenilen, [16] adâlet sahibi kimselerden olması gerektiği vurgulanmış, [17] iffetli kadınlara zina iftirası (kazf) atma suçunu işlediği sabit olan insanların şahitliklerinin ise asla kabul edilmemesi emredilmiştir. [18] Allah Resûlü (sas) de zina suçu işleyen erkek ve kadının şahitliği ile çölde yaşayan bir kimsenin şehirli aleyhine şahitliğinin caiz olmadığını ifade etmiştir. [19] Böylece şahitlerin tarafsız, çıkar peşinde koşmayan ve genel ahlâk kurallarına bağlı insanlardan olması gerektiğine dikkat çekmiştir. [20]
Peygamber Efendimizin (sas) bazı kimselerin şahitliğini kabul etmemesini, onların kişiliklerine yönelik bir ayrımcılık olarak değil, adâletin gerçekleşmesini sağlamak için alınmış bir tedbir olarak değerlendirmek gerekir. Zira Hz. Peygamber (sas), şahitlik yapabilecek bilgi ve görgüye sahip bedevîlerin şahitliğine başvurmuştur. Nitekim Ramazan ayının başladığını veya sona erdiğini tespit amacıyla hilâlin görülmesi (rü’yet-i hilâl) meselesinde tek bir bedevînin şahitliğini kabul etmesi bunun güzel bir örneğidir. [21]
Öte yandan kesin olarak bilinmeyen konularda şahitlik edilmemesi önemli bir ilkedir. Bu sebeple Allah Resûlü (sas) şahidin, şehâdette bulunduğu olayı net bir şekilde görmüş olması gerektiğini bildirmiştir. [22] Ancak istenilen özelliklere sahip şahitlerin bulunmaması hâlinde, diğer alternatiflere başvurulabilir. Nitekim sahâbeden Ebû Mûsâ el-Eşʻarî, başka başvurulacak kimse bulunmadığı bir davada güvenilir olduğu kanaatine vardığı bir gayrimüslimin şahitliğini, ona yemin ettirdikten sonra kabul etmiştir. [23] Aynı şekilde Abdullah b. Zübeyr de çocukların şahitliklerini sadece kendi aralarında birbirlerini yaralamaları durumunda kabul etmiştir. [24]
Hz. Peygamber’in (sas) uygulamalarında dava konusu olayla ilgili olarak şahitliğine başvurulacak kişi sayısı değişiklik gösterebilmektedir. Konunun mahiyetine ve ispat edilebilirlik durumuna göre bazen sadece bir şahitle, [25] bazen yeminle birlikte bir şahitle hüküm vermiş, [26] bazen de bir kimsenin yoksul olduğunu ispat etmesi hususunda olduğu gibi üç şahidin bulunmasını gerekli görmüştür. [27] İnsanın mânevî şahsiyeti, iffeti, şeref ve haysiyetine yönelik bir itham olduğu için zina suçlamasında (kazf) ise dört şahit getirilmesi şart koşulmuştur. [28] Bu, konunun ciddiyetine ve yeterli sayıda şahit bulunmadığı takdirde insanların şeref ve haysiyetlerinin konu edilmemesi gerektiğine vurgu yapmak içindir. [29]
Diğer taraftan önemli konularda şahitlik yaparak hayatlarını riske atan bazı insanlar için Allah Teâlâ (cc), “Yazana da şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur.” [30] buyurarak şahitlik yapmak suretiyle hakkın ortaya çıkmasına katkı sağlayanların yetkililer tarafından korunması gerektiğini bildirmiştir. Şahitlik müessesesinin ayakta durması için şahitlerin kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Aksi takdirde insanlar şahitlik yapmak istemeyeceklerdir. Ayrıca herhangi bir tehdit olmadığı halde şahitlikten kaçınan kimseler, kendileri şahide ihtiyaç duyduklarında şahit bulmakta zorluk çekeceklerdir.
Yalancı Şahitlik: Yalancı şahitlik, herhangi bir olayda ifadesine başvurulan kişinin, gerçek olmayan beyanlarda bulunması ve adâleti sekteye uğratması eylemidir. Yalan söylemek ve yalancı şahitlik, bütün ilahi dinlerde yasaklanmış büyük günahlardandır.
