Öteki Hayat dersinde bu hafta Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Kıyametin başlangıcını ve sonrasında yaşanacak hadiseleri, Kur’an ve Hadisler rehberliğinde anlattı. Hocamız, “Hayatı Bitiren ve Ebedi Hayatı Başlatan Nefes: Sûr” serlevhasında, o dehşetli günün bazı tablo ve mesajlarını bizlerle paylaştı. Özellikle bu bilgilerin, meraklarımızı gidermek için değil, nasihat ve öğüt için dinlenilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Dersten Cümleler
Ölüm ve ötesi hayat ile alakalı konular merakımızı gidermek için değil, öğüt ve nasihat almak için anlatılmalı ve öğrenilmelidir.
Bizim bilgi problemimiz yok, bilinç problemimiz var.
“Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Rabbim bana dokuz şey emretti:
– Gizli halde de aleni halde de Allah’tan korkmamı
– Öfke ve rıza halinde de adaletli söz söylememi ve adaletli davranmamı
– Fakirlikte de zenginlikte de iktisad yapmamı yani infak yapmamı
– Benden bağlarını koparana dahi sıla-ı rahm yapmamı
– Beni mahrum edene de vermemi
– Bana zulmedeni affetmemi
– Susma halimin tefekkür olmasını
– Konuşma halimin zikir, bakışımın da ibret olmasını
– Her durumda ma’rufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi.” (Mişkatü’l-Mesâbih, 4/1639, 1640)
Sûr; Allah’ın (cc) dört büyük melekten biri olan İsrafil’e vazife olarak verilen borudur…
Sözlükte “seslenmek, ses çıkarmak; eğmek” mânasındaki savr kökünden türeyen sûr (الصور) “ses çıkaran eğri boynuz” demektir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “śvr” md.; Lisânü’l-Arab, “śvr” md.)
Deccal’in ortaya çıkışı, Duhan’ın yani dehşetli bir dumanın yayılması, Dabbetü’l-arz’ın ortaya çıkması, Güneş’in Batıdan doğması, Hazreti İsa’nın yeryüzüne inmesi ve bütün bir dünyanın İslam’ın hâkimiyeti altına girmesi…
“Allah Teâla hazretleri ipekten daha yumuşak bir rüzgârı Yemen taraflarından gönderecek ve bu rüzgâr, kalbinde zerre miktar iman bulunan hiç kimseyi hariç tutmadan tüm müminlerin ruhlarını kabzedecek.” (Müslim, İman, 185)
“Yeryüzünde Allah Allah denildikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Müslim, İman, 234; Tirmizî, Fiten, 35)
Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) bir gün çok derin bir üzüntüye kapılmıştır. Sahabe bunun nedenini sorunca Resulullah buyurmuştur ki: “Nasıl zevk ve neşe içinde olurum, Sûr sahibi boruyu ağzına almış, ne zaman üfürülmesi emredilecek diye izin bekliyor.” Bu sözleri ashab duyunca, dehşete kapılmışlar ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı. O zaman Peygamber Efendimiz onlara demişti ki: “O anlar hatırladığınızda حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ Allah bize yeter, o ne güzel vekildir deyiniz!” (Tirmizî, Kıyamet, 9)
“Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sûr’u yarattı. Ve onu İsrâfil’e (as) verdi. İsrâfil ağzını Sûr’a dayamış ve gözlerini de Arş’a dikmiştir. Sûr’a üfürmesi için verilen emri beklemektedir.” Ebû Hüreyre diyor ki; ben merak ve dehşetle: “Ey Allah’ın Rasûlü! Sûr nedir?” diye sordum. Hz. Peygamber (sas) dedi ki: “Boynuza benzeyen bir alettir.” Ben yine: “O nasıl bir şeydir ki?” diye sordum. O da: “O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah’a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir.” diye cevap verdi… (Beyhaki, el-Ba’sü ve’n-Nüşûr, s. 609; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 1/214)
