11. Aile İlişkileri:
Allah Resûlü (sas) dargın eşleri barıştırır, aileler arasındaki geçimsizliklere çözüm bulmaya çalışırdı. Sevgili Peygamberimiz, damadı Hz. Ali ile kızı Fâtıma (ra) arasında geçen bir olayda da onların gönüllerini almıştı.
Nitekim Sahîh-i Buhârî’nin “Salât” bölümünün 58. bahsinde şöyle zikredilmektedir: Sehl b. Sa’d (ra) anlatıyor: Resûlullah (sas) kızı Fâtıma’nın evine teşrif etti ancak (damadı) Ali’yi orada bulamadı.
– Ali nerede, diye sordu. Fâtıma:
– Aramızda bir tartışma olmuştu, darıldık. O da öğle uykusunu benim yanımda uyumadan çıktı gitti, dedi. Resûlullah orada bulunan bir adama:
– Git bak nerede, buyurdu. O adam geldi ve:
– Ya Resûlallah! Mescidde uyuyor, dedi. Allah Resûlü mescide girdi; baktı ki Hz. Ali, elbisesi sıyrılmış bir vaziyette yatmış, üstü başı toprak olmuştu. Resûlullah (sas) bir yandan Hz. Ali’nin tozlarını silkeliyor, bir yandan da topraklanmış adam anlamında:
– Kalk ey Ebû Turâb! Kalk ey Ebû Turâb! diyordu.
12. Cesaret:
Allah Resûlü (sas) çok cesurdu. Sevgili Peygamberimiz, bir gece Medine yakınlarında duyulan bir gürültünün sebebini anlamak için karanlıkta atına atlayıp gidip bakmış ve önemli bir şey olmadığını insanlara gelip haber vermişti. O, yirmiye yakın gazaya katılmış, askerin dağıldığı zamanlarda dahi asla korkuya kapılmamıştır. Sevgili Peygamberimizin hayatında O’nun üstün cesaretini belgeleyen birçok olay bulunmaktadır.
Bu konuda Sahîh-i Buhârî’nin, “Megâzi” bölümünün 32. bahsinde şöyle zikredilmektedir:
Câbir (ra), Resûlullah (sas) ile birlikte Necid tarafına bir gazaya çıkmıştı. Dönüşte ağaçlık bir vadide Resûlullah (sas) mücahitlere istirahat verdi. Gaziler ağaç altlarında gölgelenmek için etrafa dağılmışlardı. Resûlullah (sas) da bir ağaç altına inmiş kılıcını ağaca asmıştı. Câbir diyor ki: Biraz uyumuştuk. Fakat az sonra Resûlullah’ın bizi çağırdığını duyduk. Yanına geldiğimizde bir de ne görelim! Müşriklerden bir bedevî Arap, Resûlullah’ın yanında oturuyor. Bunun üzerine Allah Resûlü bize şunları anlattı:
“Şu Bedevî Arap ben uyurken yanıma gelmiş, kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada hemen uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak bana:
– Şimdi benim elimden seni kim kurtaracak? dedi, ben de:
– Allah kurtarır, dedim. Bakın işte şurada oturan adam odur. (Allah Resûlü’nün sözü üzerine adamın elinden kılıç düşmüş, Resûlullah (sas) adamı esir almıştı.) Câbir diyor ki Allah Resûlü o adama ceza vermemişti.
13. Dua ve Zikir:
Allah Resûlü (sas) boş konuşmaz, daima Allah’ı anardı. Herhangi bir işe başlarken mutlaka besmele çeker, besmelesiz başlanan iş ebterdir, yani bereketsizdir, diye buyururdu. Sevgili Peygamberimiz her vesileyle Allah’a dua ederdi. Âdeta duasız bir ânı yok gibiydi. Bir işe başlarken besmele çeker, yatağına yatarken, uyanırken, bir yere girerken bir yerden çıkarken, bineğine binerken, yemek yerken, su içerken kısaca hayatın her safhasında duayı eksik etmezdi. Gelmiş geçmiş bütün günahlarının affedilmesine rağmen O yine de günde en az yetmiş defa “estağfirullah” der, tevbe ederdi. Seyyidü’l-İstiğfar diye anılan bir dua ederdi ki anlamı şöyledir:
“Ey Allah’ım! Sen benim Rabbimsin, Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum ve Sana verdiğim sözüme gücüm yettiği oranda bağlı kalmaya çalışıyorum. Yaptığım kötülüklerin şerrinden Sana sığınırım. Bana verdiğin nimetlerini inkâr etmiyorum, aynı zamanda günahlarımı da itiraf ediyorum. Rabbim, beni bağışla! Şüphesiz günahları ancak Sen bağışlayabilirsin.”
