Aylardan Muharrem, günlerden Aşura olunca, diller başkasından söz etmek istemiyor, kalemler başkasını yazmıyor, zihinler başkasını düşünemiyor. Biz de kendimizi bundan beri tutamıyor; tarihte geçen bu acı olayı anmaya değil, anlamaya, birilerine övgüler yağdırıp, birilerine lanetler dizmeye değil, yaşanan o acı olaylardan ders çıkarmaya çalışıyoruz.
Öncelikle Kur’an’dan ilham alarak bir tarih bilinci oluşturmak zorundayız. Böyle bir bilinci vahyin bereketli mesajlarından mahrum olarak belirlemek mümkün olmayacağı gibi, faydasının olacağını söylemekte imkânsızdır. O halde şu temel soruya cevap bulmak zorundayız: Kur’an bize nasıl bir tarih bilinci verir? Bu konuda birçok önemli mesaj sıralanabilir; ama en mühim gördüğümüz 7 noktayı burada hatırlatmakla yetiniyoruz.
Tarih, bir övgü ya da sövgü malzemesi değildir.
Tarih, güzel tabloları ile örnek, yanlış tabloları ile ibret olan bir vesikadır.
Tarih, gizlemenin, horlamanın veya kutsamanın değil, anlayıp, kavramanın fayda vereceği bir tecrübe mirasıdır.
Tarih, ataların yaptıkları güzelliklerin sadece söz ile tekrarlanıp durulduğu bir hava atma sermayesi değil, güzelliklerin tüketilmeyip, üretilmesi gereken bir alandır.
Tarih, atalarının yaptıklarıyla çocuklarının, çocuklarının yaptıkları ile atalarının sorumlu tutulamayacağı, ancak zihniyetlerin sorgulanması gereken bir terekedir.
Tarih, mezardakilerin yaptıklarından dolayı pişman oldukları şeyleri, tartışıp durma değil; “neden, nasıl, niçin” sorularına cevap bulup aynı hatalara düşmeme vesilesidir.
Tarih, tekerrürü her an imkân dâhilinde olan bir alan olduğunu unutmadan, sürekli hatırda tutulması gereken önemli bir sermayedir.
Tarihimizi okurken işin başında böyle bir bilinci elde etmemiz, elbette ki bizlere birçok istifade kapısını açacaktır. Bu gözle Muharrem ayının en acı olayı olan Kerbela hadisesini değerlendirirsek, 1368 yıl önce olan bu hadiseyi daha iyi anlar, hadisenin en büyük kahramanı olan İmam Hüseyin’in ne adına mücadele ettiğini daha iyi kavrarız.
Amacımız İmam Hüseyin’i ve mücadelesini sadece anmak değil de, anlamak olursa hemen zihin dünyamız bir çok sorunun muhatabı olur. Bir kaçına burada yer vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz: “Neden bu olay oldu? Neden daha Efendimiz’in kabrinin üzerindeki sular kurumadan İslam toplumu bu hale geldi? İnsanlar nasıl Peygamber torununu katledecek kadar canileşti? Neden Hz. Hüseyin sonunda ölüm olduğunu çok iyi bildiği bu yolculuğa çıktı? Madem İmam Hüseyin şehit olacağını biliyordu, o halde hanımlarını ve çocuklarını ta Irak topraklarına neden götürdü?
Bu ve bunun gibi onlarca soruya cevaplar bulmamız; bize Kerbela hadisesini daha iyi anlatacak ve bizleri yüzyıllar sonrasında bile İmam Hüseyin’in en gür sedası ile haykırdığı hakikatleri işitebilecek bir yüreğin sahibi kılacaktır. Nasıl mı? Sadece bir örnekle nasıl olduğunu anlamaya çalışalım.
İmam Hüseyin, Medine’den ve Mekke’den çıkmak zorunda kaldığında onu engellemeye çalışan, başta Ümmü Seleme validemiz olmak üzere onlarcası İmam’a; “Ey Hüseyin! Ne olur gitme Kufe’ye. Onlar baban Ali’yi ve abin Hasan’ı nasıl yüzüstü bıraktılarsa senide öyle bırakacaklar” demelerine rağmen; O “Ben gitmek zorundayım” diyordu. İmam’a bu zorunluluğu yükleyen kimdi? İnsanlar merak ediyorlardı ve “Kim size bu zorunluluğu yükledi” diyorlardı. İmam sessiz kalıyordu, O’nu engellemeye çalışanlar anlıyorlardı ki; emir büyük bir yerdendir ve İmam kendi insiyatifi ile değil, kendisine yüklenen misyonu yerine getirme adına Kufe’ye doğru gidiyordu. İmam’a bu misyonu biçen ve böyle bir görev yükleyen otorite, yüzyıllar önce Hacer’i vadisinde bir tek ot bitmez Mekke’ye bıraktırmıştı. Hacer, eşsiz bir teslimiyet göstermişti de, o teslimiyet zemzem olmuştu. Şimdi aynı emrin sahibi Hüseyin’e “git” diyordu. Hüseyin gidecek ve kanını o ihanet toprağında, nifakı iman zanneden cehalet ocağında kanını bir zemzem safiyetinde akıtacaktı. Ta ki karanlık dünya aydınlasın, cehaletin kara perdeleri, İmam’ın al kanı ile aralansın ve ölü topraklar Ehl-i Beytin o dirilten iksiri ile yeniden hayat bulsun.
İmam Hüseyin, Kerbela’nın toprağında zalim kılıçlar altında doğranırken kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa zilletle yaşama yerine, onurla ölmeyi öğretiyordu. Kerbela meydanında kılıç sallayan tarafların kimler olduğunu âleme öğretiyordu. Kimin kabile adına, kimin ğanime/ganimet adına, kimin ise akide adına mücadele verdiklerini öğretiyordu. Şehadetin bir yok oluş değil, büyük bir başlangıç olduğunu; bir kayıp değil, en büyük kazanç olduğunu tüm insanlığa öğretiyordu. Her günün Aşura, her yerin Kerbela olduğunu, Yezidlerin eksik olmayacakları bir dünyada nasıl Hüseyin olunacağını ve onun misyonun nasıl temsil edileceğini öğretiyordu. Ve İmam Hüseyin hayatın İman ve Şehadet üzere olması gerektiğini öğretiyordu.
Muhammed Emin YILDIRIM