Allah Resulü’nün (sas) beyanlarından öğrendiğimiz üzere Sûr’a üç kez üfürülecektir. Bu üç üfürme şöyledir:
Birinci: Nefhatü’l-feza/Dehşetli nefes
İkincisi: Nefhatü’s-sa’k/Öldüren nefes
Üçüncüsü: Nefhatü’l-kıyâme/ Dirilten nefes
“O gün güneş dürülür, yıldızlar kararıp dökülür, dağlar yürütülür, en değer verilen on aylık develer terkedilir, denizler kaynatılır…” (Tekvir, 81/1-4,6)
“Gök yarılır, yıldızlar etrafa saçılır, denizler akıtılır…” (İnfitar, 82/1-3)
“Gök yarılıp Rabbinin emrine boyun eğer, yer uzatılır, içinde olanları atıp tamamen boşalır ve Rabbine boyun eğer.” (İnşikak, 83/1-4)
“Büyük bir gürültü koparır, o gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneler gibi olur, dağlar atılmış renkli yüne benzer.” (Karia, 101/1-5)
“O gün bir sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir, kalpler titrer, insanların gözleri yere döner ve “biz ufalmış kemik olduğumuz zaman eski halimize mi döneceğiz” (yoksa). O takdirde bu zararına bir dönüştür diye düşünecekler. Tek bir çığlıkla hepsi bir düzlüğe dökülecekler…” (Nâziat, 79/6-14)
“Sur’â üfürüldüğü gün herkes bölük bölük gelecek, gökler kapı kapı açılacak, dağlar yürütülüp serap olacak…” (Nebe, 78/18-20)
“Yıldızların ışığı giderilecek, gök yarılacak, dağlar pamuk gibi atılacak…” (Mürselât, 77/8-10)
“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman insan “kaçacak yer neresi” diyecek, ama sığınak yoktur o gün…” (Kıyâmet, 75/7-11)
“Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler…” (Müddessir, 74/50-51)
“Yeryüzü ve dağlar sarsılır, dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir…” (Müzzemmil, 73/14)
“Gökyüzü erimiş maden gibi olur, dağlar da atılmış pamuğa döner; hiçbir dost dostunu soramaz.” (Meâric, 70/8-10)
“Sarsıntıyı gören her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanlar adeta sarhoş gibidir. Onlar sarhoş değildir ama Allah’ın azabının şiddeti onları o hâle koyar.” (Hac 22/1-2)
Allah Resulü (sas) bir hadisinde: “İki üfürme arası kırktır.” buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Hüreyre’den soruldu : “Kırk gün müdür? Bilmiyorum, dedi. Kırk yıl mıdır? Bilmiyorum, dedi. Kırk ay mıdır? Bilmiyorum, dedi.” (Buharî, Tefsîr, 3/39; Müslim, Fiten, 141)
“Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil, Allah’ın huzuruna çıkar ve: ‘Ey Allah’ım! Yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yaşayan bütün varlıklar öldü!’ der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine: “Geride canlı kalan kimse var mıdır?” diye sorar. Azrâil: ‘Ey Allah’ım! Ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş’ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım! ” cevabını verir. Daha sonra Allah’ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâil’e dönen Yüce Allah: ‘Ey Meleğim! Sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl!” buyurur ve Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah: “Bugün mülk kimindir?” diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. “Bugün mülk, tek ve her şeye gücü yeten Allah’ındır?” (Semerkandî, Tenbihü’l-Gafilîn, 1/88, 89)
“Bugün mülk kimindir? Bugün mülk, tek ve her şeye gücü yeten Allah’ındır?” (Mü’min, 16)
Üçüncüsü nefes: Nefhatü’l-kıyâme/ Dirilten nefes: İşte Ba’su Bâde’l-Mevt/Ölümden sonraki diriliş bu safhadır.
