“Andolsun ki Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21)
Sireti nebi bütün çağlara derstir.
En güzel örnek olmak, izlenen ve etki eden bir hayatı yaşamayı gerektirmektedir. Sevgili peygamberimizin hayatı bütün Müslümanlar için en müessir örneklerle dolu bir hayattır. Onun ve onu bir gölge gibi izlemeyi başaran yakın dostları ashabın yaşamı, daha sonraki nesiller için örnek alınacak, dersler çıkarılacak olaylarla doludur.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, fani dünyamızda altmış üç yıl kaldı. Bu altmış üç yılın yirmi üç yılını Peygamber olarak yaşadı. Özellikle son on yılını oluşturan Medine dönemi, ashabı tarafından neredeyse saat saat kayıt altına alınmış ve bize kadar ulaşacak bir sisteme oturtulmuştur. Ashabı, onu çok dikkatle izledi.
Onların izlemedeki titizliği, bir yandan onların iyi bir Müslümanlık yaşamalarını sağlarken, bir yandan da bizim elimizle gözümüzle izler gibi takip edebileceğimiz büyük bir arşiv ulaştırmıştır bize. İman edenleri tarafından bu denli titiz izlenen ve nesilden nesile berrak bir şekilde aktarılabilen başka bir nebi de yoktur. Allah onlardan razı olsun.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hayatına ait bilgiler anlamında kullandığımız Sireti Nebi’nin tek kaynağı ashabın aktardıkları da değildir. Genel çizgiler onların aktardıklarından oluşmakla birlikte, Kitabımız Kur’an da belli başlı olayları bize aktarmaktadır. Kur’an, o döneme ait olayları aktarırken, ayrıntılardan çok bizim için ibret oluşturacak yönlere işaret etmektedir.
Otuz kırk bin kişilik bir ordunun bir aydan fazla süren bir hareketi olan Tebük gazvesinden söz ettiği ayetlerin önemli bir bölümü, üç kişinin cihaddan geri kalmasıyla ilgili ayetlerdir. Çünkü o bölümde vurgulanması murat edilen, cihadın ayrıntıları değil, cihaddan geri kalmanın akıbetidir.
Başka bir yerde Bedir’den, Uhud’dan söz edildiğini görüyoruz.
Bedir’den söz edilen ayetlerin bir bölümünü ihtiva eden Enfal suresi, savaşın ayrıntılarıyla değil, savaşın sonuçlarından biri olan ganimetlerin dağıtılmasıyla ilgili ortaya çıkan soruna müdahaleyle başlamaktadır.
Başka bir surede ise, ashabın savaş anındaki tutumlarının tahlil edildiğini, o tahlilin akışından da savaşın seyrinin anlaşıldığını görüyoruz.
Efendimiz aleyhisselamın özel hayatına ait konulara da Kur’an’ın temas ettiği olmuştur. Evlenmesi, evliliğinin birden çok kadınla gerçekleşmesi, hanımlarıyla olan ilişkilerinden enteresan örnekler, hanımlarının bizim açımızdan nitelikleri, bizim onlara nasıl muhatap olacağımız gibi konular da ayetler arasına serpiştirilmiş gibidir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin şahsına ait özel durumlarından söz eden ayetler de vardır.
Her halükârda peygamberimiz bizim örneğimizdir; ona bakar, onu yaşarız. Sadece sakalına, sarığına değil, meydanlardaki ve insanlar arasındaki kimliğine de bakar ve kendimize şekil veririz. Gereken budur.
Tevbe suresi’nin Huneyn savaşına değinen 25-26. ayetleri:
“Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş; fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda bozguna uğrayarak gerisin geri dönmüştünüz.Sonra Allah, Resûlü ile mü’minler üzerine sekînetini indirdi, sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.”
Huneyn savaşı: Nedenler ve seyir
1- Mekke, Ka’be’nin varlığından ötürü Arapların en gözde yeriydi. Kureyş, bu gözdeliği değerlendirerek, Araplar’ın doğal lideri gibi davranıyor, Mekkeli olmayı diğer Arap kabilelerine karşı kullanıyordu. İslam’a girmeye sıcak bakmayan bazı Arap kabilelerinin çekinceleri arasında Kureyş’in tutumunun önemli bir yeri vardı. Kureyş tam anlamıyla bir güçtü.
2- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ve ashabının bi’setin on üçüncü yılında Yesrib’e hicrete zorlanması aslında Kureyş’in kendi kuyusunu kazmasıydı. İslam, hicrete sürüldüğü yerde güçlenmiş ve devlet kimliği kazanmıştı. Önce, Medine çevresindeki Yahudiler ve küçük Arap kabileleri engel olmaktan çıkarıldı. Peşinden en güçlü kale olan Hayber kalesi fethedildi. Ama Kureyş olgusu hâlâ devam ediyordu. Kureyş’i gücendirmeye cüret edebilen Arap kabilesi pek azdı. Bu yüzden Mekke’nin Kureyş’in tahakkümünden, Kâ’be’nin de putların işgalinden kurtarılması şarttı.
Hicretten sekiz yıl sonra Allah, peygamberine Mekke’yi fethin yolunu açtı.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ve ashabı, on bin kişilik büyük bir orduyla, birer kişi ve kaçak olarak hicret etmek zorunda bırakıldıkları Mekke’ye yöneldiler. Hicretle fetih arasında sekiz yıl vardı.
3- Fetih zor olmadı. Ciddi bir insan zayiatı olmadan, Allah’ın lütfuyla büyük fetih gerçekleşti. Mekke müşriklerden, Kâ’be de putlardan temizlendi. İnsanlar grup grup İslam’a girdiler. Kovan durumunda olanlar, yalvaran durumuna düştüler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, bir iki azılı müşrik hariç herkese umumi af ilan etti. İslam güçlendi, Müslümanlar’ın sayısı arttı.
4- Fetihle beraber, Kureyş olgusu da İslam’ın lehine bozulmuş oldu. Artık Kureyş çekincesinden ötürü İslam’a girmeme gibi bir neden yoktu. Bu aynı zamanda, İslam’a girmekten başka çare de yok gibi bir anlam taşıyordu. Şirk son güçlü cephesini, kendi kalesinde kaybetmişti. İslam şirkin tarihi kalesini yıkmış, aynı kaleye doğal bir merkez gibi yerleşmişti. Bilal’in Kâ’be’nin üzerinde okuduğu ezan büyük bir ilandı. Şirkin yerine Tevhid hâkim olmuştu.
5- Başta Hevazin ve Sakîf olmak üzere şirkten menfaat uman bazı kabileler, son kalenin gitmesinden sonra, yiğitliği teslim etmemek gibi bir siyaset gütmeye çalıştılar. Mekke’ye en yakın kabile olan
Hevazin kabilesi, çevre kabilelerin de desteğini alarak saldırıya geçmeyi planladı.
On bin kişi kadar bir güç topladılar. Aileleri ve çocuklarını da moral güç olarak beraberlerine alıp, kampa çekildiler. Arafat yönünden yirmi beş km. mesafede Huneyn adlı vadide bulunuyorlardı.
Durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bildirildi. O da onların Mekke’ye doğru gelmelerinden çekinip, üzerlerine yürüme kararı aldı.
6- Mekke fethedilmiş ve binlerce yeni Müslüman saflara katılmıştı. Ordu da buna göre kalabalıktı. Ancak ordu iki ayrı gruptan oluşuyordu. Birinci grup, Medine’den gelenlerin grubu; ikincisi de Mekke’nin fethiyle beraber Müslüman olup orduya katılanların grubu idi. Ordu on iki bin kişiden müteşekkildi. İslam, ilk defa bu kadar kalabalık bir orduya sahip olmuştu.
Dışarıdan İslam’ı izleyenler için düşündürücü bir kalabalıktı bu kalabalık. Fakat Huneyn gazvesine mahsus içe ait özel bir sorun daha vardı. Bu sorun, Huneyn’i konu edinen ayetlerin de üzerinde durduğu bir sorundu: İslam ordusundaki sahabiler, ilk defa ulaştıkları on binle ifade edilen rakamla gururlanmışlardı. Gururlanmayla beraber de o günkü güç dengeleri açısından, mağlup edilemez bir orduya sahip olduklarını düşünüyorlardı. Büyük ordunun mensupları olarak kendilerini rahat hissettiler.
