Nebevî Miras derslerimizin bu haftaki serlevhası; ‘Hakikate Hakkıyla Şahid Olmak’ idi. Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, bu serlevha altında, çok mühim meselelere değindi. Özellikle memleketimizde son yıllarda yayılan inanç kaymalarının sebeplerine dair yaptığı tespitler ve bu tespitlerden bir tanesi olan, hakikati muhataplara ulaştırma sorumluluğunda olanların hatalarına dair söyledikleri, gerçekten önemliydi.
Dersten Cümleler
Biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya geldik.
Hakikat güzel bir hane, Kelime-i Şehadet ise bu hanenin en önemli anahtarıdır.
Bu noktada iki soru sorulmalı: Hakikat nedir? Hakikate hakkıyla şahit olmak nasıl mümkündür?
Hakikat, içinde asla şüphe bulunmayan, mutlak manada doğru, gerçek ve sabit olan, sonuna kadar da bu doğruluğundan hiçbir şey kaybetmeden devam edendir.
Hakikat, tek bir ifade ile aslında Nebevî Miras’tır.
Hakikate nasıl hakkıyla şahit olabiliriz?
1. Bütün önyargılardan kurtulur, ümmileşir yani saflaşır; elimizden geldiğince öğrenmeye gayret edersek
2. Öğrendiklerimizi içselleştirmeye çalışır, yani kavrar; zihin ve alın teri dökerek iyice bellemeye dikkat edersek
3. Kavradıklarımızı hayatlarımıza taşır, yani temsil vazifesinin gereğini yerine getirir, dil ile söylediklerimizi hal ile tasdik edersek
4. Hayatlarımıza taşıdıklarımızı başkalarına iletir, yani tebliğ görevimizin sorumluluklarını ortaya koyar, mahrum olan yüreklere bu güzellikleri taşımaya çalışırsak
5. Asla netice hesaplarını takılmaz, yani ‘hizmet burada ücret orada’ der, ne kazanacaklarımıza ne kaybedeceklerimize bakmadan sabrı kuşanır, işimize odaklanırsak…
Modern zamanlar dediğimiz şu içinde bulunduğumuz zamanlar, birçok izmlerin işgaline uğramış bir zamandır.
Şu an bu memlekette, inanç düzleminde 5 izmle imtihanımız var: Ateizim, Deizim, Agnostizim, Panteizm ve Paganizm…
Ateizm: Tanrı yok; dolayısı ile din diye bir şey de yok, dolayısı ile sorumluluk da yok demektir.
Deizm: Tanrı var, ama vahiy yok, din yok, dolayısı ile dinin hayata müdahalesi de yok demektir.
Agnostisizm: Tanrı var mı yok mu bilinmez, olabilir de olmaya bilir de… Bunun için bilinmezlik var, dolayısı ile hayata müdahale eden bir din yok demektir.
Panteizm: Tanrı var, evrenin bizzat kendisi tanrıdır; tanrı, bütün varlıkla bütünleşmiş bir vaziyettedir. Dolayısı ile neye baksan o tanrıdır, ya da tanrıdan bir parçadır. Bundan dolayı kuruntulara dayalı bir din var demektir.
Paganizm: Tanrı var, bir de tanrı ile birlikte tanrısallık atfedilen şeyler var. Putlar var, güneş var, ay var, yıldız var, hatta bazı ağaçlar ve hayvanlar var, dolayısı ile kuruntulara dayalı bir din var demektir.
Neden bu memlekette bu tarz inanç kaymaları yaşanıyor?
Şu an dünyanın genel hali ile alakalı sebepleri var. Devletin yanlış uygulamalarının etkileri var. Hocaların, cemaatlerin, güya dini temsil etme makamında olanların yanlış uygulamalarının etkileri var. Ailelerin, eksik, hatalı, bazen umursamaz tavırlarının neticesinde ortaya çıkan durumların etkileri var. Kişinin kendisinden kaynaklanan, tembellikten, kibirden, mesela farklı gözükme arzusundan, her şeye itiraz etme özelliğinden, dünyaya şiddetle ve büyük arzu ile sarılmanın etkisi var, ila ahir birçok etkinden kaynaklanan sebepleri var.
Efendimiz’in (sas) bazı hadislerinde: “Eğer şöyle yaparsanız, eğer şunlara dikkat etmezseniz, insanları inançlarından koparırsınız/soğutursunuz, eğer böyle yaparsanız insanlara Allah ve Resulü’nü inkâr ettirirsiniz, eğer şöyle yaparsanız insanları o amellerinin altında ezersiniz” diye uyarıları var.