Yalancı şahitlik bazen bilerek gerçeğe aykırı beyanda bulunmak ve gerçeği inkâr etmek suretiyle, bazen de şahidin olay hakkındaki bilgisini kısmen veya tamamen saklaması yoluyla gerçekleşebilir. Her iki durumda da kişi günah işlemiş ve şahitlik sorumluluğunu yerine getirmemiş olur. Bu sebeple yalancı şahitlik yapmamak, Kur’ân-ı Kerîm’de iyi insanların özellikleri arasında zikredilmiş, [31] hadislerde ise yalancı şahitlik en büyük günahlar arasında sayılmıştır. [32]
Sahabî Ebû Bekir’e (ra) şöyle anlatmaktadır: “Resûlullah (sas) üç kere, “Size büyük günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” buyurdu. Biz, “Evet söyle yâ Resûlallah!” dedik. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), “Allah’a (cc) ortak koşmak ve anne-babaya saygısızlık/kötülük etmektir.” buyurdu. Sonra arkasına yaslanmış hâldeyken doğruldu ve şöyle dedi: “Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır. Dikkat edin (bir de) yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmaktır.” Bu cümleyi o kadar çok tekrarladı ki “Susmayacak.” dedim.” [33]
Yalan söylemenin ve özellikle yalancı şahitliğin Allah’a şirk koşmak ve ana babaya itaatsizlikle birlikte zikredilmiş olması, bunun ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermektedir. Zira yalancı şahitlik yapan kişi, gerçeği çarpıtmakta ve başkasına ait bir hakkın gasp edilmesine sebep olmaktadır. Ayrıca kendisine duyulan güveni sarsmakta ve adâletin tecellisini engellemektedir. Temel prensip olarak yalancı şahitlik yaptığı tespit edilen kişi, şahitlik vasfını kaybeder. Ancak bu kişi tövbe eder ve belli bir zaman sonra samimi ve dürüst olduğu görülürse İslâm alimlerinin çoğunluğuna göre şahitliği kabul edilir. [34]
Allah Resûlü (sas), âhiret günü yalancı şahidin ayağının kayacağını ve cehenneme yuvarlanacağını söylemiştir. [35] Çünkü yalancı şahitlik zulüm olup hakkı gasp etmeye yönelik bir fiildir. Kul hakkına tecavüzü de beraberinde getiren yalancı şahitlik, adâletin ortadan kalkmasına ve hak etmeyen birine hak etmediğinin verilmesine yol açar. Samimi bir mümin hem yalandan hem de yalancı şahitlikten kaçınmalıdır.
Sevgili Peygamberimiz (sas), kendisine intikal eden davalarda hüküm verirken öncelikle tarafları dinler ve gerek gördüğü zaman şahitlerin getirilmesini isterdi. [36] Şahitler huzuruna geldiğinde onları şahitliklerini doğru yapmaları konusunda ikaz ederdi. Bir gün Allah Resûlü’nün (sas) evinin önünde bir tartışma meydana geldi. Sesleri işiten Allah Resûlü (sas) dışarı çıktı ve şöyle buyurdu: “Ben ancak bir insanım. Davalılar bana gelirler. Biri meramını diğerinden daha düzgün anlatabilir. (Gerçekte haksız olmasına rağmen) ben onun doğru söylediğini zannederek, kararımı onun lehine veririm. Kime bir Müslüman’ın hakkını geçirecek şekilde hüküm vermişsem bu ancak ateşten bir kor parçasıdır. (Gerisi kendine kalmış) isterse o koru alsın isterse bıraksın.” Hadisten anlaşıldığına göre dava sırasında yalan beyanda bulunarak hak etmediği bir şeyi elde eden kişinin aldığı bu mal, ahirette ateşten bir kor olup onun boynuna dolanacaktır.
Bir kişinin yalancı şahitlik yaptığı ikrarla ya da başka kesin bir delille sabit olursa İslâm hukukçuları konuyla ilgili sahâbe uygulamasına dayanarak bu şahsın teşhir, hapis ve dayak gibi ta‘zîr (hakimin takdirine bırakılan ceza) cezalarıyla tecziye edileceğini söylemişlerdir. Bunun yanı sıra yalancı şahitliğe dayanarak verilen hükmün uygulanması sonucunda doğan zararı yalancı şahitlerin tazmin etmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. [37] Türk Ceza Kanunun 272. maddesinde de yalan yere tanıklık, adliyeye karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınmış ve suçun ağırlığına ve mağdurun uğradığı zarara göre cezalar öngörülmüştür.