Hâlbuki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, işi onların gördüğünden daha ciddi görüyor, tedbirler alıyordu. Bu rahatlık psikolojisinde bir miktar da, en büyük engel durumundaki Kureyş’in devre dışı bırakılmış olması, hicrete zorlandıkları yere muzaffer bir orduyla girmeleri gibi nedenler de vardı. Öyle veya böyle, birden çok düşmanı bulunan bir ordunun düşmanlardan birini tasfiye etmekle rehavete kapılması, savaş mantığı açısından yanlıştı.
Akide üzerinden cihad eden bir ordu mensubunun da, olayları azlık-çokluk gibi kavramlara hasrederek değerlendirmesi ise ikinci bir hataydı. Nice kalabalıklar Allah’ın iradesiyle helak olup giderken, nice azlıklar da üstün gelmiştir. Bu gerçek onların bilip kavradığı bir gerçekti; ama bir an gaflete düştüler ve yanlış bir vehme kapıldılar. Kalabalık oldukları için kimsenin onları yenemeyeceğini düşünmeleri bir hataydı.
7- Düşmanın geceden mevzilendiği Huneyn’e sabaha doğru girdiler. Düşman tepelere gizlenmiş, vadiyi boş bırakmıştı. Düşman da on bine yakın kişiden oluşuyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı vadiye girdiler. Düşman, onlar vadiyi doldurunca birdenbire üzerlerine ok yağdırmaya başladı. Binek hayvanlarının üzerine ve İslam ordusu mensuplarına yağmur gibi ok geliyordu.
Develer ürktü, kaçışmaya başladı. İslam ordusundaki mücahitler de neye uğradıklarını anlayamadılar. Hayvanlarını zapt edemediler.
Hayvanlar sağa sola kaçtı. Hava henüz tam aydınlanmadığı için neyin nereden geldiğini tespit edemediler. Ne olduğunu bilemeden herkes bir kenara yığıldı kaldı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yalnız kaldı. İlk anda sadece yedi sekiz kişi kaldı yanında. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiç sarsılmadı; katırının üzerinde hareket ederek, ashabını toplamaya çalıştı. Bir ara bineğinden indi ve: ‘Ben Allah’ın kulu ve Resûlüyüm! Yalan yok, ben peygamberim! Ben Abdülmuttalib’in oğluyum!’ diye bağırdı. Sonra yanındakilerden biri olan amcası Abbas’a şu şekilde bağırmasını emretti:
‘Ey, Ensar!
Ey, ağacın altında bey’at edenler!
Ey, Bakara suresini dinleyenler!’
Bu çağrı üzerine yüz kişi kadar bir grup etrafında toplandı. Kimi de gelmek istiyor, hayvanı ürktüğü için onu getiremiyordu. Gelenlerle müşriklerin üzerine hücum edildi. Öğleye kadar şiddetli çarpışmalar oldu. İlerleyen saatlerde ashabı kiram kendilerini toparladılar.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin etrafında yerlerini aldılar.
Müşriklerin ordusu, çoluk çocuklarını esir, mallarını ganimet bırakarak kaçmak zorunda kaldılar.
8- Bu olay anında, Fetih’ten sonra yeni Müslüman olmuşlar arasında, kopma işaretlerinin görüldüğü de oldu. Bazıları, bedeli ağır cümleler sarf edip: ‘Muhammed’in sihri bugün bozuldu!’ gibi sözler söylediler. Böyleleri kendileri bir gayret göstermediği gibi, gayretlilerin de şevkini kırıyorlardı.