Sahîh-i Buhârî’nin Dualar bölümünün 41. bahsinde Sevgili Peygamberimizin şu duayı da sıkça yaptığı zikredilmektedir:
“Allah’ım! Korkaklıktan Sana sığınırım. Cimrilikten Sana sığınırım, ihtiyarlıktaki düşkünlük ve bunaklıktan Sana sığınırım. Dünya fitnesinden ve kabir azabından Sana sığınırım.” İşlediğimiz günahlarımızı unutmayarak Allah’tan af dilemeli, O’nun adını çokça anmalıyız. İşlerimize başlarken O’nun adını anarak başlamalı, her halimizde O’na yalvarmalıyız. Zira bizler, aciz birer kuluz. Rabbimizin mülkünde O’na iyi bir kul olmaya çalışmalıyız.
14. Dünya-Âhiret Dengesi:
Sevgili Peygamberimiz, ne dünya için âhiretin ne de âhiret için dünyanın terk edilmesini hoş karşılamazdı. Zira İslâm’da ruhbanlık yoktu. Kendisini tamamen dünyaya kaptıran, dünya hırsıyla her türlü günah işleyen ve âhiretini terk eden bir kimse nasıl makbul değilse, âhireti kazanayım derken dünyadan el etek çekmek de o derece makbul bir şey değildir. Bu konuda Sahih-i Buhârî’nin “Savm” bölümünün 51. bahsinde şöyle bir hadis yer almaktadır:
Hz. Peygamber, Selmân-ı Fârisî ile Ebû’d-Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Selmân-ı Fârisî, Ebu’d-Derdâ’nın misafiri olmuştu; Ebu’d-Derdâ’nın hanımını perişan bir vaziyette görünce şaşırdı. Ümmü’d-Derdâ da ona kocasının eviyle hiç ilgilenmediğini anlattı. Ebu’d-Derdâ çok ibadet eden biriydi. Bu yüzden evinin işleriyle de fazla ilgilenmezdi. Selmân’a sofra hazırladılar. Ebu’d-Derdâ nafile oruç tuttuğu için sofraya oturmadı. Selmân (ra), sen de oturmazsan ben yemem, diyerek Ebu’d-Derdâ’yı sofraya oturttu. Gece olunca uyudular. Ebu’d-Derdâ nafile namaz kılmak için kalkmak istedi. Selman, şimdi çok erken yat uyu sonra kalkarsın, diyerek kalkmasına müsaade etmedi. Seher vakti olunca, şimdi kalkabiliriz, diyerek kalkıp teheccüd namazı yani gece namazı kıldılar. Selmân, Ebu’d-Derdâ’ya: “Şüphesiz Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin.” diye nasihat etti. Sabah olunca da birlikte Peygamber’in mescidine gittiler. Olanları anlattılar. Hz. Peygamber, Selmân doğru yapmış, buyurarak Ebu’d-Derdâ’yı uyardı. Ayrıca yine Sahîh-i Buhârî’nin “Edeb” bölümünün 84. bahsinde şöyle zikredilmektedir:
Abdullah b. Amr (ra) anlatıyor: Resûlullah (sas) yanıma geldi ve şöyle buyurdu:
-Senin gündüzleri (devamlı) oruç tuttuğun, geceleri ise (devamlı) namaz kıldığın haberini alıyorum. Ben de “Evet, doğrudur.” dedim.
-Böyle yapma! Gece namaz kıl, uykunu da uyu. Oruç tuttuğun gibi bazen de tutma; zira vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirin senin üzerinde hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Umulur ki uzun yaşarsın o zaman sana her ayda üç gün oruç tutmak yeterli olur. Kaldı ki her hasene on’a katlanır, böylece bütün seneyi oruçlu geçirmiş olursun, dedi. Abdullah diyor ki: Ben daha fazla istedim, O da artırdı. Dedim ki,
-Ben bundan fazlasına da güç yetirebilirim.
-O halde üç günle birlikte cuma günleri de oruç tutarsın, dedi. Abdullah diyor ki: Ben daha fazla istedim, O da artırdı. Ben yine,
-Ben bundan fazlasına da güç yetirebilirim, dedim. Buyurdu ki:
-O halde Allah’ın nebisi Dâvûd (as)’un orucunu tut! Allah’ın nebisi Dâvûd’un orucu nedir, dedim. Buyurdu ki:
-Senenin yarısıdır. (Bir gün tutar, bir gün iftar edersin.)”