“Yer dehşetle sarsıldığında, ağırlıklarını birer birer dışarıya, çıkardığında ve insan, “ne oluyor” diye korkusunu dile getirdiğinde…” (Zilzâl, 99/1-3)
“Kabirlerinden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, söz verilmiş olan gündür.” (Mearic, 70/43-44)
“Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar.” (Kamer, 54/7)
“Artık insanın her yanı çürüyüp ufalanacak, ancak kuyruk sokumundaki (küçücük bilyamsı) kemik çürümeyecektir. İnsanlar o kemikten oluşup meydana gelecek.” (Buharî, Tefsîr, 3/39, 1/78; Müslim, Fiten, 141)
Abdullah b. Abbâs (ra) der ki: “Ben Resûlullâh’ın (sas) minberde; “Sizler Allah’a yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak kavuşacaksınız” dediğini işittim.” (Buhari, Rikak,45; Müslim, Cennet,14)
“Ey İbn Ebû Kuhafe’nin kızı! O gün insanlar kendi dertlerine düşmüşlerdir. Kimin aklına gelecek ki dönüp başkasına baksın. Kimin hali var ki dönüp, bir başkası ile zaman geçirsin.” (Tirmizi, Sıfatü’l Kıyamet, 3)
“O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 37)
“Yer yarıldığında, ondan ilk çıkacak kişi benim…” (Buhari, Tevhid, 22; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465)
“Kabirlerden çıplak olarak diriltildikten sonra ilk elbise giydirilecek insan ise İbrahim’dir.” (Nesai, Cenaiz, 118)
“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar.” (Bakara, 275)
“Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onların, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir. O gün onlar başlarını dikmiş, gözleri donup kalmış, kalpleri bomboş koşup dururlar. Hem, azabın geleceği günü hatırlatarak insanları uyar! O gün zalimler: ‘Ey bizim Rabb’imiz!’ diyecekler, ne olur; bize kısa bir süre ver de senin çağrına uyma imkânı bulalım ve peygamberlerin izince gidelim.’ Peki, daha önce hiç zeval bulmayıp sürekli yaşayacağınıza dair yemin eden siz değil miydiniz?” (İbrahim Sûresi, 14/42-44)
“İnsanlar Kıyamet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde yetmiş zirâ’lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına kadar ulaşır.” sözleriyle tasvir etmiştir. (Buhârî, Rikak, 47; Müslim, Cennet, 61)
“Kıyamet günü insanlar üç sınıf olarak haşrolunurlar: Yayalar, binekliler ve yüzü üstü sürünenler…”
“Onları ayakları üzerine yürüten Zât-ı Zülcelal, yüzleri üzerine yürütmeye de kâdirdir. Yüz üstü sürünerek gidenler, önlerine çıkan her engel, her dikenden yüzlerini korumaya çalışırlar!” (Tirmizî, Tefsîr, 18)
“İnsanlar Kıyamet günü üç hal üzere haşrolunurlar:
1. İstekliler, ürkekler. (Cenâb-ı Hakk’ın cennetini isteyen ve cehenneminden korkan mü’minler)
2. İki kişi bir deve üzerinde, üç kişi bir deve üzerinde, dört kişi bir deve üzerinde, on kişi bir deve üzerinde olanlar.
3. Geri kalanlarını cehennem toplayacak, geceledikleri yerde onlarla birlikte geceleyecek, dinlendikleri yerde onlarla birlikte dinlenecek, sabahladıkları yerde onlarla birlikte sabahlayacak, akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlayacaktır.” (Buhârî, Rikak, 48; Müslim, Cennet, 59)
Abdullah b. Büreyde babasından naklediyor: “Ashabımdan biri bir beldede vefat ederse, kıyamet günü onlar için bir komutan ve aydınlık saçan bir rehber olarak diriltilir.” (Tirmizi, Kitâbu’l-Menakıb, 132)