9- Huneyn’i Kur’an ayetleri arasında zikredilirken farklı hale ge-tiren birinci durum, ashabın ‘kalabalığı’ tek güç olarak görüp gaflete düşmeleriydi. Bunun sonucu olarak da ağır bir bozguna uğradılar. Müslümanlardan şehit olanlar oldu. Netice olarak müşriklerin ordu-su perişan edildi, savaş zaferle sonuçlandı; ama ilk andaki şok çok ağırdı ve gafletin eseriydi. Ashabı kiram, kendileri için gerekli dersi çıkardılar. Onlara bu olayı hatırlatan ayetleri kendileri için önemli bir ikaz olarak algıladılar.
10- Müşriklerin ileri gelenleri esirler ve büyük bir ganimet bırakıp kaçtı. Kaçtıkları yere kadar kovalandılar ve teslim alındılar.Müşriklerden geriye kalan ganimetler hususunda farklı bir olay yaşandı. Huneyn gazvesini gündemde tutan bu ikinci farklılık da ashabın tutumu etrafında dönüyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ganimetleri ashabı arasında dağıtırken şöyle bir metot izledi:
Ganimetin çoğunluğu yeni Müslüman olmuşlara verildi. Yeni Müslüman olanlar da Mekkeliler’den oluşuyordu. Onlara yüz verilirken, Medineli Ensar’a ya verilmiyor, ya da cüzi bir rakam veriliyordu. Hâlbuki Mekke’deki zafer ile Huneyn zaferi yoğunluğunu Ensar’ın oluşturduğu bir hamlenin ürünüydü. Çıplak gözle bakıldığında bir haksızlık ve kayırma göze çarpıyordu.
Şeytan bu fırsatı iyi değerlendirdi. Ensar, kendilerine haksızlık yapıldığını, dışlandıklarını düşündüler ve: ‘Allah peygamberi affetsin! Kureyş’i ihya ediyor. Bizim kılıçlarımızdan hâlâ onların kanı damlı-yor. Bize ganimetten neden vermiyor?’ gibi sözler sarf ettiler. Bir gün içinde ikinci bir imtihan geçiriyordu sahabiler.
Konuşulanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme ulaştı. O da onların bir yere toplanmalarını emretti.
İmam Buhari’nin Sahih’inde, Mağazi Kitabının 53. bölümünde konunun anlatımı özetle şöyledir:
Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn’e katılan bazı Araplar’a yüzer deve verdi, Ensar’a vermedi. Ensar toplanıp: ‘Allah peygamberi affetsin! Kureyş’i ihya ediyor. Bizim kılıçlarımızdan hâlâ onların kanı damlıyor. Bize neden vermiyor?’ dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu duydu. Onları alandaki çadırlardan birinde topladı. Dedi ki:
– Ey Ensar! Sizden duyduğum bu söz nedir?
– ‘Duyduğun gibidir, ya Resûlellah!’ dediler. ‘Gerçi bizim büyüklerimiz, yaşlılarımız böyle bir şey demediler, gençlerimizin sözüdür bu.’ Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşmaya başladı:
– ‘Ey insanlar! Herkes beni yalanlarken siz doğruladınız. İnsanlar kovdu, siz beni bağrınıza bastınız. İnsanlar beni yalnız bıraktı, siz yardım ettiniz.’ Onlar da:
– ‘Allah’a ve Resûlüne minnettarız.’ dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sesini yükselterek:
– ‘Siz sapıklıkta iken ben size geldim ve Allah sizi hidayet etmedi mi?’ dedi.
– ‘Evet.’ dediler.
– ‘Ben geldiğimde siz fakirdiniz, Allah sizi benimle zengin etmedi mi?’
– ‘Evet.’ dediler.
– ‘Ben size geldiğimde birbirinizle uğraşıyordunuz. Allah benimle kalplerinizi birleştirmedi mi?’
– ‘Evet, Allah’a ve Resûlüne minnettarız.’ dediler. Sonra sesini yükselterek şöyle konuştu:
– ‘Ey Ensar topluluğu! İstemez misiniz insanlar koyunları ve develeri götürsün, siz de evinize Resûlullah’la dönün? Vallahi sizinle kalan, onların götürdüklerinden daha hayırlıdır.
Ey Ensar topluluğu! Siz benim gömleğim, insanlar yeleğimdir.