Yalancı şahitlik nasıl günah ise bildiğini ve gördüğünü söylememek de aynı şekilde günahtır. Bu şekilde davranan kişi hakikati gizlemiş ve adâletin tecellisini engellemiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?”, [38] “Şahit olarak Allah yeter.” [39] ve “Siz ne iş yapsanız biz sizin için şahitleriz.” [40] şeklindeki ifadeler Allah’ın (cc), kullarının bütün yaptıklarını gördüğünü, onları devamlı murakabe ettiğini ve kendisinden hiçbir şeyin saklı kalmayacağını anlatmaktadır. Bunun farkında olarak insan, davranışlarına dikkat etmeli, yalandan uzak durmalı ve şahitlik yaparken kendisinin ve en yakınlarının aleyhine de olsa doğruluktan ve adâletten ayrılmamalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Böylece, sizler insanlara birer şahit olasınız ve Peygamber (sas) de size bir şahit olsun diye sizi mutedil bir ümmet yaptık…” [41] buyrularak, Hz. Peygamber’in (sas) insanlara şahit yani örnek olarak gönderildiği, müminlerin de insanlığa şahit yani örnek olduğu vurgulanmaktadır. [42] Müslümanlar, gördükleri haksızlıkları önlemek için duyarlı ve sorumluluk sahibi şahitler; sergiledikleri tavır ve davranışlarla insanlara en güzel örneklerdir. Sorumluluk sahibi şahitler oldukları için, müminlerden doğru şahitliklerini vefat eden din kardeşleri için de yapmaları istenmiştir. [43] Zira onların cenaze namazında yaptıkları hüsn-i şehâdet ile mevtanın âhiretteki makamı cennet olabilmektedir. [44]
Yukarıda aktarılanlara ilaveten şahitlikle ilgili olarak; ahirette ameller hesaplanırken uzuvların kişinin aleyhine şahitlik edeceği, [45] ezanı işiten cinler, insanlar ve diğer varlıkların kıyamet gününde ezanı okuyan kişi (müezzin) lehine şahitlik edeceği [46] ve mescitlere devam etmeyi alışkanlık haline getiren kimsenin gerçek mümin olduğuna dair şahitlik edilmesi gerektiği gibi [47] ifadeler de hadislerde yer almaktadır.
Sonuç olarak şahitlik hem dinî hem de ahlakî açıdan büyük bir sorumluluktur. İslâm’da şahitlik, hakkın teslim edilmesi, adâletin yerini bulması ve toplumsal düzenin korunması açısından büyük önem taşır. Şahitlik, İslâm’ın adâlet anlayışının temel taşlarından biri olup her Müslümanın bu konuda son derece hassas ve bilinçli davranması gerekir. Müslümanlar şahitlik yaparken tarafsız, dürüst ve adâletli olmalı, şahitliği Allah için yapmalı ve kendi aleyhine de olsa doğruluktan ayrılmamalıdır. Yalan ve yalancı şahitlik, sadece dünyada adâletin tecellisini engellemekle kalmaz, aynı zamanda ahirette kişinin ağır bir mesuliyetle karşı karşıya kalmasına neden olur. Dolayısıyla kişi, şahitlik yaparken hem bu dünyadaki sorumluluğunu hem de ahiretteki hesap gününü göz önünde bulundurmalıdır.
Yazımızı Sevgili Peygamberimiz’in (sas) şu hadisiyle sonlandıralım: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında “doğru/sıddîk” olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında “yalancı/kezzâb” olarak tescillenir.” [48]
Yusuf Ziya Keskin
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Ekim-Kasım-Aralık 2024/32. Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 544 76 96
www.siyerdergisi.com
Notlar
1 H. Yunus Apaydın, “Şahit”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2010, 38/278-283.
2 Apaydın, “Şahit”, 38/278-283.
3 Bakara, 2/282; Nisâ, 4/6; Mâide, 5/106; Talâk, 65/2.
4 Bakara, 2/282.
5 Bakara, 2/283.
6 Meʻâric, 70/33.
7 Nisâ, 4/135; Mâide, 5/8.
8 Müslim, “Müsâḳât”, 106.
9 Müslim, “Hibe”, 14-15.
10 Müslim, “Akdiye”, 19.
11 Bakara, 2/282-83.
12 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 213.
13 Hadislerle İslam, Ankara, DİB Yayınları, 2013, “Şahit”, 5/419.
14 Talâk, 65/2.
15 Ebû Dâvûd, “Kadâ”, 16; İbn Mâce, “Ahkâm”, 30.
16 Bakara, 2/282.
17 Talâk, 65/2.
18 Nûr, 24/4.
19 Ebû Dâvûd, “Kadâ’”, 16, 17.
20 Hadislerle İslam, “Şahit”, 5/420.
21 Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 14.
22 Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 10/262.
23 Ebû Dâvûd, “Kadâ’”, 19.
24 Mâlik, “Akdiye”, 7.
25 Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 14.
26 Müslim, “Akdiye”, 3.
27 Müslim, Zekât, 109.
28 Nisâ, 4/15.
29 Hadislerle İslam, “Şahit”, 5/423.
30 Bakara, 2/282.
31 Furkân, 25/72.
32 Buhârî, Diyât, 2.
33 Buhârî, Edeb, 6.
34 Apaydın, “Şahit”, 38/278-283.
35 İbn Mâce, Ahkâm, 32.
36 Buhârî, Şehâdât, 20.
37 Apaydın, “Şahit”, 38/278-283.
38 Fussilet, 41/53.
39 İsra, 17/96.
40 Yunus, 10/61.
41 Bakara, 2/143.
42 Bkz. Hac, 22/78.
43 Buhârî, Cenâiz, 85.
44 Hadislerle İslam, “Şahit”, 5/424.
45 Müslim, Zühd ve Rekâik, 17.
46 İbn Mâce, Ezân, 5.
47 Tirmizî, Îman, 8.
48 Müslim, “Birr”, 105.