On bir ayın sultanı olan Ramazan Kur’an-ı Kerim’in doğum ayıdır. Rebîülevvel ayı ise Kur’anu’n-Natûk/konuşan Kur’an olan Efendimiz’in (a.s.) doğum ayıdır. Bunun için Rebîülevvel ayı bende hep ikinci bir Ramazan coşkusu meydana getirir. Bu coşkuyu en üst düzeyde yaşamamıza rağmen, Mevlid kutlamalarını doğru bir şekilde tahlil etmek zorundayız. Yapacağımız doğru tahliller bu güzel günleri daha iyi değerlendirmemize olumlu yönden katkılarda bulunacaktır.
Mevlid kutlamalarının ne zaman başladığına dair rivayetler çok çeşitli ve ihtilaflı ise de; böyle bir kutlamanın ne Efendimiz (a.s.) hayatta iken, ne dört Raşid halife döneminde, ne de sonraki iki dönem olan Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn dönemlerinde olmadığı kesindir. İbnü’t-Tuveyr’in verdiği bilgiye göre İslam dünyasında resmi ilk Mevlid kutlaması Mısır’da kurulan Fatımî devletinde, Muiz-Lıdînillah döneminde (m. 972-975) olmuştur. Bu ilk resmi kutlamadan sonrada Fatımîler, birazda olaya siyasi bir boyut kazandırarak her geçen sene daha da coşkulu bir biçimde bu kutlamaları genişletmişlerdir. Bu kutlamaların bizim topraklarımızdaki yansımalarına gelince; bir rivayete göre Osman Gazi döneminde başladığı iddia edilse de, resmi kutlamaların Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığı daha doğrudur. 1588 yılında ise 3. Murad ile birlikte camilerde kandiller yakılarak Mevlid ve diğer kutsal geceler biraz daha devlet eli ile coşkuyla kutlanmaya başlanmıştır.
Mevlid kutlamalarının böyle tarihsel bir gerçekliği olmasına rağmen, bu toprakların insanlarının bu gecelere karşı hassasiyetini yadırgamamalıdır. Çünkü insanımız çok acı süreçler geçirerek bugünlere geldi. Din namına ne varsa hayatlarımızdan sökülüp çıkarıldı. İsmen Müslüman olan toplumlar Muhammedsiz, dolayısı ile muhabbetsiz bırakıldı. Bir gece olsa bile, kutlu Nebi’nin atmosferine girebilmek insana çok şey kazandırırdı. Çünkü bir kez Muhammed (a.s.) diyen, o yüce ruhun tadına varır; önce lisanı, sonra hayatı tatlanırdı. Belki Mevlid kutlamaları yıllar yılı sadece birer anma gecesi olarak kaldı. Ama sevineceğimiz bir gerçek var ki, artık insanımız anmadan, anlamaya doğru bir geçiş süreci yaşamaktadır. Önceleri sadece bir gece olan bu kutlamalar, sonraları Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncülüğü ile; Kutlu Doğum Haftası’na, şimdilerde de Kutlu Doğum Ayı’na dönüştü. İnanıyoruz ki, bu dönüşüm ay ile de sınırlı kalmayacak, senenin tamamına yayılacaktır. Çünkü anlamaya çalıştığımız kutlu Nebi’nin o bereketli hayatı öyle bir iksirdir ki, O’nu bir kez tanıyan, O’nunla bir kez olsun tanışan, bir daha isteyecek, tanıdıkça O’na hayran olacak; hayran oldukça da, O’nun kutlu mirasının arkasında devran olacaktır.
Bundan dolayı ikinci Ramazan dediğimiz bu muhteşem günlerin iyice kıymetini bilmek zorundayız. Bu günlerin kıymetini bilmenin en önemli vasfı hiç şüphesiz başta nefislerimizi ne kadar Hz. Muhammed’i ( s.a.v.) ve O’nun bize bıraktığı nebevî mirasını tanıdığımızı sorgulamamızdır. Tanıdığımızı iddia etmemiz bir noktada çok da önem arz etmemektedir. Çünkü O’nu (s.a.v.) tanımak demek; O’nu Ashab gibi sevmek demektir. Eğer halen sevgilerimiz değil sahabenin sevgisine, onların sevgilerinin zekatına bile ulaşmıyorsa, demek ki, bizler daha Efendimiz’i (a.s.) tam anlamı ile tanı(ya)mıyoruz.
O halde yapmamız gereken bu günleri de fırsat bilip, o yüce ruhu daha yakından tanımanın vesilelerini zorlamaktır. O vesilelerin en başında ise Vahyin anlattığı Hz. Peygamber’i iyice kavramak gelmektedir. Nasıl ki; bizlere Vahyi en iyi anlatan ve tanıtan Efendimiz (a.s.) ise, o kutlu Nebi’yi bize en iyi anlatan ve sahih anlama usulünü öğretende hiç şüphesiz Kur’an’dır. İlahî Kelam’ın her alanda ki rehberliği bu alanda da geçerlidir. Biz eğer İlahî Kelam’a; “Ey Kur’an! Bize Hz. Peygamber’i anlat” diye müracaat edersek; görürüz ki, onlarca ayet dile gelerek, İlahî dergahın seçmiş olduğu o kutlu elçiyi en güzel ve en doyurucu ifadelerle bizlere tanıtacaktır. Bu temel bilgiler ışığında bizler siyerden daha fazla istifade edecek ve Efendimiz’in (a.s.) o yüce mirasını asrın idrakine sunma noktasında daha da farklı bir seviyeye ulaşmamız mümkün olacaktır.
Öyleyse gelin, hep beraber hiç değilse bu ay Muhammed, Muhammed (a.s.) diyerek nefes alıp verelim. Diller sadece O’nu ansın, zihinler sadece O’nu düşünsün, kalemler sadece O’nu yazsın.
O (s.a.v.) değersiz şeylere değer katar, belki bizde bu gayretimiz neticesinde değersizliğimizi, O’nunla kıymetlendiririz.
Muhammed Emin YILDIRIM