Vallahi, insanlar toplanıp bir vadiye yönelseler, ben Ensar’ın bulunduğu vadiye yönelirdim.
Allah Ensar’ı mağfiret etsin. Allah, Ensar’a rahmet etsin. Allah Ensar’ın çocuklarına rahmet etsin. Çocuklarının çocuklarına rahmet etsin.’
Bundan sonra Ensar’ın ağlama sesleri yükseldi ve: ‘Allah’tan Rab olarak, Muhammed’den Nebi olarak razıyız.’ dediler.
Vadi neredeydi?
*‘Ashabı kiram’, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin en sadık dostlarının adıdır. Tarihin kaydedebildiği en büyük fedakârlıkları yaptılar ve dinin ilk uygulayıcı nesli oldular. Tavizsiz ve eksiksiz bir Müslümanlık yaşadılar. Onların bu durumuna Kur’an şehadet etti. Allah onlardan razı olduğunu belirtti. Sevdiler ve sevildiler. Allah hepsinden razı olsun. Ancak Huneyn olayıyla ortaya çıkan ve sonraki nesillerin çok iyi bilmesi gereken önemli başlıklara dikkat edilmesi gerekmektedir:
a- Ashabı kiram insandılar, meleklerin ve cinlerin özelliklerinden taşımıyorlardı. Bu yüzden her insan gibi doğal bir hayatları vardı. Farklılıkları beşeri yeteneklerinden değil, himmet ve gayretlerinin üstünlüğünden geliyordu. O himmet ve gayret üstünlüğü ile büyük makamların sahibi oldular. Durum bu olunca da onların, günahsız ve hatasız olmalarını beklemenin bir anlamı yoktur. Herkesin yapabileceği hataları yaptılar. Hata yaptıkları için de Allah Teâlâ onları helak etmedi.
Çünkü büyük oranda hatalarıyla inatlaşmadılar. Bir uyarı onlar için yetti. Acil dönüş yollarını çok iyi kullandılar. Genellikle o acil dönüş taktikleri sayesinde yaptıkları hatalar bile sevaba dönüştü onlar için. Huneyn örneğinde bu durum çok açık bir şekilde görülmüştür. Bir iki saatlik gafletleri oldu. O gafletin neticesi hezimete uğradılar. Ama akılları başlarına gelir gelmez, hatalarını telafi edecek çareye başvurdular. Allah da onları affetti.
b- Ashabı kiram için de geçerli bir kural daha görüyoruz: İslam cemaati, imanı aynı seviyeden insanlardan oluşmamaktadır. Yirmi yıl önce Müslüman olanlarla, bir ay önce Müslüman olanlar arasında müthiş bir fark bulunmaktadır. Aynı fark, olgun bir hayat dönemi ya-şayanlarla gençler arasında da ortaya çıkmıştır.
Ashabın, Fetih’ten önce Müslüman olanıyla ‘Fetih’ten sonra Müslüman olanı arasındaki açık fark, en kritik anlarda ortaya çıkmıştır. Allah Teâlâ hepsinden razı olmuştur, sonunda hepsi üstün makamlara ermiştir, o ayrı bir durumdur. Ama gerçekleri adım adım izlediğimizde anlamak zorunda olduğumuz bir hakikati beyan etmemizde bir sakınca yoktur.
c- Ashap, iman noktasında sıkıntılı kimseler değildiler. İçlerinde, yeni iman etmiş bir iki kişinin bulunması durumu değiştirmez. Allah’a tevekkülleri bizimle ölçülemeyecek kadar güçlüydü. Buna rağmen akide açısından, tedip edilmeyi gerektirecek yanlış fikirlere bir an için bile olsa daldıkları olmuştur. Nitekim Huneyn gazvesinde Allah Teâlâ’nın onlara hezimet acısını tattırmasının nedeni böyle bir hatanın onlara ve onlar üzerinden kıyamete kadar iman edecek bütün nesil-lere öğretilmesidir.
