Kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder gibi anlamlara gelen “ümmet” kavramı iki manada kullanılmıştır. Birinci anlamda: Hz. Peygamber’in (sas) gelişinden ve İslâmiyet’in varlığından haberdar olan bütün insan kitlelerine “ümmet-i davet, ümmet-i belâğ” denilmiş; ikinci olarak ise Hz. Muhammed’e (sas) iman edip tâbi olan kitleler anlamında kullanılmıştır ki bu kitlelere “ümmet-i icâbet” denilmiştir.[1] Kur’ân’da ve birçok hadiste geçen ümmet kelimesiyle kastedilen “Muhammed ümmeti”dir.
Ümmeti, inandığı ilkelerin şuuruyla hareket eden, sorumluluk sahibi ve belirli gayeleri olan kimselerin oluşturduğu topluluk şeklinde tanımlamak da mümkündür.
Hz. Peygamber (sas), kan veya ırk bağını esas alan cahiliye anlayışının yerine din ve inanç birliğine dayalı kardeşlik ruhunu koyarak yeni bir toplum tesis etmeyi hedeflemiş ve bunun için Mekkelilerle onlara kucak açan Medineli Müslümanlar arasında “muâhât” denilen bir kardeşlik bağı kurmak suretiyle[2] ümmet olma yolunda önemli bir adım atmıştır.
Medine döneminin ilk zamanlarında Medine Sözleşmesi’nde imzası bulunan taraflar için kullanılan ümmet terimi, daha sonra Kur’ân ve sünnetin belirlediği ilkeler çerçevesinde sadece Müslümanları içine alan ve onların birlikteliğini ifade eden bir kavrama dönüşmüştür.
Kur’ân ve sünnetin ortaya koyduğu hükümlere göre Muhammed ümmetinin iman ehli ve hayırlı olma, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma, insanlar üzerine şahitler olma gibi belirli vasıfları ve bazı sorumlulukları bulunmaktadır. Bunlar, Müslümanları diğer topluluklardan ayıran önemli özelliklerdir.
Yüce Allah (cc), “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a inanırsınız.”[3] ayetiyle Müslümanları en hayırlı ümmet olarak nitelemiş ve onlara iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma görevi yüklemiştir. Sevgili Peygamberimiz (sas) de çeşitli hadislerinde bu ümmetin diğer ümmetlere karşı üstün kılındığını, ümmetlerin en hayırlısı ve Allah katında en değerlisi olduklarını haber vermiştir.[4]
Allah Teâlâ, Müslümanların özelliklerinden bahsederken “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık.”[5] ayetiyle Müslümanların ifrat ve tefritten korunarak inancında, ahlâkında, her türlü tutum ve davranışlarında doğruluk, dürüstlük ve adalet çizgisinde kalmayı başaran dengeli, sağduyulu, ölçülü, insaflı ve uyumlu toplum olduklarına işaret etmiştir.[6] Buna göre Müslümanların tüm insanlık için örnek olacak tutum ve davranışları sergilemeleri, hak ve adaleti yeryüzüne hâkim kılmaları gibi önemli görevleri vardır.
Sevgili Peygamberimiz (sas) çeşitli hadislerinde Müslümanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen bazı hükümler ortaya koymuş ve Müslümanlara bazı görevler yüklemiştir. Müslümanın diğer Müslümanlarla olan bağını, birbirine kenetlenmiş binaya benzeten[7] Allah Resûlü (sas), başka bir hadisinde ise mü’minleri bir bedene benzeterek şöyle buyurmuştur: “Mü’minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”[8] Buna göre her Müslüman, diğer Müslümanların acılarını paylaşmak, yardımına koşmak, varsa sıkıntısını gidermek ve ona karşı sevgi beslemekle yükümlüdür. Bu sorumluluk onu ümmetin bir parçası kılmakta, aynı ilkeler etrafında birleşen Müslümanların oluşturduğu topluluk da ümmeti meydana getirmektedir.
Bir Müslümanın dünya sıkıntısını gideren veya ona yardımcı olan kimseye Allah’ın hem dünyada hem de ahirette yardımcı olacağını müjdeleyen Sevgili Peygamberimiz (sas),[9] Müslümanların işleriyle ilgilenmeyen kimsenin onlardan olamayacağını ifade etmiştir.[10] Başka bir hadisinde ise mü’minleri kardeş olarak nitelemiş, Müslümanların birbirlerine haksızlık yapmayacaklarını ve birbirlerini yalnız bırakmayacaklarını vurgulamıştır.[11]
Müslümanların rahmete mazhar olmuş bir ümmet olduğunu bildiren Allah Resûlü (sas),[12] ümmeti yağmura benzetmiş ve evvelinin mi, sonunun mu daha hayırlı olacağının bilinemeyeceğini hatırlatmıştır.[13]
Kıyamet günü diğer peygamberlere nazaran tâbi olanları en çok olan peygamberin kendisi olacağını ümit eden Sevgili Peygamberimiz (sas),[14] ümmetinden bir topluluğun hak üzere olmaya devam edeceğini, muhalif olanların Allah’ın emri gelinceye (kıyamete) kadar onlara zarar veremeyeceğini bildirmiştir.[15]
Sayı bakımından Müslümanların çoğalması önemlidir. Ancak sayıdan çok, Müslümanların ümmet bilincine sahip olmalarına, kardeşlik hukukuna göre hareket etmelerine, hak üzere bulunmalarına ve İslâm davasına sahip çıkmalarına ihtiyaç vardır.
