İslâm’ın sedasını duymak ve duyurmak istemeyenler çok olmuştur. Sadece günümüzde değil, bin dört yüz yıl öncesinden bu kavgaya başlamış, yaratıcıya dil uzatmış, söylediklerini kabul etmemiş, ayetlere karşı çıkmış, peygamberi seçmek yerine putlarına tapmışlardır. Kendilerince yaptıkları yorumlar Allah’ın kelamının üzerine çıkacak sanmışlardır. Fakat şunu hiçbir zaman anlamamışlardır: “…Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” [1]
Bu kavgaya dahil olup kazanabileceğini zannedenlerden biri de Übey b. Halef’tir. Kureyş’in Benî Cumah kabilesine mensuptur. Kardeşi de kendisi gibi Hz. Peygamber’i kabullenememiş, Allah’tan başka her şeye boyun eğmiş olan Ümeyye b. Halef’tir.
İki kardeş İslâm’ı zedelemek için her türlü oyuna başvurmuş, tüm çabalarını bu yolda sarfetmişlerdir. Her müşrik gibi Übey de Dârü’n-Nedve’de Efendimiz’e (sas) suikast planları yapanların yanında yer almıştır. Hatta karar almakla kalmayıp kuşatma sırasında orada bulunmuştur. Kardeşi gibi ezlâm[2]denilen fal oklarıyla ilgilenmiştir.
Haksız kazançla geçimini sağlayan Übey b. Halef, bir gün aldığı bir malın bedelini ödememiştir. Mal sahibi bu durumu Mekkelilere anlatmış ve yardım istemiştir. Ebû Süfyan ile Hz. Abbas, Übey’den parayı alıp satıcıya vermişlerdir.[3]
Şehadetli ikram
Übey b. Halef’in dostu Ukbe b. Ebû Muayt, Efendimiz’i bir gün yemeğe davet etmiş, ikramlarda bulunmuştur. Ancak Allah Resûlü (sas) Ukbe’den şehadet duymadan hiçbir şey yemeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Ukbe şehadet getirmiştir. Bunu duyan Übey b. Halef onu tehdit ederek, “Eğer gidip Muhammed’i açıkça inkâr etmez ve onu yüzüne karşı aşağılamazsan seninle asla konuşmayacağım.” demiştir.[4] Ukbe de dostu Übey’in dediğini yapmıştır.
Furkan Suresi’nde ise böyle kimselerin halleri şöyle tavsir edilmektedir: “O gün zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim. Çünkü zikir (Kur’an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder.”[5]
İşte hakiki dost insanı Allah’a yakınlaştırır. Eğer dostun Ebû Bekir ise Mus’ab b. Umeyr gibi gideceğin yol mücadelenin yolu olur. Eğer dostun Talha b. Ubeydullah ise Zübeyr b. Avvam gibi gideceğin yol kardeşliğin yolu olur. Eğer dostun Hz. Peygamber ise Hz. Hatice gibi gideceğin yol fedakarlığın yolu olur. Yani yolun dostunun yolu olur. Ama dostun Übey b. Halef ise Ukbe b. Ebû Muayt gibi gideceğin yol Hz. Peygamber’in (sas) yolu iken uçuruma sürüklenen bir yol olur.
Ölümüne beslenen at
Peygambere olan düşmanlığı onu Allah’ı ve ahireti inkara itmiştir. Resûlullah’ı (sas) öldürmek için çaba sarf etmiş, fırsat kollamıştır. Hatta sırf bu niyeti için bir at beslemiştir. Her defasında bunu dile getirerek Efendimiz’e tehditte bulunmuştur. Resûlullah ise Übey’e: “İnşallah sen o at üzerinde iken ben seni öldürürüm”[6] diyerek karşılık vermiştir.