“Ya Resûlullah! Biz develerle su taşıyan insanlarız, gün boyu tarlada bahçede çalışırız. Muaz seninle birlikte yatsıyı kılmış sonra bize gelerek Bakara süresini okuyarak yatsı namazını kıldırdı. Bende dayanamadım, namazdan çıktım, tek başıma namazımı kıldım, evime gittim. Ama arkadaşlarım bana “sen münafıklar gibi davrandın” dediler. Siz bu konuda bize ne buyurursunuz?”
“Ey Muaz! Sen ne yapıyorsun böyle, sen insanlar için bir fitne mi olacaksın. Bu halin ile insanların dinden soğumasını mı istiyorsun? Bundan sonra asla böyle yapma! Şems, Duha, Leyl, A’lâ gibi sureleri oku ve namazı bu kısa sürelerle kıldır.” (Müslim, Salât, 36)
Eskiden inkâr yoktu, tembellik var; şimdi hem tembellik hem inkâr var…
Şu anki nesle ‘nasıl namaz kılınır’ sorusuna verilecek cevaptan önce, ‘neden ve niçin namaz kılmalıyız’ sorularına cevaplar vermeliyiz.
“Yedi yaşına geldi mi çocuğunuzu namaza alıştırın, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde onu terbiye edin.” (Ebû Davud, Salât 26; Tirmizi, Salât, 299)
Tercümanü’l-Kur’an olan İbn Abbas şöyle diyor: “Din dört katlı bir binaya benzer; birinci katında Akide, ikinci katında Ahlak, üçüncü katında İbadet, dördüncü katında ise Muamelat vardır.”
Hz. Aişe validemiz der ki: “…Kur’ân’dan ilk nazil olanlar, iman ile alakalı olan, cennet ve cehennemin anlatıldığı mufassal sûrelerdir. Sonrasında insanlar İslâm’da toplandıkları zaman helal ve haram konularını içeren sûreler inmiştir. Eğer başlangıçta ‘içki içmeyin’ şeklinde vahiy inseydi, ‘biz asla içki içmeyi terk etmeyiz’; ‘zina etmeyin’ şeklinde vahiy inseydi ‘biz asla zinayı terk etmeyiz’ derlerdi. Bu da İslam’ı kabul etmelerini zorlaştırırdı.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 6)
“İnsanlara onların anlayabilecekleri şekilde konuşun. (Eğer böyle yapmazsanız, onlar hakikati inkâr ederler) Onların Allah ve Resulü’nü yalanlamalarını ister misiniz?” (Buhari, Kitabü’l-İlm, 49)
Abdullah b. Mes’ûd (ra): “Adamın biri, bir hadis anlatır da, o hadisi aklı almayacak bir kimse dinlerse, bu onun için fitne olur.” (İbn Abdilberr, el-Câmi’u li Ahlaki’r-Râvî, s. 129)
Başka bir sözünde daha açık bir ifade ile şöyle der: “Herhangi bir topluluğa anlatmış olduğunuz bir hadis, eğer onların akıllarının almayacağı bir hadis ise bu mutlaka onların bazıları için fitne olacaktır.” (Zehebî, Tezkiretü’l-Huffaz, c. 1, s. 15)
“Dehre/Zamana sövmeyiniz, çünkü dehr/zaman Allah’tır.” (Buharî, Tefsir, 45)
“Ben sana ancak hikmet ehlinin anlayabileceği hadisleri söylüyorum, ama sen gidiyorsun bu hadisleri duyunca anlayamayacak insanlara aktarıyorsun.”
Sonra sözünü şöyle tamamladı: “Bu ilim, ancak aklını kullanabilen ve dinini güzelleştirmek isteyen kimselere fayda verir, böyle olmayanların nasipleneceği bir şey yoktur.” (Zehebî, Tezkiretü’l-Huffaz, c. 1, s. 15)
Hakikate hakkıyla şahit olabilmek için şunlara ihtiyacımız var:
Doğru bir söz
Doğru bir üslup
Doğru bir zaman
Doğru bir zemin
Doğru bir muhatap
“Rabbimiz! Bizler iman ettik, bizi hakikate hakkıyla şahit olanlarla beraber yaz.” (Maide, 83)