Bütün güç ve kuvvet Allah’ındır. Kalabalığın ve maddi varlığın, akidevi ölçüleri sarsacak çapta telakki edilmesi bir hataydı. Bilhassa Allah yolunda, Allah için yapılan işlerde ölçü hiçbir şekilde kalabalıklar üzerinden tutulamaz. Ölçü ihlâs ve ittibadan geçmelidir. Kul, beşer olarak üzerine düşeni yapar, yorulur, terler; Allah’tan yardımını bekler. Yardım edecek olan, kazandıracak ve kaybettirecek olan sadece O’dur. Hüküm O’nun hükmüdür. Ashap, Mekke zaferinin sevincini fazla abarttılar. Kısa bir zamanda uyarı geldi. Uyarı, sevincin nedeni olan zaferin cinsinden oldu ve hezimet olarak gerçekleşti.
*Şüphesiz, bu kural sadece ashap için geçerli değildir. Bütün mü’minler bu durumdan kendilerine ders çıkarmalıdırlar. Başka sistemler için münasip görülebilecek kurallara umut bağlayıp, kendisi dışındaki bütün sistemleri batıl gören İslam adına iyi sonuçlar, zaferler elde etme düşüncesinde olanların hevesleri kursaklarında kalabilir. Allah Teâlâ, yanlış bir telakkiyi ashaba bile bağışlamadı.
Onlar bile, hatalarının bedelini hemen ödediler. Zaferin ertesi gününde hezimet acısını tattılar. Huneyn, sadece Sireti Nebi içinde geçen bir olayın yaşandığı vadinin adı değildir. Kur’an, bu olayı coğrafyanın tanıtımı için zikretmemiştir. Maksat, beyinlerdeki vadilerdir.
Bütün mü’minler, bu vadinin neresinde durduklarını iyi tahlil etmelidirler ki, Kur’an’ın iki ayeti onlar için tarihi iki satıra dönüşmüş olmasın.
*Huneyn olayının gün yüzüne çıkardığı gerçeklerden biri de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yürekliliğidir. Büyük bir tuzağa düşüldüğünü görüp, etrafından kaçışan on binden fazla askerinden sonra tek başına, büyük bir ordunun muhkem bir tuzağına karşı:
‘Yalan yok, ben Abdülmuttalib’in oğlu Muhammed’im!’ diyerek yürümüştür. Onun bu yürüyüşü iki gerçeği bize belgelemektedir:
a- Ashabı, peygamberlerinin bu büyük cesareti karşısında, kendilerine çeki düzen verme fırsatı yakalamış ve cephede toparlanmışlardır. Eğer peygamberleri de bir ağacın arkasına saklanıp: ‘Haydi gençler, göreyim sizi!’ diyecek olsaydı, sonuç zafer olmayacaktı. On bin kişi kaçtı, o kaldı. Örnekliliği, sözleriyle ve geçmişiyle birleşince etki çabuk oldu. Lider tiplemeleri için önemli bir ipucu olarak bu noktayı tespit etmeliyiz.
c- Bir kere daha görüldü ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem masa başı insanı değildi. Hayatın gerçekleri karşısında tabii yapısıyla ortada duruyor; sadece talimatlar veren, elini taşın altına sokmaktan kaçınan bir lider gibi değildi. O, kitap yazıp insanları yönlendiren biri değildi.
*Huneyn olayı bir konuyu daha ortaya çıkardı: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabını çok seviyordu. Ensarı ise bir başka seviyordu. Bu da onun, kendisine yapılan iyiliğe karşı gösterdiği vefasının belgesidir. Zaten bu olayda şeytanın Ensar’ı kışkırttığı şey, onun baba toprağı olan Mekke’ye sahip olduktan sonra bir daha Ensar’a ve Medine’ye dönme ihtiyacı hissetmeyeceğiydi.
O ise, Ensar’a kimseyi değişmiyordu. Zor zamanın yardımcıları Ensar’a yaptığı dua, onlara gösterdiği iltifat, insanlık tarihine altın harflerle yazılacak kadar değerlidir. Doğrusu Ensar da, düşüp kalkmalarına rağmen bu sevginin içini doldurmak için çalıştılar. Allah onlardan razı olsun.