Mü’minleri kardeş ilan eden Yüce Allah (c.c.),[16] mü’minler arasında bir ihtilaf meydana geldiğinde diğer mü’minlerin nasıl davranmaları gerektiğini açıklamış ve ihtilaf eden iki tarafın aralarını düzeltme görevini ümmete yüklemiştir.[17] Allah Resûlü (sas) de Müslümanlar arasında bir kavga olduğunda onları barıştırma yoluna gitmiş ve bir hadisinde “Ey Allah’ın kulları, kardeşler olun.”[18] buyurarak kardeş olmanın önemini hatırlatmıştır.
Kardeş olan mü’minler kâfirlere karşı sert, kendi aralarında ise merhametlidirler.[19] Birbirlerine karşı sevgi ve muhabbet besler, düşmanlıktan ise uzak dururlar. Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; aranızda sevgi ve muhabbeti ikame etmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”[20] Buna göre Müslümanların birbirlerini sevmeleri imanlarının gereğidir. Bir kudsî hadiste ise Allah için birbirini sevenlerin, hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşer gününde Allah’ın arşının gölgesinde olacakları müjdelenmiştir.[21]
Sevgili Peygamberimiz (sas) bu ümmetin tekrar şirke dönmesinden değil, dünyayı elde etmek için birbirleriyle mücadele etmesinden korktuğunu bildirmiş[22] ve bu endişesi zaman içerisinde gerçeğe dönüşmüştür.
Geçmişten günümüze süregelen Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve çekişmeler, ümmeti derinden yaralamakta ve ümmet olma bilincine zarar vermektedir. Oysa Müslümanları birbirine kenetleyen, onları kardeş kılan, onları geniş aile yapan ümmet bilincidir. Ümmet bilinci “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” var olmaktır. Aynı ilke ve dava uğrunda mücadele etmektir. Kalplerin aynı dava için birlikte atmasıdır. Bu şuur olduğu takdirde Müslümanlar dünyada denge unsuru olacak, hak ve adaleti tesis edecek ve insanlığın ümidi olacaktır. Ancak bugün Müslümanlar insanlık için ümit olmaktan çok uzak olup iç çekişmelerle enerjilerini tüketmekte, iktidar hırsıyla kendi vatanlarını yaşanmaz hale getirmektedirler.
Müslümanlar insanlığa örnek olan İslam medeniyetini yeniden inşa etmek için Kur’ân ve sünnet çizgisini esas alarak hayırlı ümmet olma yolunda gayret göstermeli, iyiliği emredip kötülükten sakındırmalı, bütün Müslümanları kardeş bilmeli, dünyanın neresinde olursa olsun mazlumların yardımına koşmalı ve onların ümidi olmalıdır. Bunun için de siyasi, askeri ve iktisadi ittifaklar yapmalı ve güç birliğine gitmelidir. Aksi takdirde dünya siyasetinde oyuncu değil, seyirci olarak kalacak ve fitne ateşinde kavrulup gidecektir. Yazımızı bir ayet ve bir hadis mealiyle bitirmek istiyoruz:
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu en bol olan yalnız sensin.”[23]
“Allah’ım! Kalplerimiz arasına ülfet ver. Aramızı düzelt. Bizi selamet yollarına ilet. Bizi karanlıklardan kurtarıp aydınlığa kavuştur.”[24]
Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 2020/14 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Halil İbrahim Bulut, “Ümmet”, DİA, 42/308.
[2] Mustafa Çağrıcı, “Kardeşlik”, DİA, 24/485-86.
[3] Âl-i İmrân, 3/110.
[4] Tirmizî, “Tefsir”, 3 (Âl-i İmrân)/3001; İbn Mâce, “Zühd”, 34/4288.
[5] Bakara, 2/143.
[6] Hayreddin Karaman vd., Kur’an Yolu: Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, 1/229-30.
[7] Buhârî, “Mezâlim”, 5/2446.
[8] Müslim, “Birr”, 66/6586.
[9] Ebû Dâvûd, “Edeb”, 60/4946.
[10] Taberânî, el-Mu‘cemu’s-sağîr, 2: 131/907.
[11] Buhârî, “Mezâlim”, 3/2442.
[12] Ebû Dâvûd, “Fiten”, 7/4278.
[13] Tirmizî, “Emsâl”, 6/2869.
[14] Müslim, “Îmân”, 239/385.
[15] Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1/4252.
[16] Hucurât, 49/10.
[17] Hucurât, 49/9-10.
[18] Müslim, Birr, 28/6536.
[19] Fetih, 48/29.
[20] Müslim, “Îmân”, 93/194.
[21] Müslim, “Birr”, 37/6548.
[22] Buhârî, “Rekâik”, 7/6425.
[23] Âl-i İmrân, 3/8.
[24] Ebû Dâvûd, “Salât”, 177-78/969.