Uhud Savaşı’nda, “Neredesin Ey Muhammed! Sen kurtulursan ben kurtulmayayım.” diyerek Efendimiz’e (sas) saldırmıştır. Resûlullah ise onu, o at üzerinde yaralamıştır. Korkuya kapılan Übey, “Muhammed beni öldürdü” diyerek bağırmıştır. Yarasının hafif olduğunu söyleyenlere: “Muhammed beni öldüreceğini söylemişti, onun sözü gerçekleşir.” demiştir ve savaş sonrasında Mekke yakınlarında bir bölgede ölmüştür.
Ölüm yokmuş gibi yaşayan Übey ölümden sonraki hayata da inanmamıştır. Yaşantısına baktığımızda bunu her haliyle bizlere göstermiştir.
Bir gün yerde görmüş olduğu çürümüş kemik parçasını alarak elinde ufalamıştır ve Resûlullah’a (sas) doğru atarak, “Toz olup gittikten sonra bu kemiğin diriltileceğini mi iddia ediyorsun?”[7] demiştir. Cevabını Alemlerin Rabbi’nden şu şekilde almıştır: “Kendi yaratılışını unutarak misal getirmeye kalkışıyor ve “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”[8]
Hakkında İnen Ayetler[9]
Yasin Suresi, 36/78-79
“Kendi yaratılışını unutarak misal getirmeye kalkışıyor ve “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir”
Meryem Suresi, 19/66
“İnsan der ki, ben öldüğümde mi diri olarak çıkarılacağım.”
En’am Suresi, 6/8,9
“Ona bir melek gönderilmeli değil miydi? “dediler. Eğer biz bir melek gönderseydik elbette işleri bitirilmiş olur, sonra da onlara göz bile açtırılmazdı. Eğer onu bir melek kılsaydık, yine de bir adam suretinde gösterir ve her halde yine düşmekte oldukları şüpheye düşürürdük.”
İnfitar Suresi, 82/6
“Ey İnsan! Keremi bol Rabbine karşı seni ne aldattı?”
Enfal Suresi, 8/17
“Siz öldürmediniz, Allah öldürmüştür onları. Attığın zaman da sen atmadın ve sadece Allah attı. Bu müminleri, katında güzel bir imtihanla denemek içindi. Muhakkak ki Allah Semi ve Alimdir.”
Yaraların merhemi olan Allah Resûlü (sas), her dert için bir deva gösteriyordu. Kurumuş yüreklerin yeşermesi için de merhemini bize söylemişti: “Merhamet edin, sevin.” Çünkü sevmek tohum saçar yüreklere. Yeşerdi mi çiçekler açar, meyveler verir. Yeşerdi mi her şeyi severiz. Sevmeyi severiz, muhabbeti severiz, hatta ölümü bile severiz. Sevgili için can vermeyi, cânı da cânânı da feda etmeyi severiz. Eğer seversek ölümü, Übey gibi kabullenmeyip kaybedenlerden değil, ölümü özüne sevdiren sahâbîler gibi kazananlar kervanından oluruz.
İlayda Arslan
Siyer İlim, Kültür ve Tarih Dergisi Nisan-Haziran 2018/6 Sayı
İrtibat ve Detaylı Bilgi İçin: 0212 550 0 571
Whatsapp Abone Hattı: 0531 660 50 18
www.siyerdergisi.com
[1] Kehf, 18/109
[2] Câhiliye Arapları, önemli olan işlere başlamadan önce tahtadan yapılmış ve kanat takılmamış ince oklar üzerine “yap, yapma” şeklinde alternatifler yazıp bir torbaya koyarlar, daha sonra içlerinden birini çekerek çıkan yazıya göre girişilen işin kendileri için uğurlu veya uğursuz olacağına inanır ve ona göre hareket ederlerdi. Bir tür falcılık olan bu uygulamaya ezlâm denirdi.
[3] Önkal, Ahmet, “Übey b. Halef” DİA, XII, 272.
[4] Önkal, s. 272.
[5] Furkan, 25/27-29
[6] Önkal, s. 272.
[7] Önkal, s. 272.
[8] Yasin Suresi, 36/78,79
[9] Çetiner, Bedrettin, Esbâb-ı Nüzûl, I-II.